Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Öteki kışın kitabı, ötekilerin öyküsü


Gayet iyi
Toplam oy: 1515
Bora Abdo
Alakarga Sanat Yayınları
Öteki Kışın Kitabı modern edebiyatı takip etmek isteyen okur-yazar ve eleştirmenlerin görmezden gelemeyeceği önemli bir ilk kitap.

Bora Abdo, edebiyat dergilerinden takip ettiğim, kitabının çıkmasını merakla beklediğim son dönemin iyi öykücülerden birisi. Öyküleri Notos, Sözcükler, Kitap-lık gibi dergilerde yayımlanan Abdo’nun ilk öykü kitabı Öteki Kışın Kitabı, kendisi de yeni ve şimdiden yayımladığı iyi kitaplarla dikkat çeken Alakarga Sanat Yayınları arasında çıktı.

 

 

 

Dergilerden takip ettiğimi söylüyorum ama ya kitapta dergilerde yayımlanmamış epey öykü var ya da Bora Abdo’nun öykülerinin mahiyeti konusunda aklımda yanlış bilgi kalmış. Bir an önce konuya gireyim; Öteki Kışın Kitabı daha ilk öykülerden itibaren beni şaşırttı. Öykülere sinmiş, bir dip dalga halinde derinden derine akan karanlık öfkeyi sezince afalladım. İroni dozu yüksek, hince buluşlar, kelime oyunları, biçimsel denemeler vs içeren öyküler mi bekliyordum? (Elbette bu cümleden, saydıklarımın bir öyküyü ‘iyi’ ya da ‘kötü’ öykü yaptığı manası çıkmamalı.) Sanırım. Oysa karşımda gerilimini metne ustalıkla yedirilmiş öfkeye borçlu, nispeten kapalı ve bir o kadar da ustalıklı metinler vardı. Abdo’nun karakterleri ekseriyetle kayıp, yenik, ketum ve neredeyse monoton tipler. Aynı zamanda tekinsiz…

 

 

 

 

 

 

 

 

Genel olarak öykü karakterleriyle kendimizi özdeşleştirmekte bu yüzden zorlanıyoruz. Bu tiplerin birçok örneği var edebiyatımızda, hatta son on yılda ortaya çıkan kötü örnekler yüzünden neredeyse bıkkınlık verecek kadar. Ama Abdo’nun farkı, iyi bir öykücüyü vasat olanlardan ayıran farkta yatıyor. Anlatıcının her hecesinden sezilen birikmiş öfkenin tam olarak nerede patlayacağına duyduğumuz merak ve oluşturulan gerilim bizi usul usul finale taşıyor. Sonunda neyi/kimi anlatırsa anlatsın, iyi bir öykünün okurda bırakacağı etki tam olarak bu olmalı diyoruz: sarsıntı, çarpılma. Abdo’nun okuduğunuz her öyküsünden sonra kitabı elinizden bırakıp bir sonraki öyküye geçebilmek için toparlanma ihtiyacı hissedeceksiniz, bu kesin.

 

 

 

 

Pamuk Gibi Karardı Ortalık

 

 

 

 

 “İnsanların en korkuncuyla, akıl almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkılıp kalmaktır cehennem,” diyor Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme’de. Öteki Kışın Kitabı’nda da adım adım, öykü öykü inşa edilen cehennemi bir atmosferden söz edebiliriz. Kendi kendisiyle baş başa kalmış, terk edilmiş, yalnız bırakılmış, tıkılmış karakterler, şiirsel, kuvvetli, kötücül ve etkileyici bir dille anlatılıyor.

 

 

 

Bu atmosferi tasavvur etmekle kalmıyoruz, kesik kesik, solumayı andıran kısa cümleler (yazarın kısa cümleler konusundaki ısrarı ve bu konudaki başarısı ayrıca ve daha uzun konuşulmalı) ve üslubun kendine haslığı sayesinde; yazarla birlikte kolları sıvayıp okur olarak bir taş da biz koymak zorunda kalıyoruz bu cehennem duvarına. Bu defa kendimizden, kendi hikayelerimizden, kendi cehennemimizden. Her öyküde biraz daha yükselen, biraz daha yükselen bir duvar… Abdo’nun kaleminde tedirginliğe yer yok, bir cerrah maharetiyle elleri bir an bile titremeden inşa ediyor öykülerini yazar. İşte deminden beri anlatıp durduklarımı ispatlayan birkaç örnek:

 

 

 

“Bir kez olsun gitmedim hastaneye, bu yüzden olabilir mi ölümü?”

