Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yazarlara fısıldayan kediler


Şahane
Toplam oy: 794
Özlem Anar
Çınar Yayınları
Hemingway, Elliot, Dickens, Burroughs, Gaiman, Chandler, Highsmith, Capote, Plath... Satırlarca devam edebilecek bu yazarlar listesi tesadüf olabilir mi?

Evet hepsi yer, içer, kumuna hazine değerinde bıraktığı şeyleri saklar, oyun oynar ve çoğu zaman uyur. Dışarıdan bakıldığında yeterli bir özet. Tek bir noktayı saatlerce yalarken insanı hipnotize etmesi, konuşmasa da bir şekilde onun isteklerini yerine getirdiğinizi asla fark ettirmemesi, kendine ait bir köşeyi daima kapması, aciz insanoğlunun göremediği şeyleri görmesi, sizi delirtecek insafsızlıkta yerlere eşya atıp durması, yan etkisiz bir ağrı kesici ve mükemmel uyku arkadaşı olmasıysa yalnızca dikkatli gözlerle bakanların gördükleri bir şey... Yalnızca bakmakla kalmayıp onları duyanlarsa, işte onlar yazarlar. Hemingway, T. S. Elliot, Dickens, Burroughs, Gaiman, Chandler, Highsmith, Capote, Plath... Satırlarca devam edebilecek bu yazarlar listesi tesadüf olabilir mi? Elbette değil. Kedilerin öyküler fısıldadığına inanan insanlar için hiç değil. Bu listenin bir yerinde hayatını neredeyse kedisiz geçirmemiş Murakami de var elbette. O da, hemen her kitabında, kedilerinden birini bir şekilde kaybetmeyi başarır. Murakami’nin Kedisi kitabının kahramanı Lal, işte o kayıp kediyi bulanlardan biri.



Sıkı bir Murakami hayranı olan Lal, yazarın Pera Palas’a geldiğini öğrenince soluğu orada almakta gecikmiyor elbette. Fakat kedisinin kaybolmasıyla sinirleri gerilen ve oldukça küstah tavırlar sergilemeye başlayan yazara öfkelenerek hayal kırıklığıyla çıkıyor otelden. Çıkmasıyla Murakami’nin kedisini bulması bir oluyor Lal’in ama o kadar kızgın ki Murakami’ye, kediyi alıp öylece uzaklaşıyor oradan. İşte tam olarak böyle başlıyor Murakami’nin Kedisi’ndeki olaylar... Kocasıyla problemleri olduğu için kendini arkadaşının evine atan Lal yalnızca kediyi çalmakla kalmaz, bir Çek cadısı, bir Japon edebiyatçı ve bir Yunan papazın arasında dönen fantastik bir hikayenin kahramanlarından biri olur ister istemez.



Aylin Oflaz, yalnız büyülü gerçekçiliğin keyifli bir örneğini sunmakla kalmıyor böylelikle, aynı zamanda Murakami’nin büyülü dünyasını da kendininkine yedirmeyi başarıyor. Bunu da yine bir kedi; ilk adıyla Mao Ra, sonradan aldığı isimlerle Tsunami ya da Tom sayesinde yapıyor. (Tüm kitaba yayılan ismiyle biz ona Tom diyelim.) Tom, bilişsel olarak bağlandığı Murakami’ye anlattığı hikayelerle onun ünlü bir yazar olmasını sağlamıştır. O dahiyane fikirlerin hepsi Tom’dan çıkar yani. Murakami ün kazanmaya başladıktan sonra Tom’a bağlılığı giderek artar ve onsuz kalmamak için elinden gelen her şeyi yaparken kediyi neredeyse bir esir haline getirir. Aslında tüm bu olayların sebebi, Tom’un Murakami’den almak istediği intikamdır.

Aylin Oflaz’ın bu ilk kitabı, “büyülü gerçekçi serinin” de ilk kitabıymış aynı zamanda. Yedi kitaplık bu serinin devamı Bram Stoker’ın masasında geçecekmiş.


bkz. Schrödinger’in kedisi

 

Özlem Anar’sa, İhsan Oktay Anar ile kedileri Kopil’in ağzından anlatıyor öyküsünü Âşık Kedi’de. Kopil, hikayesini en başından kendisi anlatıyor, yani böylece, yazının en başındaki soruların cevabını da muhatabından dinlemiş oluyoruz. Neden tüylerini uzun uzun yaladıklarını, neden dışkılarını örttüklerini ve eşyaları neden yere attıklarını... Elbette yalnızca bu değil. Yalnızca sevgimizi aktardığımız, iyi olmaları için çaba gösterdiğimiz, hastalıkta ve sağlıkta diye yemin bile etmeden hayat boyu yanlarında olacağımız sevgili hayvanlarımızın bizim hakkımızda ne düşündüğünü bilsek hayat epey ilginç olmaz mıydı? İşte Kopil bunu bizim için yapıyor. Yalnızca bunu da değil, insanların hayvanlara olan davranışlarını, nasıl yanlış anlaşıldıklarını, hatta kullanıldıklarını (bkz. Schrödinger’in kedisi) anlatıyor.

 

 

 

Peki fısıldadıkları? Bu kısmı güzel bir tesadüf, zira Kopil’in de bir masalı var; üstelik bu masalı rüzgardan dinleyip aktarıyor bize. Zamanın birinde, yerinin neresi olduğu belirsiz bir ülkede yaşayan isimsiz insanların hikayesini anlatıyor kedi. Sayısız renk ve kokularla beslenerek yaşayan doğanın sesiyle konuşan insanların ülkesi burası. Ama evrenin entropi olarak bilinen acımasız yasasının, gezegenin sonunu getirmeye başladığı öğrenilir. Başka dünyalarda da akrabaları olan tek varlık Rüzgar topluluğa yol gösterecek, böylece şimdiye kadar olmamış bir şey gerçekleşerek fikir ayrılığı yaşayan iki topluluğun başına iki lider isim alarak gelecektir: Kozmos ve Kaos. Kopil bir yandan kendi hikayesini anlatırken diğer taraftan rüzgarın fısıldadığı Kozmos ve Kaos’un dengeyi bulma macerasına eşlik eder.



Biliyorum, Murakami’nin Kedisi’nde Murakami’nin izini aradığı gibi Âşık Kedi’de de gözleri İhsan Oktay Anar’ı arayacaklar olacaktır. Bu onun hikayesi değil ama Kopil’in anlattıkları emin olun sizi bir miktar tatmin edecek.

 

 

 


 

 


Görsel: Gökçe İrten

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.