Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Vikinglerden korkuyor muyuz?


Vasat
Toplam oy: 545
Snorri Sturluson // Çev. Selahattin Özkan
Yeditepe Yayınevi
“Her askerin bir komutan olduğu Vikingler ölümcül kılıçları ve baltalarıyla yurdunuza doğru geliyor, onlardan korkuyor musunuz?”

Hayır, tabii ki korkmuyoruz. Özellikle elektriğin, televizyonun icadının ardından Vikinglere gönülden bağlı olduğumuz anlar bile var. Çocukken akıllı bıdık Viki’yi, büyüdüğümüzde ejderhasını eğiten Hıçkıdık’ı ya da koltukta usulca genişleyerek Odin soyundan gelen Ragnar ile Lagertha’yı seyrederken... Ortaçağın bu amansız topluluğunun birçok karakteristiği bize bakıyor. Cesaret, akıl, irade, sadakat gibi. Aslında suyla, herhangi bir topluma göre daha haşır neşirler. Seviyoruz onları. Temiz insanlar.


İşin iç yüzü elbette böyle değil. Vikingler, tıpkı Moğollar gibi, ortaçağın en yıkıcı topluluğu. Avrupa’nın baş belası. Yağmacı. Can alıcı bu insanlar, karşı saldırıyla Hıristiyanlaşıncaya kadar durmadılar. Paris’te başarılı olamasalar da, Ragnar’ın oğlu Björn, İtalya’yı korkuyla tanıştırdı. Nice ocaklar söndürdüler, nice aileleri parçaladılar. Üzerinden geçtikleri her köyün yıkıntıları arasından ölümün dumanları yükseliyordu. Bu böyle anlatılır, ancak Georges Dumézil başta olmak üzere birçok araştırmacının dikkatini çeken, tarihin seyrini bu denli değiştiren, kentlere sığamayan yaşamları ve inanış biçimleriyle Vikingler ile ilgili ne yazık ki çok fazla kaynak yok.


Yunan tabiriyle Vikingler barbardırlar, öyle pek okuryazar bireyler değiller. Arkalarında çok fazla yazılı materyal bırakmadılar. Mitlerinden başka. Ne var ki, bu söylenceler de Hıristiyanlar tarafından derlenip toparlanmaları nedeniyle tutarsızlık ve keyfi müdahalelerle dolu. Kuzey Buz Denizi’nin etrafından toparlanan bu kaynakların en önemlileri Snorri Sturluson’un iki Edda’sı. Birisi şiir, diğeri düzyazı.


Henüz Türkçeye aktarılmayan Edda şiirleri birer balad olarak yazılmış. Tanrıların serüvenlerini aktarmak için olayların birbiri ardına hızla aktığı, araya konuşmaların serpiştirildiği bir tekniğe sahip. Bilgilerin, dinleyiciye aktarılması amacı doğrultusunda, olağanüstü yaratıklar arasında geçen diyaloglar kullanılıyor. Ayrıca neredeyse, Yunan mitolojisinin bir prototipi. Bu metinlerde Zeus, Hera, Herkül ve diğerleri mısraların arasında geziyor. İnanmıyorsanız Odin, Frigg ya da Thor’u Olimpos’takilerle karşılaştırın. Herkül’ün ateşten kılıcı varsa, Thor’un alev alev çekici var.

 

 

İskandinavların göksel masalları

 

Yunan kültürünün İskandinav destanlarına etkisi tartışılır ancak Olimpos’taki hikayelerin günümüze daha ciddi yordamlarla aktarıldığı kesin. Hem düzyazı hem de şiir olan Edda’ların sahip olduğu mizahi unsurların çokluğu dikkat çekici. Özellikle ne zaman kağıda aktarıldığını bildiğimiz Nesir Edda’yı kimin yazdığını biliyoruz: Snorri Sturluson. Kendisi şahane bir Hıristiyan. Derlediği söylencelerde, bir bakıma Vikingler, hem Tanrılardan yardım umuyor hem de onların insani ve Tanrısal yönleriyle dalga geçiyorlar.


