Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Popüler Bilim Militarizmin Hizmetinde


Gayet iyi
Toplam oy: 195

Uzayı Silahlandırma Promosyonu 

“Bir kitap asla sadece bir kitap değildir. Aklınıza gelebilecek her şeye dönüşebilir bir kitap. Ama en önemlisi çok iyi bir dosttur ve sizi asla terk etmez.” Bir çocuk kitabının tanıtımında yer alan ve aklımda yer edinen bu ifadelere ben de katılıyorum. Doğrudur; bir kitap asla sadece kitaptan ibaret değildir ancak bu genellemeyi her zaman, Polyanna misali, olumlu yorumlamak mümkün olmuyor. Pek çok kitap sureti haktan görünmekle beraber bazen kimi kitaplar oldukça içten pazarlıklı, hedef şaşırtıcı, gerçekleri perdeleyici hatta manipülatif olabiliyor. Popüler bilim belgeselleri ve televizyon programlarıyla ünlü astrofizikçi Neil deGrasse Tyson’un son kitabına yönelik eleştiriler onu bu kitaplardan biri olmakla itham ediyor ve pek de haksız görünmüyorlar.

 

Kitap mı Silah Tiraceri mi?

 

Askerî teknolojiye astrofizikçilerin katkısı ne oldu ve askeri araştırmalar astrofiziğe neler kazandırdı? Bu sorunun cevabı 17’nci yüzyılda yapılan ilk teleskoptan günümüzde uzak galaksileri izlememize olanak sağlayan uzay teleskopları ve gözlemevlerine kadar yüzyılları kapsıyor. Amerikalı ünlü belgesel sunucusu Neil deGrasse Tyson’un Avis Lang ile birlikte yazdığı popüler bilim kitabı Accessory to War şu alt başlığı taşıyor: The Unspoken Alliance Beetween Astrophysics and the Military (Savaş Teçhizatı: Astrofizik ve Ordu Arasındaki Zımni İttifak). Tyson ve Lang ve kısa sürede New York Times Best Seller listesine giren bu kitapta askeri faaliyetler ile uzay bilimlerinin tarih boyunca işbirliğini örnekleriyle ortaya koyuyor. Cosmos gibi uluslararası çapta ilgi gören bilimsel belgesel dizisi ve başka televizyon programlarıyla büyük üne kavuşup popüler kültür yıldızına dönüşen ve aslında bir astrofizikçi olan Neil deGrasse Tyson’un böyle bir kitap çıkarması ilk bakışta normal görülüyor. Üstelik kitaba verdiği isim ve koyduğu alt başlık bilimin askerî amaçlar için nasıl bir alet olarak kullanıldığının eleştirisi gibi görünüyor. Ancak olay hiç de öyle değil. Tyson’a ülkesinde getirilen başlıca eleştiri şöhretini kullanarak uzay çalışmalarının askerî amaçlarla kullanımının promosyonunu yapmak daha açıkçası uzayı silahlandırma projesinin reklam yüzü olmak.

 

