Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sorry: Bir Özür Dileme Projesi


İyi
Toplam oy: 2138
Zoran Drvenkar
Doğan Kitapçılık

Sonrasında: Başını, bitirdiğin kitaptan hafifçe kaldırırken göz bebeklerin küçülüyor. Aynaya bakmadığın halde böyle olduğunu biliyorsun. Göz bebeklerine değil de aynaya bakma ihtiyacı hissediyorsun. Ne olur ne olmaz. Kris, Lars, Tamara ve diğerleri gerçekten yaşamadıkları için şükrediyorsun. Yoksa başka isimlerle gerçekten yaşadılar mı?

Arada: Zoran Drvenkar’ın Türkçe’ye çevrilmiş ilk romanı Sorry, Doğan Kitap’tan. Bir özür dileme projesi olan Sorry gerçekten baştan sona iyi düşünülmüş, okuyucunun psikolojisini etkileyecek görseller ve başka numaralarla desteklenmiş bir roman. Kitabın kapağının sade olması, siyah ve kırmızı renklerden ibaret olması, okuyucuya gerilim yüklü bir bilmeceyi çözmesi gerektiğini iletiyor. Çeşitli netliklerde üst üste konmuş sorry yazıları da bir şeylerin yanlış, tam oturmamış olduğunu bilinçaltına aktarıyor. Yanlış dilenmiş bir özür gibi. Yanlış kişiden veya yanlış şekilde dilenmiş bir özür. Kitabın boyutlarının alışılmış kitap boyutlarından biraz farklı olması bile üzerinde düşünülmüş bir olgu. Kitabı okuyan asla tam olarak rahat edemiyor. Her zaman “ters giden bir şeyler var” hissi, kitabı sadece elinizde tuttuğunuzda bile okuyucunun bilinçaltına işleniyor.

Sorry’nin teması suç, suçluluk duygusu ve bedelini ödeyip kurtulmak, arınmak. Vicdanını rahatlatmak. Yaptığınız ufak bir hata yüzünden hayatınız veya bir başkasının hayatı allak bullak olmuş olsaydı, dönüp özür dilemek istemez miydiniz?

Kris, Tamara, Wolf ve Frauke yirmili yaşlarında dört arkadaş. Çalıştıkları işlerde dikiş tutturamıyorlar ama bir şeyin farkına varıyorlar: Başkaları adına özür dileyebiliyorlar. Güzel bir fikir, güzel ve kontra bir reklamcılık anlayışıyla birleşiyor ve voila! Sorry, sizin için eski elemanlarınızdan özür dileyen bir ajans. İlkeli, profesyonel ve saygın. Ta ki özür dilemeleri gereken kişi bir ölü oluncaya dek.

Sorry’i diğer gerilim romanlarından ayıran en önemli unsur yazarın üslubu, konusu veya yarattığı atmosferin okuyucuyu içine çekmesi değil (fakat bu konularda kitabın başarısız olduğunu söylemek büyük bir haksızlık olurdu), Romanın en ufak detayına kadar düşünülmüş tam bir paket olması. Kapak tasarımından, bölüm isimlerine kadar her şey paket içinde çok uyumlu.

Polisiye romanlarında yazarın karşılaştığı en büyük güçlüklerden biri katildir. Çünkü yazar hem katili anlatmak, hem de kitabın sonuna dek katili gizlemek zorundadır. Bu zorlu görevi başaramayan yazarların polisiye kitapları açıkçası pek para etmez. Gerilim romanlarında ise katilin kim olduğunu gizleme sorunu polisiye romanlara görece daha önemsizdir. Gerilim romanlarında atmosfer daha önceliklidir. Bazı usta gerilim yazarları katili (veya kötü adamı) kitabın en başında bile açıklayabilir ve yine de okuyucunun ilgisini ve merakını bir an bile kaybetmez. Bu anlamda Sorry gerek atmosferi, gerek katili, gerek de okuyucuya sunduğu bilmecesiyle bir polisiye romandan daha çok bir gerilim romanı.

Öncesinde: Kitaplarınızı bir bulmaca çözer gibi okumaktan hoşlanıyorsanız; kan, vahşet ve işkence anlatımlarından uzak durmak için elinizden geleni yapıyorsanız bu kitap size göre olmayabilir. Ancak gece uykularınızı kaçıracak kadar gerilim düşkünü bir insansanız Sorry’i kaçırırsanız üzülürsünüz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.