Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Uğursuzluklarla örülü dünyanın romanı


Zayıf
Toplam oy: 814
Mehmet Eroğlu
İletişim Yayıncılık
Mermer Köşk, Demir ailesinin çalkantılı tarihine ışık tutuyor. Başta baba Hasan, anne Neslihan ve amca İsmail Demir’den müteşekkil Demir ailesi, romandaki karşılıklı/karşılıksız aşk üçgeninde kendine yer bulan kızları Öykü ve Ezgi ile tamamlanıyor.

Mehmet Eroğlu’nun son kitabı Mermer Köşk, her kelimesine kötücül bir dünyanın işlendiği tutkulu bir aşkı anlatıyor. Eski zamanları andıran ancak “modern” atmosferiyle, “aşka düşmenin” yarattığı umarsız acıyı ve sürekli çalmakta olan tehlike çanlarını betimliyor.

Son olarak, kendisiyle yapılmış söyleşi ve romanlarından alıntılanan cümleleri içeren Edebi Aforizmalar adlı kitabını okuduğumuz Mehmet Eroğlu, yeni romanı Mermer Köşk’te, tüm duygulara hitap edecek biçimde kurguladığı bir aşk serüvenini anlatıyor. Toplumsal ve sosyo-ekonomik bir eleştirinin el kitabı olarak da nitelendirilebilecek bu roman; “cemiyet hayatı”nın irite edici yönlerine, toplumda yer edinip kanaat önderi olmanın etiket üzerine kurulu bağına ve duyguların körelmesine varacak denli bir bozulmanın maddiyatla olan ilişkisine bir aşk hikayesinin penceresinden bakıyor.

Mermer Köşk, Demir ailesinin çalkantılı tarihine ışık tutuyor. Başta baba Hasan, anne Neslihan ve amca İsmail Demir’den müteşekkil Demir ailesi, romandaki karşılıklı/karşılıksız aşk üçgeninde kendine yer bulan kızları Öykü ve Ezgi ile tamamlanıyor.

Romana adını veren Mermer Köşk, romanın ana mekanını oluşturuyor. Köşkün içerisinde yer alan ve romandaki ana karakterlerden biri olan Neslihan Demir’in saplantılı bir şekilde bağlı olduğu, romanın gelişiminde de büyük bir rol oynayan bahçe de, romanın mikro mekanlarından biri. Bu mekanlar çerçevesinde İsmail Demir’in kendisine mesken tuttuğu, aileden soyutlanmasını sağlayan ev önemli… Nitekim İsmail Demir’i şeytani özelliklere yaklaştırıp, onun aileden uzaklaşmasını sağlayan bu mekan, aynı zamanda başlayacak olan iç savaşın diğer cephesini oluşturuyor.

Roman, ailenin biricik kızı Öykü Demir’le başlıyor. Ailenin iki kızından biri olan Öykü, anne ve babasının her daim üzerine titrediği, gelecekte kendisinden çok şey beklediği, ancak değişken karakterinden dolayı ailesine karşı sorumluluklarını pek yerine getirememiş biri. Kardeşi Ezgi ise, ablası ile tamamen zıt karaktere sahip, engelli olması sebebiyle de kendisini ailenin dışında konumlandıran, sarkastik ve uçarı bir tip. En başta bu iki kardeş arasında başlayıp sonrasında ailenin geri kalanına sirayet eden cepheleşme, romanın esas karakteri Uğur’un hayatlarına dahil olmasıyla geri dönülemez bir yola giriyor. Uğur, yoksulluk ve zorluklarla bezeli bir hayata sahip, deyim yerindeyse feleğin çemberinden geçmiş biri. Karmaşık ailevi sorunları ve gönül dünyasında yaşanan devinimler eşliğinde yaşayıp giderken yolu Demir ailesinin köşküne düşüyor. Uğur ve Öykü’nün (dolayısıyla Demir ailesinin) yollarının kesişmesi, üstünkörü bir bakış açısıyla, Yeşilçam filmlerinde de sıkça işlenen zengin kız-fakir oğlan durumundan ziyade, maddiyat-maneviyat sorgulamalarına, toplumsal statülerin çarpışmasına ve toplumsal aidiyet hissinin tasvirine uzanan bir çözümlemeyi beraberinde getiriyor. Az ile yetinmekle çok olanla yetinememenin, para ile saadetin, hisse senetleriyle aşk mektuplarının çarpışmasının sebep olduğu tahrip edici bir aşkı anlatıyor bu roman.

 

İmkansızın kıyısında seyreden aşk

 


Romanı salt bir aşk hikayesi olarak sunmak haksızlık olacaktır. İşin eleştirel bir boyutu da var. Bu eleştirel boyutun merkezini, Öykü ile Uğur arasındaki sosyo-ekonomik ve toplumsal farklarla birlikte, Öykü ile kardeşi Ezgi arasındaki karakteristik farklar da oluşturuyor. Şirketler, köşkler, ihaleler ve skandallarla bezeli yüksek sosyete hayatına dair nitelikli çıkarımlar, Uğur’un mensup olduğu kenar mahalle dünyasına dair zıt tahlillerin birleşimiyle, ikili arasında filizlenen aşkın bir yandan sönmesine, diğer yandan nüksetmesine dair emareleri sivri bir dille aktarıyor.


Mermer Köşk, eski zamanlardaymışız hissi veren bir dil ile başlayıp modern zamana evrilen, günümüzün siyasi atmosferini de yansıtan bir roman. Ego savaşlarına, rant sevdasına düşmüşlere bir eleştiri, aşkı çevreleyen "fena" unsurları resmeden bir tablo; aynı zamanda farklı senaryoları içeren sürpriz sonuyla şaşırtan bir metin.

 

 

 


 

 


Görsel: Nora Yeksek

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.