Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ulysses: Hangisini okuyalım?



Toplam oy: 1281
James Joyce
Norgunk Yayıncılık
Ulysses'in kendisi ile başımız belada iken şimdi bir de alternatif çeviri problemimiz oldu.

2012'nin son büyük sürprizi Ulysses'in yeni bir çevirisinin yayımlanması oldu. Kimilerince XX. yüzyılın en önemli edebiyat eseri addedilen Ulysses'in ilk çevirisi Nevzat Erkmen tarafından yapılmıştı (1996, YKY). Armağan Ekici'nin Türkçeleştirdiği yeni Ulysses, Bülent Erkmen'in albenili tasarımı ile Norgunk tarafından basılmış. Kütüphanenize yakışacak şık bir kitap. 

 

 

 

 

 

 

 

Ulysses yayımlandığı günden beri tartışmaların ve incelemelerin odağında. Bunun bir nedeni, Joyce'un bilinçli olarak edebiyat çevrelerini yüzyıllarca meşgul edecek bir metin üretme amacı, ikincisi ise basım macerası. Biraz bahsedeyim: Önce bir Amerikan dergisinde bölüm bölüm yayımlanır, sonra müstehcenlik suçlamasıyla yayını durdurulur. Kitap olarak ilk basımı ise 1922'de Paris'te gerçekleşir. Ancak Paris'te kitabı Joyce'un karmakarışık ve okunması zor el yazısından dizen dizgiciler tek kelime İngilizce bilmemektedir. Joyce'un artan görme problemleri de provalar üzerinde sağlıklı bir çalışma yapmasına engel olur. Sonuç olarak bu sancılı doğum süreci çok sayıda farklı Ulysses baskısının ortaya çıkmasına neden olur.

 

 

 

 

YKY baskısında çevirinin yapıldığı orijinal metinle ilgili bilgiye ulaşabiliyoruz: Random House, 1986 baskısı. Ancak nedense Norgunk bu bilgiyi okurlarından esirgemiş. Yayınevinden öğrendiğimize göre kaynak metin, 1993'te yayımlanan Oxford World's Classics/Jeri Johnson metni.  Bunun aynı zamanda mizanpaj olarak birinci basımın tıpkı basımı olduğunu öğreniyoruz. Bu özelliği ile de YKY baskısından çok farklı bir baskı var elimizde. Elimizde iki çeviri olduğuna göre, hangisini okumalı? Ulysses'in kendisi ile başımız belada iken şimdi bir de alternatif çeviri problemimiz oldu. Söyleşilerinden Ekici'yi Ulysses'i yeniden çevirmek gibi çılgınca bir maceraya sürükleyen motiflerden birisinin de bu olduğunu öğreniyoruz. Yani Ulysses'in aslında sıkıcı, tatsız bir metin olmadığı, tam tersine hınzırlıkları, oyunları, Joyce'un içine gömdüğü dehası ile keyifli bir metin olduğunu gösterebilmek. Lafı uzatmadan, bir yargıya da varmadan (varamadan demek daha doğru olur, zira elimde orijinal İngilizce metinler yok; ayrıca metinler olsa da çevirilere kıymet biçme yetkinliğine sahip değilim) aynı cümlelerin bu iki çeviride nasıl çevirildiklerini birkaç örnek ile aktaralım. Belki okuyucularımızın “Hangisini okuyalım?” sorusu için bir nebze faydalı olur. İlk örnekler Erkmen, ikinciler Ekici çevirisidir. Farklılıkları bulmak için bir çaba gösterilmemiştir. 

