Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sanatın Ölüme İnat Direnişi: Mandelştam'ın Son Günleri


İyi
Toplam oy: 115
Stalin’in kurbanları arasında bulunan sanatçılardan biri de Osip Mandelştam’dır. Varşova doğumlu şair, tüccar bir Yahudi ailenin oğludur. Aile, Osip’in doğumundan sonra Saint-Petersburg’a göç eder. İyi bir eğitim alan şairin ilk şiirleri okul almanağında basılır. Uzun bir süre Gorki’nin yönettiği yayınevinde çalışan Mandelştam, şairler loncası anlamına gelen Akmeistler okulunun kurucuları arasında yer alır. 1922’de, hayatının sonuna kadar can yoldaşı olacak Nadejda Mandelştam ile evlenir.

Pandemiden önce yapabildiğim endişesiz, serbest seyahatlerimden biri Tiflis’e idi. Tiflis, Sovyet mirasına yer yer sahip çıkan, yer yer de bu mirası reddeden yapısıyla ikircikli bir kent. Tarihin gördüğü en zalim liderlerden Stalin’in Gürcü olması ikircikli yapıyı pekiştiriyor. Kentte bir yanda Stalin’in gençlik döneminde yaşadığı ve komünist gazeteleri bastığı müzeleştirilen evinde gezerken, bir başka müzede Büyük Temizlik ya da Kızıl Terör olarak adlandırılan Stalin dönemi siyasi baskı kampanyasında infaz edilen sanatçıları anan fotoğraf ve videoları görebiliyorsunuz. Sergilere de konu olan Stalin terörü 1936-1938 yıllarını kapsayan dönemde gerçekleşir. Siyasi erk, Komünist Parti içindeki muhalif devlet görevlileri ile ordu mensuplarını tasfiye etmeye girişir. Bununla da kalmaz, entelektüelleri, sanatçıları geniş çapta polis sorgulamalarına ve keyfi tutuklamalara uğratır. Amaç her türlü eleştirinin, karşı görüşün yok edilmesidir. Dönemin bilançosu ağır olur: Yaklaşık 1,2 milyon kişi bu süreçte yok edilir.

Stalin’in kurbanı Osip Mandelştam
Stalin’in kurbanları arasında bulunan sanatçılardan biri de Osip Mandelştam’dır. Varşova doğumlu şair, tüccar bir Yahudi ailenin oğludur. Aile, Osip’in doğumundan sonra Saint-Petersburg’a göç eder. İyi bir eğitim alan şairin ilk şiirleri okul almanağında basılır. Uzun bir süre Gorki’nin yönettiği yayınevinde çalışan Mandelştam, şairler loncası anlamına gelen Akmeistler okulunun kurucuları arasında yer alır. 1922’de, hayatının sonuna kadar can yoldaşı olacak Nadejda Mandelştam ile evlenir. Stalin yönetimine muhalefeti nedeniyle izlenmeye başlar. 1933 yılında yazdığı Stalin Epigramı nedeniyle de tutuklanır ve sürgüne gönderilir. 27 Aralık 1938’de Sibirya’ya gönderilmek üzere tutulduğu aktarma kampında hayata gözlerini yumar.
Lübnan asıllı Fransız şair ve yazar Vénus Khoury-Ghata’nın yazdığı Mandelştam’ın Son Günleri, Osip Mandelştam’ın ha- yata gözlerini yumduğu kamptaki son anlarından başlayarak yaşamının bir panoramasını sunuyor. Biyografi-roman olarak niteleyebileceğimiz kitap, şairin Stalin’i hicvettiği şiiriyle birlikte giderek yoksullaşan ve yalnızlaşan yaşamını anlatıyor. Aynı zamanda direnişi, sözcüklerinden başka hiçbir şeyi olmayan şairin, dizeleri aracılığıyla zulme karşı duruşunu. Saygın bir şair olan Osip Mandelştam’ın yaşamı Stalin Epigramı’nı yazdıktan sonra bütünüyle değişir. Bir gecede, eşi Nadejda Mandelştam ile istenmeyen çift haline gelirler. Sürekli takip edildiklerini bildiklerinden şiirin her bir dizesini güvendikleri farklı dostlarında saklamaktadırlar.
Ancak tam da kendisiyle benzer kaderi yaşayan şair dostu Anna Ahmatova evlerinde misafirken baskına uğrarlar. “Şiltenin, ceplerin, ayakkabıların içini arıyorlar, battaniyeyi sallıyor, yazıları yere saçıyor, her satırı okuyorlar. Belli bir şey arıyorlar. Mandelştam ile Nadejda donup kalıyor. Onları bir arkadaşları ihbar etti, zira sadece arkadaşları Mandelştam’ın Stalin hakkındaki şiirini biliyor. ‘Kremlin’in dağcısından başka kimsenin sesi duyulmuyor/ O katilin ve insan yiyenin…’ ”