Kitabın yayım tarihi de oldukça manidar: Amerikalıların güvenlik psikozlarının her yıl zirveye çıktığı 11 Eylül günü. Tesadüfler(!) bu kadar değil… Kitabın yayını ABD Başkanı Donald Trump’ın ve ardından yardımcısı Mike Pence’in uzayı silahlandırma ve 2020’ye kadar uzay kuvvetlerini kurarak askerî hâkimiyeti atmosfer dışına yayma projelerini açıklamasının hemen ertesine denk geliyor. Tyson’un aslında bilim değil, resmî görevinin gereğini yaptığını ileri sürerek onu bu bilimsel görünümlü kitapla “askeri teknolojinin satıcılığına soyunan bir şöhret” olmakla itham edenler delilsiz konuşmuyorlar. Youtube’da “Trump’ın uzayı silahlandırma fikri delice bir şey değil aslında” türünden açıklamaları yayınlanan Tyson, astrofizikçilerin silah sanayisine katkılarını gayet normal buluyor. Bilim adamlarının genelde uzayın silahlandırılmasına karşı çıktığını ancak eninde sonunda bunun birileri tarafından yapıldığını belirten Tyson bu kitabında uzayın savaş alanına çevrilmesini ya da daha kibarca söylersek askerî silah ve teknolojilerle donatılmasını normalleştirmek adına bilim tarihini gayet güzel kullanıyor. Günümüzde yaygın teknolojilerin ordu çalışmaları sayesinde nasıl geliştirildiğini de… ABD’nin uzayı silahlandırmak için 8 yıl içinde ayırmayı düşündüğü 5 milyar dolarlık başlangıç bütçesini makulleştiren bir halkla ilişkiler çabası olarak da görmek mümkün Tyson’un kitabını zira Amerikan Doğal Tarih Müzesi’nde bulunan Hayden Gözlemevi’nin yöneticiliğini de yapan Tyson’un bu çalışması hiç de tarafsız değil. Amerika’nın bu en gözde ve meşhur astrofizikçisi 2001’den beri askerî uzay çalışmalarında bulunan bir bilim adamı aynı zamanda... 2001’de Bush tarafından 12 üyeli uzay ve havacılığın geleceği konseyine resmi üye olarak atanan Tyson, Trump yönetiminde 2016’dan beri ABD ordusuna bağlı Güvenlik İnovasyon Konseyi’nin de üyesi. Okuyucudan beklenense tüm bunlara göz yumması, uslu çocuk olması ve bu kitabı salt faydalı bir popüler bilim kitabı gibi görmesi…

 

Mutluluk Pazara Nasıl Düştü?

 

Kişisel gelişim, yaşam koçluğu, pozitif psikoloji günümüzde adeta çılgınlık furyasına dönüştü. Paulo Coelho’nun Simyacı’sının dünya çapındaki başarısından sonra mantar gibi bitmeye başlayan kişisel gelişim kitapları kitap dünyasının da yıldızlarına dönüştüler. Kolay yoldan mutluluk, salt düşünce gücüyle hayatı değiştirme gücü ve basit telkinlerle kendi derinliğini keşfedebilme ve kendini gerçekleştirme gibi vaatleri bol keseden dağıtan bu yayınların ardında aslında 1960’ların Hippi hareketinden sonra tüm dünyaya salgın gibi yayılan ve oldukça yüksek getirili bir ticari sektör var. Sayıları mantar gibi çoğalan kişisel gelişim, koçluk, mutluluk terapisi kitaplarına karşılık bunları eleştiren kitaplar pek nadir. Her ikisi de akademisyen olan sosyolog Eva Illouz ve psikoloji doktoru Edgar Cabanas’ın yeni çıkan kitabı işte bu nadirattan. Illouz ve Cabanas kitaplarına bu sektöre verdikleri ironik adı vermişler: Happycratie–Comment La Science Du Bonheur Controle Nos Vies yani “Mutluluğun Hâkimiyeti - Mutluluk Bilimi Hayatlarımızı Nasıl Kontrol Ediyor”… Ağustos sonunda Fransa’da yayınlanan Happycratie’de Illouz ve Cabanas 90’yıllarla birlikte yeni bir mutluluk bilimi(!) olarak doğan ve mutluluğun üretilebilen, öğretilebilen ve öğrenilebilen bir şey olduğunu ileri süren pozitif psikolojinin hayatlarımızı nasıl kontrol altına aldığını açıklıyor ve adeta herkesin benimsemesi gereken bir zorunlu yaşam felsefesi ve pazarlama aracına dönüştürülen mutluluğun diktasını sorguluyor ve bakış açılarını kısaca şu ifadede özetliyorlar: “Bu mutluluk bilimlerinin(!) yardımıyla olumsuz duygularınızı, atıllığı yenmeyi, olumluluk ve neşe üretmeyi öğreneceksiniz. Peki, başarısız olursanız… Hayır, başarısız olamazsınız. Buna izniniz yok, kendi menfaatiniz adına başarılı olmaya mahkûmsunuz. Eğer bunu beceremiyorsanız bu sizin hatanız, sorumluluğunuz, irade eksikliğiniz, tembelliğinizdir.” Ancak eleştiri ve tahlil bu seviyeyle sınırlı değil. Her türlü sosyal bağlamdan soyutlanmış yapay bir mutluluk modelinin tiranlığını eleştiren yazarlara göre bu sektörün etkinliği artık iktidarlara da hizmet eden küresel bir ideolojiye dönüşmüş durumda. Kapitalizmin en mahrem duyguları nasıl kullandığını gözlemleyen yazarlar aynı mutluluğun kazançlı bir pazara ve tezatlarla dolu bir ideolojiye dönüşümünü deşifre ediyor. Happycratie’ye göre kapitalist sistemde günümüzde üretkenliğin yeni yakıtını maneviyat cilalı bu yeni ideoloji teşkil ediyor: “Bu yapay mutluluk ideolojisini biz yetiştiriyor, teorileştiriyor ve sonra hakkında dersler, kurslar, terapiler düzenleyip kitaplar yazarak ticari bir girişime dönüştürüyoruz.” Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iş ve sosyal hayatın yeni normu hâline gelmeye başlayan bu mutluluk bilimleri, kitabın sosyolog ve psikolog yazarlarına göre aşırı bireysel bir toplumun da ayak izlerini teşkil ediyor.