 

 

 

 

 

 

 

“Sarman, Babaç Buck Mulligan, üzerine bir aynayla ustura haçvari konulmuş tıraş sabunu köpüğü dolu tasıyla merdiven başında belirdi.” (s. 32)

“Oturaklı, toraman Buck Mulligan, merdivenbaşından dışarı çıktı, üzerinde bir aynayla bir usturanın haç gibi çaprazlandığı sabun köpüğü dolu bir tası yüklenmişti.” (s. 9)

 

 

 

“Görülebilenin kaçınılmaz kipliği: En azından bu, gözlerimin düşüncesi. Burada okuyadurduğum her şeyin, yaklaşan meddin getirdiği denizcanlılarının ve denizkazının, şu partal pabucun imzaları.” (s. 67)

“Gözle görülenlerin kaçınılmaz modalitesi: en azından bu, eğer daha fazlası değilse, gözlerim aracılığıyla gelen düşünce. Tüm nesnelerin imzalarını okumak için buradayım, denizdölü ve denizölüsü yosunlar, yaklaşan gelgit, şu paslı pabuç.” (s. 42)

 

 

 

“Mr. Bloom ölçülü adımlarla Sir John Rogerson rıhtımı boyunca vinçlerin yanından ilerledi. Windmill Lane'i, Leask'ın ketentohumu ezimevini ve postaneyi geçti.” (s. 102)

“Mr. Bloom, Sir John Rogerson Quay boyunca yük arabalarının yanından açık bir zihinle yürüdü. Windmill Lane'i, Leask'in keten tohumu presini ve postaneyi geçti.” (s. 74)

 

 

 

“İRLANDA BAŞKENTİNİN KALBİNDE  Tramvaylar Nelson Sütunu’nun önünde yavaşladılar, döndüler, cereyan kollarını değiştirdiler.” (s. 151)

“HİBERNİYA BAŞŞEHRİNİN KALBİNDE – Nelson sütununun önünde tramvaylar yavaşladılar, makas değiştirdiler, boynuzlarını başka hatta taktılar.” (s. 117)

 

 

 

 

 

 

 

“EKSİLEN RAKAMLAR KART KOKOROZLARI PEK KEYİFLENDİRDİ. ANNE ÇALAK FLO SARSAK – AMA HAKSIZ MI YANİ ONLAR?” (s. 186)

“EKSİLMİŞ UZANTILAR NEŞELİ NİNELERİ PEK KIKIRDATTI. ANNA VINGIRDARKEN FLO ZANGIRDADI – OLACAK ARTIK O KADAR, DEĞİL Mİ?” (s. 147)

 

 

 

 

“Ananaslı akideşekeri, limonlu belik, yumuşak karamela. Her yanı yapışyapış şeker bir kız bir hıristiyan kardeşin tabağına, kepçe kepçe kremalı tatlı dolduruyor.” (s. 187)

“Ananaslı bonbon, limon şekeri, tereyağlı İskoç şekerlemesi. Şekersaksaklı bir kız bir hristiyan birader için kepçe kepçe şekerleme dolduruyor.” (s. 148)

 

 

 

“Çelebi Kuveykır kütüphaneci, sadra şifa vermek niyetiyle, onlara doğru tatlı tatlı mırıldandı.” (s. 223)

“Kibarca, onları teskin etmek için, Quaker kütüphaneci kedi gibi guruldadı.” (s. 180)

 

 

 

“Pek muhterem başrahip John Conmee S.J. Kilisedeki kapalı bölmesinden aşağı inerken ışıltılı saatini gene iç cebine yerleştirdi.” (s. 260)

“Yüksek rütbeli, pek muhterem peder John Conmee S. J. ruhban bölmesinin basamaklarını inerken pürüzsüz saatini geriye, iç cebine koydu.” (s. 214)

 

 

 

“Altın ile bronz atnallarının çeliktıngırtısını işittiler. Küstahtah tahtahtah.” (s. 298)

“Sırmanın yanında kızıl naldemirlerini duydular, çelikçınçın. Münüüfübütfüf tfftfftff.” (s. 249)

 

 

 

“Arbour Hill'in köşesinde D.M.P.'den baba Troy'la laflayıp vakit geçiriyordum kin, hay Allah manyak bi baca temizleyicisi geldi de süpürgesinin sopasını az daha gözümün içine sokayazdı.” (s. 337)

