Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yalnızlığa övgü


Şahane
Toplam oy: 1363
Cem Selcen
Sel Yayıncılık
Edebiyat tarihinde bir ilk değil belki ama Türkçe yazılan romanlarda pek rastlamadığımız türden bir roman Tek Kişilik Din.

Cem Selcen, yeni romanı Tek Kişilik Din’de, polisiye bir kurgu kullanarak yalnızlık üzerine felsefi bir tartışma açıyor. Diğer romanlarında da kullandığı bu kurgu, hikayeye biraz lezzet ve heyecan katmak için. Daha önceki 1578, Saat Kaçtır Acaba ve Elmanın Suçu romanların da hep bir suç etrafında gelişiyor, ancak yazar suçtan, suçlunun kim olduğundan ziyade insanı suça iten nedenleri ya da insani arzu ve davranışları araştırıyordu.


Tek Kişilik Din, 14 Eylül 2012 tarihinde New York'ta, bir otel odasında başlıyor. Anlatıcı ve roman kahramanı Hüseyin, üç ay önce İstanbul'da işlenen bir cinayeti yazmak ve rahatlamak için almış kalemi eline. Asıl isminin Cem olduğunu düşündürecek pek çok iz bıraktığı halde, isteğine uyalım ve Hüseyin diyelim ona. 50 yaş grubunda, annesinden başka bir yakını bulunmayan yalnız bir adam. Bir zamanlar siyasi mücadeleye katılmış, tutuklanıp işkence görmüş, sonrasında mühendislik eğitimini tamamlamış, sonuçta yazarlıkta karar kılmış... Suç romanları yazıyor ama tanınmışlığı yok. Hoş, böyle dertleri de yok; rahatsız edilmeden ve kimseye değmeden geçirmeye çalışıyor hayatını. Ne var ki metropolün göbeğinde oturmayı seçmişseniz, en azından fiziksel anlamda yalnız kalamayacaksınız demektir. Nitekim haziranın ilk günlerinde geç bir vakitte evine döndüğünde komşusunun öldürüldüğünü öğrenen Hüseyin'in yalnızlığı ilga edilir. Felsefe profesörü komşusuyla yakınlığı olmadığı halde soruşturmayı yürüten başkomiser -benzer ilgileri olduğunu düşünerek- yardımını isteyecek, buna profesörün genç ve güzel asistanı Esin'in ısrarı eklenince istemediği halde soruşturmanın içine çekilecektir Hüseyin.

 

Zor bir soruşturma: Profesör ilk kurban değil. Son dört aydır çeşitli şehirlerde benzer cinayetler işlenmiş, kurbanlar aynı yöntemler ve ritüellerle öldürülmüştür. Gelgelelim kurbanlar arasında ilişki kurmak zor; dağda tek başına yaşayan ihtiyar bir adam, kendi halinde eski bir imam, bir öğretmen, bir marangoz. Tek benzerlikleri, yalnız yaşayan insanlar olmaları. Profesörün ölmeden önce defterine kaydettiği notları inceleyen Hüseyin, yalnızlık üzerine pek çok felsefi alıntıyla alıntıyla karşılaşır. Profesör Nietzsche'de iki satır aramış, sonra dönüp Dostoyevski’ye ya da Lacan'a, Spinoza'ya, Paz'a, Hermann Hesse'ye hatta Yahya Kemal'e atlamış. Geniş bir malzeme... Notları incelerken Hüseyin'le Esin arasında da bir ilişki başlar. Ancak Esin'in ansızın eski sevgilisine dönmesi Hüseyin'i bir kez daha yalnızlığa itecektir. Cinayetler ise sona ermemiştir.

 

Böyle bir ruh haliyle yeniden cinayetlerin peşine düşen Hüseyin, kendi hayatını da sorgulamaya başlar: “Sonunda yine de sevecek birşey, kendimi vecd içinde eritebileceğim bir ruh bulabilecek miydim? (...) Bilmiyordum. Ayrıca bu kadar düşünmeli miydim? Çünkü bir yandan da okuduğum her şeyde, o ekrana yazdığım her bir cümlede, benden çok daha önce, bütün bu yollara girmiş binlerce insanın tekrarladıklarını tekrarlamaktan başka birşey yapmadığımı, yapamayacak olduğumu biliyordum. Sakallarım uzuyor, günler böyle sürüp gidiyordu. Ta ki bir gece yine bardan çıkıp evde uyanmayışıma kadar." Hüseyin bilmediği bir yerde, elleri kolları bağlı olarak uyanmış, aradığı katillerle sonunda yüz yüze gelmiştir. Artık çok daha yakıcı bir tartışmanın içindedir; hayatı için mücadele edecektir...