 

Bir Rene Guenon Çeşitlemesi 

 

“Sekiz senedir kaybolan bir Fransız âlimi… M. René Guénon, Mısır’ın meşhur Azhar medresesinde bulundu. Bugünlerde beklenmeyen bir haber, Paris’te mühim akislerle çalkalandı: Sekiz seneden beri izi bulunamayan büyük Fransız filozofu René Guénon bulunmuş ve Mısır’da Azhar’da talebe imiş. Paris’te herkes, bu filozofun garib ve meraklı macerasına hayret ediyor…” Guénon adının Türkiye’deki gazete okuyucusuna belki de ilk defa duyuruluşunu, tasavvuf alanında dersler veren akademisyen Prof. Dr. Mustafa Tahralı, 30 Temmuz 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bu haberi naklederek anlatıyor. Tahralı’nın “hazırlayan” olarak imzasını taşıyan ve Kubbealtı Neşriyat tarafından geçtiğimiz eylül ayında yayınlanan Çağ ve Hakikat-René Guénon’dan Seçme Makaleler ve Yorumlar kitabı 20’nci yüzyılın en sıradışı ve mistik anlamda en maceralı düşünürlerinden birini Türkiye’de çıkan bu ilk haberinden 80 yıl sonra bir kez daha Türkiye’nin gündemine getiriyor. Gençlik yılları hakikat arayışı içinde geçen, Katolik kilisesinden gnostik gruplara, okült masonlocalarından spritüal hareketlere kadar bilfiil girmedik delik bırakmayan ve sonunda aradığı hakikati İslam’da ve onun irfani geleneğinde bularak Şeyh Abdülhadi Yahya adını alan René Guénon’un Tahralı tarafından tercüme edilen makalelerinden oluşuyor kitap. Düşünürün kitap ve fikirlerine aşina olan Türk okuyucularını Guénon’un hayatı ve entelektüel çevresi hakkında aydınlatırken bu defa modern dünyanın bunalımı, metafizik ve sembolizm, İslam tasavvufundan Bolşevizm’e kadar oldukça geniş bir yelpazedeki konular üzerine kaleme aldığı makaleleri ile tanıştırıyor. Tahralı’nın “ilm-i ledün verilmiş hakikat ehli bir sufi” olarak nitelendirdiği ve insanlığın içinde bulunduğu “anomali”den kurtulmak için doğunun geleneksel öğretilerinin ve tüm gerçek dinlerin özünde bulunan sahih geleneğe ve kadim bilgeliğe yeniden yönelmesi gerektiğini söyleyen Guénon, hakikat arayışını entelektüel boyutlarıyla merak edenler için görüşleri mutlak olarak bilinmesi gereken bir düşünür ve bu kitap onun çok çeşitli konulardaki yaklaşımlarını bir çırpıda gözden geçirmek adına oldukça elverişli.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.