Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Necip Mahfuz'dan Aynalar


İyi
Toplam oy: 1903
Necip Mahfuz (Naguib Mahfouz)
Hitkitap Yayıncılık

Hitkitap modern Arap edebiyatının Nobelli yazarı Necip Mahfuz çevirilerine Aynalar ile devam ediyor, çok da iyi yapıyor. Yine Işıl Alatlı'nın harika Türkçesi ile. Genç okurların eski sözcükler için zaman zaman sözlüğe başvurmaları gerekecek, bu da kötü bir şey değil, dilleri zenginleşecektir. Mahfuz'un en orijinal eserlerinden birisi olan bu kitap beni ziyadesiyle heyecanlandırdı. Mahfuz'un çok sevdiği Seif Vanlı'nın çizimleri eşliğinde bir baskı olması da cabası. Benim için tek eksiklik çizimlerin kitap içinde siyah beyaz basılı olması. Arapça ya da İngilizce baskıları içinde renkli olanı var mı çok merak ettim. Renkli çizimler için şimdilik kapakla idare ediyorum ama her birisi bir tablo güzelliğindeki bu çizimlerin bir renkli baskısının da izini süreceğim. Türkçe baskı için ayrı bir kapak tasarımına gidilmemesi yerinde olmuş. Sanırım bu kitapta yer alan portreler ilk olarak Mısır'da Televizyon Dergisi'nde tefrika edilmiş. Bir de o dergilerin izini sürmek gerekecek. Bu portre çizimlerinin poster boy bir seti rüya gibi bir koleksiyon olurdu. Bu olmayacak bir rüya, bir iki tanesine bile razıyım.

Turkuvaz Kitap da 2008 ve 2009'da 3 çeviri ile Mahfuz özlemimizin dinmesine yardımcı oldu. Umarız baskısı tükenen “Cebelavi Sokağının Çocukları”nın yeni baskısını ihmal etmezler.

Evet, Aynalar orijinal bir kitap. Mahfuz'un edebi dehasının örneklerinden birisi. Bir çok deha ürünü gibi de basit bir buluşa dayanıyor. Eğer pek dikkat etmeden kitaba başlarsanız, Mahfuz'un kendi tanıdıklarını, arkadaşlarını anlattığı otobiyografik bir anlatı, bir anılar kitabı olarak okumaya devam edebilirsiniz. Kitabın yapısı basit: bir anlatıcı var, tanıdığı insanları, isimlerinin Arapça alfabedeki sırasıyla her birini bir kaç sayfadan uzun olmamak kaydı ile anlatıyor. Tam elli beş kişiyi. Şimdi, bu kitabı nasıl sınıflandıracaksınız? Roman mı, öykü mü, başka bir şey mi? Mahfuz bunun bir roman olmadığını söylüyor. Fakat bir kişinin çevresindeki insanların yaşam öyküleri söz konusu olduğu için doğallıkla bu kişilerin de birbirleri ile ilişkileri gündeme geliyor, dolayısıyla elli beş insanın kısa yaşam öykülerini okurken aslında Mısır'ın bir tarihsel döneminin, bir kuşağının romanını okumuş gibi oluyoruz. Bu kişilerin birbirleri ile ilişkileri de anlatıldığı için baştan itibaren karakterleri akılda tutmak da gerekebiliyor. Zaten yapıta bir roman lezzeti veren de bu. Her yeni karakterin mutlaka önceki ve sonrakilerle bir ilişkisi anlatılıyor, yani çizilen portreler bağımsız biyografiler gibi değil. Tekrar çizimlere dönersek,  herhalde Mahfuz kitabı bitirince Seif Vanlı'ya veriyor, Seif Vanlı'da karakterlerin hikâyelerini okuyarak Mahfuz'un sözcüklerle yaptığını çizgiye aktarıyor. Bu çerçevede portreleri okurken çizimlerin detaylarını incelemek (siyah beyaz fakirleşmiş haliyle bile olsa) çok keyifli. Seif Vanlı müthiş bir iş başarmış, herhalde Mahfuz bunun için çok seviyordu kitabının çizimli baskılarını. Vanlı'nın çizimleri sözcüklerle aktarılan bu kurmaca insanları fiziksel özellikleri ve karakter özellikleri ile gerçekten resmediyor, “evet bu, işte bu!” diyorsunuz. Yani sadece has bir edebiyat adamının şovu değil aynı zamanda müthiş bir ressamın şovu bu kitap.

