Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Müstear Adresler


Zayıf
Toplam oy: 105
Müstear Adresler Hüseyin Su’nun Ekim 2020’de Şule Yayınları arasında çıkan kitabı. Daha adından başlayan bir gizem sizi kitaba çağırıyor. Müstear isimlere aşina iken müstear adresler büyük bir merak uyandırıyor. Deneme ve anılarla bezenmiş bir kitap Müstear Adresler. Üç bölümden oluşuyor kitap; “Müstear Adresler”, “İz Bırakan Adresler”, “Ufuk Adresler”.

Bir kitap okuyorsunuz ve karşınızda mekânlar, hayatlar, kişiler, yaşanmışlıklar tören geçişi yapıyor adeta. Adresler belli olmasa da kişiler bir siluet gibi belirse de siz bütün parçaları tamamlayarak çeviriyorsunuz sayfaları. Çünkü canlı bir tarihin ete kemiğe bürünmüş hali vardır elinizde.

 

Müstear Adresler Hüseyin Su’nun Ekim 2020’de Şule Yayınları arasında çıkan kitabı. Daha adından başlayan bir gizem sizi kitaba çağırıyor. Müstear isimlere aşina iken müstear adresler büyük bir merak uyandırıyor.

 

Deneme ve anılarla bezenmiş bir kitap Müstear Adresler. Üç bölümden oluşuyor; “Müstear Adresler”, “İz Bırakan Adresler”, “Ufuk Adresler”.

Kalem sahibi usta bir öykücü olunca bu kitaba gönül rahatlığı ile anlatılanlar hepimizin hikâyesi diyebiliriz. Üzerimizde derin izler bırakan ama kaybolup giden mekânlarımız olmuştur. Unutulan vakitlerimiz, sevdalarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz…
Aslında her şey göçebe
İlk bölüm “Müstear Adresler”in girişinde zihnimizde şekilleniyor bir adresin nasıl olup da müstear olabileceği. Yaşıyoruz, mekânları hayatımızın merkezine alıyoruz ama bir bakıyoruz aslında her şey bir göçebe ruhun hercailiğinden ibaretmiş. Görünen ile yaşanan arasındaki derin uçurum da buradan geliyor. Biz aslında mekânları değil olayları yaşıyoruz. Bir şeyin zihnimize yerleşmesi için fıtratımızla uyuşması gerekiyor.
“Sanat ve edebiyat eserlerine bir biçimde giren mahalle, sokak, cadde, kasaba ve şehirlerin, hafızamızdakiler olması mümkün değildir; hayallerimizin estetik algısıyla yeniden inşa edilen ve bir anlamda müstear mekânlardır.”
Hüseyin Su’nun verdiği örneklerden hareketle şunu düşünebiliriz; Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” şiirini okuruz ama o kaldırımların neresi olduğunu düşünmeyiz. Böylelikle şiirin somut bir imgesi bizim dünyamızda müstear bir hale bürünmüş olur. Elbette bu mekân bizim için müstear olsa da Necip Fazıl için gerçek bir mekândır.
Müstear adresleri tam olarak ifade etmese de yazar bize öyle bir yol tarifi yapıyor ki gönül yoluyla gidilip bulunacak adreslerin ardına düşüyoruz.
“Hangi şehre, hangi kasabaya gidilirse gidilsin, mutlaka ilk uğranılması gereken yerler, ilk önce ve hiç tereddüt etmeden çalınacak kapılar, oradaki kitabevleri, dergi büroları, kültür ve düşünce evleri ya da ‘merkez insanlar’ın kişisel büroları ve evleri olmuştur.”
Burada Hüseyin Su belli bir adres vermiyor ama gönül birlikteliği olanların aklına; “merkez insanların kişisel büroları” ifadesinden hemen Eskişehir ve Atasoy Müftüoğlu geliyor. Zaten kitabın ilerleyen sayfalarında “Atasoy Müftüoğlu’nun Mekânları” isimli bir bölüm de var kitapta.
Emek ve yürek insanlarının evleri
Hüseyin Su, Edebiyat dergisi geleneğinden gelen bir yazar. Bu geleneği çalışmalarıyla sürdüren isimlerin ilk sıralarında geliyor Su. Edebiyat dergisi mekânları ve Nuri Pakdil kitapta en hacimli yer tutan bölümler… Bu bağlamda sadece dergi büroları değil bu yola çıkmış emek ve yürek insanlarının evlerine de dikkat çekiyor Hüseyin Su.
“Gerek Nuri Pakdil’in, gerekse diğer yazarların evleri, Edebiyat dergisinin yayınlanma süreci açısından son derece önemli mekânlar olmalıydı. Şahitleri giderek azalan bu mekânların hikâyelerinin ve buralarda yaşananların yazılması, o günlerin düşünce ve edebiyat ortamlarının geleceğe aktarılması gerekir.”
“İz Bırakan Adresler” bölümünde karşımıza sırasıyla Âkif Emre, Abdallar, Nurullah Ataç ve Tomris Uyar çıkıyor. Âkif Emre ve İslamcılık Düşüncesi üzerine yapılan tespitler kitabın omurgasını oluşturuyor. Fani dünyada mekân arayanlar için yurt edinecekleri adresler var bu bölümde. İslam en büyük mekân. Yeter ki idrak edilebilsin.
Dünyanın göçebeleri abdallar
Abdallar ki dünyanın en güzel göçebeleridir. Burada da Muharrem ve Neşet Ertaş yol arkadaşı oluyor bize. Yani “Yıkık Şapkalı Kara Adamlar.”
“İnce Uçlu Bir Kalem” başlıklı bölümde Tomris Uyar’ı anlatıyor Hüseyin Su. Burada, edebiyatın birçok türünde eser veren isimlere değiniliyor, edebiyatın yazma mekânına dikkat çekiyor Su. “Önemli olan yazarın, yazdığı her türde verdiği eserleriyle o türün hakkını vermiş olmasıdır.” diyerek çok yerinde bir tespit yapıyor.
Kitabın son bölümü “Ufuk Adresler”de yazar bizleri geçmiş zamanda bir geziye çıkarıyor. Elimizde “Tahta Bir Bavul.” İçinden neler geçer bir tahta bavulun?
“Askerlerin yanında, gurbetçilerin, Alamancıların, mahpusların, İstanbul yolcularının, işçilerinin, öğrencilerin, hayatta ve beyaz perdede, terminallerde, garlarda, trenlerde hemen her zaman ellerinde gördüğümüz en belirgin eşyaları, tahta bavullarıdır.”
Son bölümün son iki yazısı “Ufuk Adres” başlığını tam anlamıyla karşılıyor. Nuri Pakdil’in Edebiyat Kuleleri ve Batı Notları üzerine kaleme alınmış iki yazı var burada. Hüseyin Su, Nuri Pakdil’i anlatırken bütün kelimelerini daha bir özenle seçiyor. Bütün yol işaretlerini Pakdil’in ruh iklimine çeviriyor. Bu mekân, adres bir kurtuluş reçetesi gibi yer alıyor kitapta.
Müstear Adresler kitabı okununca aslında herkes kendisinin de bir ya da daha fazla müstear adresinin olduğunu fark ediyor. Gitmesek de içimizin bir yerlerinde her zaman tetikte duran ilk fırsatta gönül haritasıyla yollara düşülecek müstear bir adres.
Hüseyin Su, dünya hayatında insana ferahlık veren adresleri paylaşmış okuyucular ile. Bu adresler ne kadar çok olursa insan o kadar güvende ve huzurda hissediyor kendini. Adres müstear olsa da muhabbet oldukça gönülden her zaman.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.