 

 

“Cebimden jileti çıkarıp bileklerimi kestim. Karım kendini sıvası dökük bir duvardaki çiviye, yeşil boyalı bir anahtar gibi astıktan çok sonraydı.”

 

 

“Bin yıl da geçse yitmeyen bir bıçak izi gibiydi yüzünün herhangi bir yerinde. Ağzında kül yumağı.”

 

 

“Kulakları. Kuyruğu düştü. Yalaktaki suyun bile nabzı atmadı. Bir daha. Ahır üşüdü. Pamuk gibi karardı ortalık.”

 

 

“Üstü başı çay kahve lekesi. Rüya artığı. (…) Koyu bir yük gözaltı torbalarında.”

 

 

“Mutlu sırlarımız yoktu. Aksine acılarımız sırlaşmıştı zamanla. Sabahı sabah edemiyorduk. Çoğalıyordu aramızdaki çamurlu su.”

 

Öteki Kışın Kitabı, Kara Kış Üçlemesi’nin ilk kitabı. Girişte üçlemenin ikinci kitabının bir roman olacağı bilgisi veriliyor okura. Küçük bir ayrıntı ama hem öykü hem romandan oluşan bir üçlemeyle Türk edebiyatında ilk defa karşılaştığımı belirteyim. Sanırım; bölümlerin tarihlerle ayrılmasının hikmetini de üçlemenin diğer kitaplarını elimize alınca anlayacağız.

 

 

 

Yüzü gittikçe daha çok seçilen karanlık

 

 

 

24 Ocak, “Köpekler Hep Yağdanlıktır Zaten Fırtınası” bölümünde adeta bir kırılma yaşanıyor. Elbette aşırı yorum yapıyor olma riski mevcut ama karakterler bir tavır değişikliği yaşıyor gibi. Buraya kadar dipten akan öfke bu öyküden sonra yüzünü daha fazla göstermeye başlıyor sanki. Karakterlerde bir patlama, cinnet hali seziliyor. Öncekilerden farklı olarak durağan ve gizli değil; sürekli ve dışadönük eylemler içeren bir cinnetten bahsediyoruz. Bir gün önce kendisini ısıran köpeği asan bir adam, üzerine kuma getirilen kadının, kocasını gözünü bile kırpmadan katledişi gibi. Bunu da yazının odağına aldığımız karanlığın farklı tonlarının resmediliyor oluşuna yorabiliriz.

 

 

 

 

 

 

Belki bir şerh düşülebilir; Öteki Kışın Kitabı belli konular etrafında dolanan, birbiriyle bağlantılı birkaç öykünün varlığından da anlaşılacağı gibi uzun soluklu bir projenin ilk adımı. Ancak kitabın bütününe hakim olan havanın etkisinden olsa gerek karakterlerin hepsinin hayata bakışı, krizlere tepkileri, eşyayı ve olayları algılayış şekillerinin birbirine çok fazla benziyor oluşu bir handikaba dönüşme riski taşıyor. Bu durum, kitabın arka kapağına düşülmüş notta söylendiği gibi Bora Abdo’yu “kendi dilini ve oylumlu dünyasını yaratabilmiş genç bir yazar” olarak ya da kendini tekrar eden bir yazar olarak tanımamıza sebep olabilir. Bu biraz da okura, yazarın sonraki eserlerine ve elbette zamana kalmış bir şey.

 

 

 

Son tahlilde ve her halükarda şunu söyleyebiliriz; Öteki Kışın Kitabı atmosfer yaratmak, kendine özgü bir dil ve üslup inşa etmek gibi önemli kıstasların kendisinde halledildiği; modern edebiyatı takip etmek isteyen okur-yazar ve eleştirmenlerin görmezden gelemeyeceği önemli bir ilk kitap. Bora Abdo, isminin yanına bir işaret koyulması gereken iyi bir öykücü.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.