Aynalar'ın tarihsel ve kültürel arkaplanı Mahfuz'un romanlarını okumuş okuyucu için hiç yabancı gelmeyecektir. Bir tür 20. yüzyıl Mısır tarihi. Sömürgeci İngiliz yönetimi, 1. Dünya Savaşı sonrası bu yönetime karşı gerçekleşen halk ayaklanması ve sonrasında Mısır'ın bağımsızlığın ilan etmesi. Daha sonra gittikçe güçlenen milliyetçi, liberal akımlar, 2. Savaş sonrasında ordunun yönetime el koyması, General Nasır dönemi... Mahfuz'a ilk kez bu kitapla başlayacak olanların anlatılanları daha iyi kavrayabilmesi açısından bu tarihe ansiklopedik bir kaynaktan kısaca bir göz atmalarında fayda olacaktır. Ama sözgelimi Kahire Üçlemesi'ini okumuş bir okur ortama yabancılık çekmeyecektir.

Aynalar tüm büyük sanat yapıtları gibi insanı çok değişik düşüncelere sevkeden bir kitap. Sanatsal yaratım sürecinin kendisi, daha dar anlamda edebiyat, romanın yapısı, kurgu, anlatı teknikleri ve kuşkusuz hayat. Mahfuz anlatıcı merkezde olmak üzere 20. yüzyıl Mısır'ının kentli nüfusunun neredeyse her kesiminden karakterleri toplumsal gerçeklik panaroması içinde farklı aidiyet ve kimlik rolleri ile resmediyor. Akademisyenler, sanatçılar, politikacılar, iş adamları, yasadışı faaliyetlerde bulunanlar, bürokratlar, askerler, din adamları, ev kadınları, iyiler, kötüler, aşıklar, eşcinseller, esrarkeşler, fahişeler, zenginler, yoksullar... Bir romanda herbiri eşit derecede ön planda elli beş kahraman yaratmak herhalde pek mümkün olmaz. Ama bu yapıda mümkün oluyor. Peki bu portreler hangi sıra ile aktarılacak? Mahfuz alfabetik sırayı izliyor ama elbete onları isimlendiren de kendisi. Peki, o isimlendirmeyi yaparken özellikle bir sıralama yaptı mı? Ya da okuyucu için bu sıralamada aranacak bir şey var mıdır? Konu sıralamadan açılmışken baskıda bir içindekiler bölümü olmamasının okuma sürecinde güçlük yarattığını Hitkitap'a bildirmiş olalım, eğer yeni bir baskı yaparlarsa eklemelerini rica edelim. Böylece daha önce adı geçen ama özellikleri unutulan bir portreye bakmak gerekirse (ki sıklıkla gerekiyor) okuyucu rahat edecektir.

Kuşkusuz insan bu kitap Mısır'da yayınlandığı zaman gündeme gelen tartışmaları da merak ediyor. Acaba çizilen portreler hakkında nasıl tahminler yürütülmüştü? Hangi portrenin gerçeklikte kime tekâbül ettiği düşünülmüştü? Muhtemelen gerçeklikle birebir örtüşen bir portre yoktur. Büyük edebiyatçının gücü: Herbiri bir toplumda belli bir tarihsel dönemde yaşamış olabilecek ama birebir varolmamış, canlı kanlı, çelişkileri, zaafları, hırsları, şehvetleri, başarıları ve başarısızlıkları ile elli beş insan yaratmak... Bir toplumu, siyasal dönüşümleri, kültürel gelişimi, bireysel hikâyeleri ile bu portreler üzerinden anlatmak canlandırmak... Her iyi edebiyat eseri gibi bitmesin, devam etsin istiyor insan. Ama bitmek bilmeyen aptal tv dizileri gibi değil iyi kitaplar, bitiveriyorlar hemen; o halde bu lezzetin tadını çıkarmak için bir kez daha okumalı. Size de şiddetle tavsiye ederim.

Necip Mahfuz ile ilgili daha fazla bilgi içeren bir yazı için:

http://www.sabitfikir.com/sahanebirkitap/kahire-uclemesi

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.