 

Cemaatler çağı

 

Selcen'in polisiye ile felsefeyi bir araya getirdiği Tek Kişilik Din romanının kurgusunu ve anlatımını başarılı buldum. Hikayenin merak duygusu ile tartıştığı felsefi konular çok iyi dengelenmiş. Özellikle son bölümde din, cemaat ve birey temalı felsefi tartışmalarda anlatının felsefi bir metne dönüşmemesinin en önemli nedeni, Selcen'in roman kahramanının akıbeti konusundaki merak ve beklentileri diri tutan kurgusu. Böyle bir kurgu Tek Kişilik Din’i polisiye yapmıyor ama polisiye tadı sağlıyor. Edebiyat tarihinde bir ilk değil belki, ama Türkçe yazılan romanlarda pek rastlamadığımız türden bir roman.

 

Cinayetlerin cemaatlerle bağlantısı da, kuşkusuz çoğu okuyucunun romanı güncel siyasi ve toplumsal meselelerle ilişkilendirmesine yol açabilir. Ne var ki Selcen dünya malına ve iktidarına talip cemaatlere göre çok daha sofistike bir cemaat tasarlamış. Felsefeyle uğraşan, yeni dünya düzeninde sözü olan bir cemaat bu. Bir romanın gerçekliğini dış gerçeklikle sınamak doğru olmaz. Buna rağmen dış dünyadaki bilgileri bir kenara bırakmak kolay değil. Tek Kişilik Din’deki oluşumun cemaatler hakkındaki bilgi ve kanaatlerimizle uyuşmaması, zaman zaman hikayenin inandırıcılığına olumsuz etkide bulunuyor. Yine de hikayenin sürükleyici unsurlarından olmasına rağmen cemaatlere fazla takılmayalım. Onların romana katılma nedeni Selcen'in tartışmak istediği meseleler için iyi bir başlangıç noktası oluşturmaları. Tek Kişilik Din’in belki de en aksayan yanı ise, kahramanın kendisi. Hikaye ve temalar açısından pek rastlamadığımız türden bir roman, oysa kahraman, 2000'li yılların romanlarında neredeyse "stereotip"leşmiş türden bir karakter. 80’in yenilgisi ile kolu kanadı kırılmış, yalnız kalmış, duygulu, iktidar talebi olmayan, aşkı arayan küçük burjuva entelektüel erkekler öylesine sıklıkla işlendi ki, sahneye adım attığında "Bu romanı okumamış mıydım?" duygusu uyandırıyor. Doğrusu bu "arızalı" roman kahramanının yalnızlığının bir seçim mi, yoksa içine düşülen bir durum mu olduğu da tartışılabilir.

 

Tek Kişilik Din’de felsefi ve edebi metinlerden çokça alıntı bulacaksınız. Alıntı sayısının çokluğu kurmaca yapıyı biraz zorluyor, ancak hakkını teslim etmek gerekir; alıntıların iyi seçildiğini ve yerli yerinde kullanıldığını söyleyerek, hiçliği yenecek, dünyayı ve insanı özgür kılacak bir felsefe arayışındaki profesörün notlarından bir alıntıyla bitirelim: “Bütün dinler ve birlikte çeşitli törenler yaparak ayakta durmaya çalışan kurumlar birer karikatürdür artık. İnandırıcılıkları çoktan kaybolmuş, bu yüzden de sözümona amaçladıklarının tam da tersine, bu dünya üzerinde hiçliğin daha fazla egemen olmasına sebep olan kurumlara dönüşmüş haldeler. Ama hiçliğin beni parçalamasına izin vermemem gerekir. Yoksa insan yaşamı, medeniyeti yokolur. Evet! Tanrı yoksa herşey mübahtır. Bizim burada, ayakta durmamız için, tekrar değer yaratmaya ve inanmaya ihtiyacımız var. Evet! Yeni bir dine ihtiyacımız var. Bu din, tüm öteki dinlerin aksine, insanları ona katılmaya çağıran bir din olamaz artık. Bütün o katılımlar, o devasa cemaatler, bütün o dinsel tasvir ve hareketler gerçek değil artık. Onlar yok. Çünkü hepsi biraraya gelince, bütün o çoğalmış insan grupları, ilk önce özü yokediyor sonra da hiçliğin egemen olmasını sağlıyor. Bu yüzden yeni din tek kişilik olacak.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.