Snorri Sturluson, ülkesinin tarihi ve söylenceleri hakkında her şeye hâkim. İzlandalı zengin bir çiftçi, siyasi önder, bir sefir ve dönemin Norveç kralı Hakon Hakonarson'un emri altında bir hizmetli. Şiir de yazan Sturluson, nesir olan Edda'yı genç şairlere bir kılavuz olarak 1220 yılında hazırlamış. Kitap, üç bölümden oluşuyor: Skaldskaparmal (Şiir Dili) ve Hattatal (Nazım Biçimleri Listesi) biçiminde. Giriş bölümünü ise Gylfaginning (Gylfi'nin Aldanışı) çatıyor.


Edda kelimesinin karşılığı tam olarak bilinmiyor. Belki de Sturluson’un köyünün adı olan Oddi’den geliyordur. Gylfaginning, bir anlamda Kuzey söylencelerinin bir özeti. Gylfi, İskandinavların ilk hakanı. Efsanevi. Burada Odin aramıza zuhur eder. Snorri, ardından, bir araya getirdiği mitolojik unsuru kurgulayarak aktarır, okura. Bu metinlerin aslına sadık olduğu bu yüzden şüpheli. Detayların yoğunluğunun, Sturluson’un mevzuya üst düzeyde vâkıf olduğunun bir göstergesi olmasına rağmen.


Kitabın ilk iki bölümü tıkır tıkır işliyor. Zaten yazarın ölümünün ardından tamamlandığı düşünülen giriş bölümünün amacı, okuru Skáldskaparmál'a hazırlamak. Bir bakımdan, genç şairlere şiir dilini öğretmek, geleneksel terimleri kapsayan geniş bir kelime haznesi kazandırmak ya da şiirleri takip edebilmeleri için şiirlerde yer alan eğretilemeleri doğru anlamalarını sağlama düzeyinde çalışılmış. Son bölüm Hattatal, ilk dönem İskandinav saray şairleri tarafından kullanılan çeşitli şiir teknikleriyle donanmış. Bu bölüm ağıtlarla doludur. İlki, Kral Hakon Hakonarson’a yakılmış. İkincisi onun kayınpederine. Sonuncusunda her iki acı bir araya gelmiş, türkü olmuş. Loki bu metinlerde başat rolü üstleniyor. Onun üzerinden dokuz dünyalı atmosfere geçiyoruz. Bu önemi biraz da Dumézil yardımıyla belirliyoruz.


Nesir Edda’da tüm doğa olayları Olimpos’ta olduğu gibi mitolojik öykülerle yakalanır. Bu anlatılarda, Viking kültürünün birer parçası olan hayvanları, ev eşyaları, ritüelleri, alışkanlıkları, hastalıkları okuruz. Her bir doğa olayı farklı bir Tanrı tarafından gerçekleştirilir. Bir güç dengesi içerisinde Tanrı ve Tanrıçalar yaşamlarını sürdürürken, biz de Norse (Kuzey’in ağzı) dilinin inceliklerini öğreniriz. Bu açıdan ayını zamanda elimizdeki, etimolojik bir kaynak. Sıklıkla yazarın araya girip sesini duyurduğu bu metinlerin sağaltılmış olduğu yönünde eleştiriler bir yana, kullanılan sembollerin, metaforların ve eğretilemelerin İskandinav mitleri bağlamında yeniden yorumlanmasına yardımcı olan bir metin. Belki de Sturluson’un amacı bu. Sıkı bir mümin olan Sturluson, ortaçağın sonlarında Orta ve Güney Avrupa sakinlerini korkutan Vikingleri, belki de Nesir Edda’sıyla biraz daha evcilleşirdi. Tüm bunlardan sonra, ortaçağda, “Her askerin bir komutan olduğu Vikingler ölümcül kılıçları ve baltalarıyla yurdunuza doğru geliyor, onlardan korkuyor musunuz?” denilseydi, “Hayır, korkmuyoruz,” diye cevap verilmesi neredeyse imkansızdı. Şükür ki bu çağda yaşıyoruz, Vikingleri seviyoruz.

 

Yakın zamanda Vikinglere gösterilen ilginin yeniden canlanmasında, 
hiç kuşkusuz, en önemli etmen Vikings dizisi. 2013’te başlayan dizi,
doksan bölümlük dev bir yapım haline geldi.

 


 


Görsel: Oğuzhan Demirel

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.