“Dublin Emniyet Teşkilatı'ndan bizim Troy'la şurda Arbour Hill'in köşesinde azcık vakit öldürüyordum ağbi Allahın belası bir baca temizleyicisi çıkıp gelmez mi, az kaldı edevatını gözüme sokayazdı.” (s. 284)

 

 

 

“Deshil Holles Eamus. Bize o mihr-i dirahşanı, nur-i ilahiyi gönder, Horhorn, hayatbahşeden, meyvedar rahmi.” (s. 431)

“Deshil Holles Eamus. Gönder bize, parlak tanrı, ak tanrı, Bobohorn, canlananı ve rahimmeyvesini.” (s. 369)

 

 

 

“Genelevin, tramvayların parkesiz yan manevra hatlarındaki çıplak raylarla yeşilli kırmızılı ışıltıların ve tehlike işaretlerinin yer aldığı ön tarafındaki Mabbot Street girişi.” (s. 478)

“Geceköyün Mabbot Street girişi, girişin ön tarafında tramvayların kaldırım taşları döşenmemiş, iskelet halinde raylardan ibaret, bataklık yalazından kırmızı yeşil ışıkları ve tehlike levhaları olan manevra hattı uzanmaktadır.” (s. 411)

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Tercihim Nevzat Erkmen'den yana, bu arada Armağan Ekici'yi de kutlamak gerekir gerçekten, en nihayetinde bir dil ustası olduğu kuşku götürmez birinin 'çevirdiğini' 'yeniden çevirmeye' girişmesi dikkate değer. Erkmen'nin 'çevirdiği', bende eseri defalarca okuma isteği yarattı, bunda Joyce'un olduğu kadar çevirmenin de payı olduğunu düşünüyorum; her iki çevirmenin de ellerine sağlık demek en doğrusu yine de...

40%
60%

Ulsses'i nihayet iki ay önce okudum. Nevzat Erkmen'in çevirisiyle. Hatta Erkmen'in Ulsses sözlüğü ile beraber okudum. Okunması oldukça zor bir eser çünkü her sayfası göndermeler, benzetmeler, incilden cümleler,alıntılarla dolu. Erkmen'in Ulsses Sözlüğüne sık sık bakarak okuması zordu ama başka türlü anlaşılması mümkün değil..Bu kitap hakkında en fazla konuşulan ve makale yazılan ama en az okunan esermiş :-))

43%
57%

ikisini de kutluyorum ve önlerinde saygıyla eğiliyorum.. Ulyssesi okuma fırsatı yarattıkları için

27%
73%

Hangisi daha iyi çevirmiş diye farklı yayınevlerinden çıkmış aynı yapıta her zaman bakarım. Çevirmenin mahareti, en az yazarınki kadar önemlidir bence. O yüzden bu karşılaştırmanın yapılması çok iyi olmuş.

47%
53%

Farkettim de iki çevirinin de kendine has karmaşıklıkları olmuş. İkinci çeviri; yeni olması, kelime haznesi ve kullanımı bakımından biraz daha kullanışlı gibi gözükmekle beraber insanın aklı ilk çeviride de kalmıyor değil. Birde yeni çeviride düşük cümle kurmamaya özen gösterilmiş. Zaten yeterince karmaşık bir romanda böyle bir kolaylık iş görebilir. Paranız, boş vaktiniz ve hırsınız varsa ikisini de alın okuyun sonra eleştirisini yazın. Olmadı çevirilere bahane atmaktansa kolaysa kendiniz çevirin ya da orjinalini okumaya gayret gösterin. Çünkü Ulysses'i çeviren insanlar çok saygı değer olmalılar zaten.

46%
54%

Kargacık bir eser olduğu için kitabı çeviren her bir "çevirmeni" kafaları kırılana kadar tokuşturmakta sorun yok gibi. İkinci bir yöntem olarak İngilizce'yi Coys tadında öğrenmek gerekir -ki hiçbirimiz bebek değiliz.

51%
49%
Beğenmedim.

Kafa tokuşturur gibi "çevirmen tokuşturma"nın adı ne zaman "edebiyat eleştirisi", "edebiyat incelemesi" oldu?

43%
57%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.