Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yıkarak ilerleme internetle birlikte tarihe mi gömülüyor?


İyi
Toplam oy: 1526
Jean-Claude Carriere, Umberto Eco
Can Yayınları

Elektronik kitap ‘gerçek’ kitabın yerini alıyor mu? Yayıncılık değişiyor mu? Biz kitapseverler için kağıda basılı kitapları kütüphanemize dizip onları izleyemedikten, elimize alıp koklayamadıktan sonra okumanın ne anlamı kalacak diye hayıflanmaların çoğaldığı günlerde Can Yayınları’nın yeni kitap dizisi Kırkmerak’tan çok ilginç bir kitap yayımlandı.

Umberto Eco ve Jean-Claude Carriere’in ‘Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın’ başlıklı uzun söyleşisini Jean-Philippe de Tonnac yönetmiş. Umberto Eco, ünlü bir göstergebilim profesörü, yazdığı romanlarla seksenli yıllarda dünyada çok satan listelerine girmiş "Gülün Adı" ile haklı bir edebiyat şöhretine kavuşmuştu. Tarihsel roman parodisi, postmodern roman tartışmalarında söz alan Eco, "Foucault Sarkacı" romanında da gizem meraklılarına çok hoş bir tarihsel macera parodisi sunmuştu. Daha sonraki yıllarda "Da Vinci Şifresi" ile Dan Brown ve muadillerinin estireceği fırtınayı hem önceden kestirmiş hem de inceden dalgasını geçmişti. Jean-Claude Carriere ise senarist, tiyatro adamı ve bir entelektüel. Eco ile kitaplardan söz ederken tüm bir insanlık tarihini çiçek dürbünü şekilleri gibi çeşitli açılardan ve renkli bir şekilde gözler önüne seriyor. 


Birbirinden ilginç bölümlerden oluşan söyleşinin başlangıç noktasını e-kitap oluşturuyor; ama konu hemen internetin kendisine geliyor: giderek yaygınlaşan, gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelen internet teknolojisi üzerine yapılan her yorum daha yayınlandığı gün eskimeye mahkûm olsa da Eco ve J.-C.Carriere’in söyledikleri son derece ilginç ve ufuk açıcı. Ekran karşısında kitap okumanın zevk için olmaktan çok pratik nedenlerle yararlı olabileceğini vurguluyor Eco, bir hakimin görülen bir davaya ait 25000 dosyayı bir e-kitabın belleğine yerleştirirse evine daha kolay götürebileceğinin aşikar olduğunu söylüyor. Tabii internet üzerinden kitapların satılması, yayılması ve okunmasının yarattığı en önemli değişikliğin klasik yayıncılığın dönüp dolaşıp takıldığı sorunu, dağıtım meselesini bir çırpıda aşabilmesi olduğunda herkes hemfikir. Tabii kopyalanmanın getirdiği başka sorunlar da yok değil. Ama Eco ve J.-C.Carriere olaylara çok daha geniş bir açıdan bakıyorlar, yüzyıllar ve kültürler üzerinden.


Eco ve J.-C.Carriere’e göre kültür denilen süreç aslında bir eleme, yok etme işleminden oluşuyor. Kültürler unutarak, eleyerek hatta yok ederek  bina edildi diyorlar. Bunun çok hüzün verici bir tarafı da olduğu ortada. Birçoklarına göre zaman en iyi eleştirmendir, oysa onun eleğinin üzerinde kalanların gerçekten değerli olduğuna dair inancımızı da gözden geçirmemiz gerekir. Çünkü zamanın eleği ateşle kılıçla yok ederek çalışıyor. Kültür çoğu zaman acımasız bir yok etme işlemine dönüşüyor. Amerika’ya uygarlığı götüren İspanyolların koskoca Aztek ve Maya uygarlıklarını (tomarlarca el yazmasını yakarak) yok edişleri, Haçlıların Kudüs’e girdiklerinde yaptıkları yıkım, Moğol istilasında yakılıp yok edilen Bağdat, Amerika’nın Irak işgali sırasında yağmalanan müzeler, Mao’nun Çin’de yaptığı kültür devrimi örneklerin çok az bir kısmını oluşturuyor. Zamana karşı direnebilmiş olanlar mı en değerlilerdir? Bu çok can yakıcı bir soru. Çünkü savaşlar her yerde şaşmaz bir şekilde kütüphaneleri hedefliyor. Kültürü, dili yok ederek ötekinin kökünü kazıyan insanoğlu kendi ait olduğu kültürün bu şekilde sonsuza dek yaşayacağını sanıyor. Zaman zaman mağaralarda saklanmış kütüphaneler ile ortaya çıkan kaybolmuş diller veya incelenmeyi bekleyen binlerce Aztek piramitleri insana heyecan vermiyor değil ama günümüzde kültürün bu kadim yok edici, silici işlevinin ne olduğu ve olacağı sorusu çok daha ilginç.


Çünkü artık internet var!


Bir kez sayısal ortama çevrilmiş olan bilgi sonsuzca çoğalıyor, dünyanın her yanına yayılmış bilgisayarlarda, sanal belleklerde, hatta kişisel USB belleklerde depolanmış bir şekilde duruyor. Yani artık insanları, olayları, düşünceleri silmek, yok etmek mümkün değil. Stalin zamanında Troçki’yi fotoğraflardan kazıyarak yok edebilmişti ya da Çin kendi milliyetçi çıkarlarına uygun bir Tibet tarihi yazabilmişti ama bugün bu artık mümkün değil. Örnekler elbette bize de uzanıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Anadolu’nun en eski uygarlıklarının Türk olduğunu kanıtlamayı hedefleyen tarih tezlerini hatırlatıyor Eco. Artık bu tür absürdlükleri savunabilmek pek de mümkün değil. Tabii işin siyasal yönü var ama akademik yönü de çok önemli. Bilgi, kaynağının güvenilirliği ve bağlamı ile anlamlıdır. Eskiden bir konuda başvurulan bilgi kaynağının işin uzmanları tarafından (hakemli dergiler, uzman komisyonların hazırladığı ansiklopediler, saygın akademik kişilerin yazdıkları ve saygın yayınevlerinin saygın editörlerince onaylanmış kitaplar) denetlendiği konusunda içimiz rahattı. Yani birileri kültür adına neyi eleyip neyi önemseyeceklerine karar vermiş olurlardı. Oysa şimdi internete ‘bilgi girmek’ herkesin yapabildiği bir iş. İşin ilginç yanı wikipedia gibi doğruluğu Britannica gibi saygın ansiklopedilerle bilimsel olarak kıyaslanan uygulamalar var. Yazarlarının anonim olduğu devasa bir ansiklopedi. Yaratıcılığın unutuşla mümkün olduğunu söyleyen Eco ve J.-C.Carriere’e göre yeni dönem internet gibi bir ebedi bellekle birlikte Borges’in sözünü ettiği her şeyi en ince ayrıntılarına kadar hatırlayan adam Bellek Funes gibi katatonik bir duruma da gidebilir ya da her zaman olduğu gibi insan bizi şaşırtmaya devam da edebilir.


Son zamanlarda yapılmış en güncel tartışmalardan biri “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın” kitaplar, internet, kültür ve insanlık üzerine heyecanla okunan bir kitap.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.