Birbirlerine şiirlerini fısıldayan iki şair
Bütün dost saydıklarının Ahmatova’ya benzemediğini sert bir tecrübeyle anlarlar. Requem yazarı Ahmatova da Stalin’in yasaklı şairlerindendir. Mahkûm edilen oğlu için yazdığı şiir, yaşamına bir isyan niteliği taşır. Mandelştam’a göre Ahmatova uzak görüşlü bir şairdir, fikirlerini açıkça söyleyenlerin başına gelecekleri ilk tahmin edendir. İki dost, birbirlerine şiirlerini fısıldayan iki şair, çoktan gözden düşmüştür artık. “Mandelştam ve Ahmatova, iki yasaklı şair. Sadece rejime boyun eğen şairler hoş görülürdü…Kendi vatanlarında sürgün edilen Mandelştam ve Ahmatova, tehlikede olduklarını bile bile orayı terk etmemekte direniyorlardı.”
Baskınla birlikte tutuklanan ve sürgüne gönderilen Mandelştam’ın zihninden başka yanına alacak hiçbir şeyi yoktur. Unutmamak için şiirlerini sürekli tekrarlar. Karısından, biricik sevgilisinden ayrı düştüğüne göre tek varlığı dizeleridir. Zaten hep öyle olmamış mıdır? Nadejda ile hayatları fakirlik içinde geçer. Ortak kullanılan dairelerde, on beş metrekareden ibarettir evleri. “Bir şilte, kitaplar, iki tencere, bir kova, birbirinin eşi olmayan iki tabak ve güve yemiş bir battaniye, eşyalarının hepsi bu”. Çoğu zaman yiyecek hiçbir şey bulamazlar. Lokantaların vitrininde durur, içeridekilerin yediklerini tahmin oyunu oynarlar. Yazarlar Birliği’nin verdiği üç kuruş da yetmez. Az sayıdaki arkadaşlarından harçlık isterler. Mandelştam herkese mektup yazar, şiirleri karşılığında ekmek, sigara ister. Çoğu zaman geri dönüş olmaz.
Rusçada umut anlamına gelen Nadejda, kocasının tutuklandığı andan itibaren sürüldüğü her yere peşinden gider. Şairi bir an bile bırakmayı düşünmez. Çerdın, Voronej, her yerde onunladır. Açlığı, sefaleti, soğuğu ve korkuyu onunla yaşar. Yaşamını ona adamıştır; adeta Osip Mandelştam ve şiiri yaşasın diye var olur. Şairin kâğıda yazmaktan korktuğu zamanlarda dizelerinin tamamını ezberler. Gecenin bir vakti ikisinin de hatırlayamadığı bir dize uğruna, şiirleri onlar için saklayan arkadaşlarına gitmekten çekinmez. Yıllar sonra tamamladığı otobiyografisinde Nadejda Mandelştam, kişisel olanın toplumsal olan içinde eridiği yaşamını bütün çıplaklığıyla anlatacaktır.
Yaşama tutunma arzusu, kalbindeki ve zihnindeki şiir
Osip Mandelştam’ın yazdığı şiirle değişen yaşamı sadece kendisini de etkilemez. Şiirlerini saklayanlar da kaçınılmaz sondan kurtulamazlar. Çoğu işkence görür ve yerlerinden edilir. Çünkü “Mandelştam’ın düşmanı ülkedeki en güçlü adamdı.” Mandelştam, kamplarda yattığı ahşap şiltenin üzerinde hep onu görür; uykuya dalmadan önce, uyku ile uyanıklık arasında, rüyalarında. Stalin boğmaya, canavarca ağzını açıp yutmaya çalışır. Ancak o her defasında haykırır: “Cesedimi alırsın sadece, senin için yazdığım şiir beni yaşatacak.” Kasıtlı yalnızlaştırılan ve yok oluşa sürüklenen şair yazdıklarından hiçbir zaman pişmanlık duymaz. Dik duruşu ile bedensel acının ötesine geçmiştir. Yıllarca süren açlığa dayanması böyle mümkün olur. Son günlerine kadar vazgeçmediği yaşama tutunma arzusu, kalbindeki ve zihnindeki şiir sayesindedir.
Vénus Khoury-Ghata kitabıyla yalnızca Osip Mandelştam’ın yaşamını ve şiirini hatırlatmakla kalmıyor. Aynı zamanda Sovyet Rusya’da Stalin döneminin sanatçılar üzerindeki acımasız baskısının geniş açılı bir fotoğrafını veriyor. Kitap ilerlerken diğerlerini de anımsamamak mümkün değil. Yaşam ve Yazgı’nın yazarı Vasili Grossman akla geliyor mesela. Başyapıtının yaşarken basıldığını görememişti. Dev eserinin ölümünden sonra yayımlanması, yurtdışına kaçırılan kopyaları sayesinde gerçekleşebilmişti. Ya da John Berger’in Sanat ve Devrim’de anlattığı, iktidara kafa tutan heykeltıraş Ernst Neizvestny. Yıllar farklı belki fakat koşullar benzer. Hepsi sanatın ölüme inat direnişinin, baskı karşısında sesini korkusuzca yükseltişinin kanıtları. İnsan olmanın vazgeçilmez onurunun da…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.