Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yürüyerek Yazan Virginia Woolf


Zayıf
Toplam oy: 181
Sahaflarda bulduğum bir kitaptan söz edeceğim. Yaratıcı yazma teknikleri üzerine bir kitap. Gelin görün ki baş rolünde Virginia Woolf var; ruhundaki tüm acıyı, kederi, insana yönelik kırgınlığını, küskünlüğünü yazıya dökerken ilhamını yürümekten alan Woolf…

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir. Yazmak niçin resimden, müzikten, heykelden ya da oyunculuktan, yani tüm öteki sanat disiplinlerinden farklı olsun ki? Okumak bile tek başına bir öğrenme süreci olabilir. Tabii, ‘okur’ özelliğinizi unutup okuduğunuz şeye başka bir gözle bakmayı denerseniz... Vladimir Nabokov’un ‘Lolita’sını ele alalım; büyük bir romandır, büyüleyicidir. Okurken bir yandan yazarın size ne anlatmaya çalıştığını, dili ne kadar ustaca ve güzel kullandığını düşünürsünüz, bir yandan da şu ezeli masumiyet-deneyim, kirlenme-arınma ikilemlerini ortaya koyan sahnelerle altüst olursunuz. Sıradan bir okursanız, anlatım teknikleri üzerine fazla kafa yormazsınız, bunu yaptığınızda okumak zevk olmaktan çıkıp ders haline gelir. Fakat eğer birinci tekil şahıs diliyle anlatılan bir roman yazmayı planlıyorsanız, ‘Lolita’ gerçekten de sıkı bir ders metnidir.”

*Gerçek olan sadece sözler
Uzun lafın kısası, Michael Chabon’a göre, gelecekte yazar olmayı istiyorsanız dersleri herhangi bir başka eğitmenden falan değil, doğrudan Vladimir Nabokov’dan almanız şahane olacaktır. Bunun için en yakın kitapçıya gidip evinize cilt cilt Nabokov romanlarıyla ve onun harikulade ders notlarıyla dönmeniz yeterlidir. Şahsınıza özel bir yaratıcı yazma atölyesine başlamaya artık hazır olursunuz.
İşte bu fikirden doğan bir kitap var elimde. Timaş Yayınları etiketiyle çıkmış kitabın adı, Virginia Woolf’tan Yazarlık Dersleri, yazarıysa Danell Jones. Jones eğlenceli ve çok faydalı bir “yaratıcı yazarlık sınıfı” kurmuş kitabı için. Sınıfında sessiz sakin öğrenciler de var, Ani DiFranco tişörtlü, rasta saçlı, fırlama olanlar da. Onların karşısına çıkardığı öğretmen de dantel yakalı, inci kolyeli, uzun dar etekli, zarif, soğuk ve nadiren güldüğü için güldüğünde özellikle büyüleyici göründüğünü hayal ettiğim Virginia Woolf.
*Bir kalemin peşinde
Sınıf, öğrenciler, Virginia Woolf, yaratılan durum, hepsi düşsel elbette, hepsi kurmaca. Gerçek olan sadece Woolf’un sözleri. Çünkü Jones bu küçük kitaptaki düşsel dersleri, Woolf’un günlüklerinde, mektuplarında, denemelerinde, öykülerinde ve elbette romanlarında yazdıklarını tarayarak, yani onun gerçek cümlelerinden yararlanarak oluşturmuş. Danell Jones’un atölyesi, “Yazma alışkanlığı kazanmak”, “Çalışmak”, “Üretmek”, “Yürümek”, “Okumak”, “Yayınlatmak” ve “Şüphe Duymak” başlıklı yedi dersten oluşuyor.
Müfredatta ‘Yürümek’ adlı bir ders olmasına şaşırdınız mı? Kitabı okursanız, Virginia Woolf’un “kutsal sırrı” olan yürümenin bir yazar adayı için ne kadar mühim bir etkinlik olduğunu anlarsınız. Bakın ne diyor orada Woolf: “Bazen insan kendini ‘bir kalemin peşinde tutkuyla ilerlerken bulabilir. Böyle bir bahane icat etmişsek, bir süre sonra kendimizi Londra sokaklarında yürürken buluruz. Kendimizi, şehir hayatının belki de en zevkli, ama kış şartlarında epey zorlaşan bu yanına teslim etmemiz kaçınılmazdır. Gürleyen şehrin sokaklarını avare gezmekten, kalabalığın arasına karışmaktan, şehir yaşamının ahenkli seslerini dinlemekten daha haz verici ne olabilir?”
Şahsi fikrim de yürümenin hakikaten çok işe yaradığı hatta neredeyse her işe yaradığı yönünde. Ama bunları benden değil, ‘öğretmeninizden’, üzerinde eskimiş eflatun bir elbise bulunan, parmakları mor mürekkep lekeleriyle bezeli Bayan Woolf’tan dinlemenizin daha iyi olacağını hissediyorum. Başka şaşırtıcı teknikleri de var Woolf’un. Meğer en sevdiği oyunlardan biri, insanları izleyip onlara düşsel hayatlar kurgulamakmış. “Kalabalık bir yerde oturup yoldan geçen insanlar hakkında hikayeler yaratın,” diyor mesela, “Elinde pazar sepeti olan şu kısa boylu yaşlı kadın bir zamanlar güzellik kraliçesi seçilmemiş miydi? Şurada duran ve üzerinde ekoseli elbise olan adam azılı, iflah olmaz bir kumarbaz değil miydi?”
Ölü bile olsa büyük bir yazardan edebiyat dersleri alınabileceği fikri hakikaten şahane. Danell Jones’un önsözde yazdıkları ne kadar doğru: “Kim büyük bir yazarla sohbet etmenin hayalini kurmamıştır ki? Shakespeare’le oturup bir şeyler içebilsek, bir öğleden sonra Brontë Kardeşler’le kırlarda yürüyüşe çıksak ya da bir akşamüstü beş çayında Jane Austen’a misafir olabilsek, yıllardır hayranlıkla okuduğumuz oyunların, şiirlerin ve romanların nasıl yazıldığını da öğrenebilirdik belki.”
Sahi siz hangi yazardan yaratıcı yazma dersi almak isterdiniz?

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.