Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zavallılar ve özgür bir "canavar"



Toplam oy: 1362
Alasdair Gray
Sel Yayıncılık

Bir fanusta karar verecek kadar olgunlaştırılmış, ama dışarıdan hiçbir dayatmayı ezberine almamış bir beyin ürettiğinizi düşünün. Hiç kirlenmemiş, gazete manşetlerine, dayatılmış ahlak kurallarına, toplumsal korkulara maruz kalmamış bu gencecik beyni alın ve ona dünyayı gösterin. Acı çekenleri, zenginlik içinde yaşayanları, kadınları, erkekleri, çocukları, zulmedenleri, ezilenleri, ezenleri, mülkiyeti, baskıyı, özgürlüğü gösterin ona. Dünyanın bütün köşelerinden birer sahne gösterin yalnızca, hiçbir şey demeden. Ve sonra bırakın o karar versin kimden yana olacağına, kimi koruyacağına, nerede saf tutacağına.



Hepimiz bunun cevabını merak ediyoruz aslında içten içe. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, aklımızın içindeki her düşünce, en ufak düşünceler bile anılarla sarılmış, başkalarından duyduklarımızla şekillenmiş, yani her şey öğretilmiş… “Özgür irade yoktur” da denilebilir tüm bunlardan yola çıkıp daha popüler bir ifade kullanmak isteyecek olursak. Peki ya gerçekten özgür irade olsaydı, ya gerçekten özgür irademizle bir seçim yapmak mümkün olsaydı?



Alasdair Gray, o muhteşem anlatımıyla tam olarak bunu sorguluyor aslında Sel Yayıncılık’tan çıkan “Zavallılar” isimli eserinde. Zavallılar, İskoç yazarın en önemli eserlerinden biri ve “Frankenstein temasının bütünüyle özgün bir versiyonu”. Dâhi, tuhaf görünümlü, asosyal doktor Godwin Baxter bu dünyada kendisini sevecek, kendisinin olacak tek kadını yaratmaya girişiyor. Onun yoksul ve yine asosyal arkadaşı McCandless ise dostunun yarattığı ve ölümüne sahiplendiği bu “ev yapımı” kadına delicesine âşık oluyor. İkisi kendilerine ait olduğunu sandıkları bu güzel kadını paylaşmak için savaş veriyor vermesine ama bu, hikâyenin yalnızca başlangıcı.

 

 

Bir canlı yaratmak

 

Bir canlı yaratmak genellikle daha fantastik kurgularla çıkar karşımıza. İnsan eliyle yaratılan canlı öyle ya da böyle canavarlaşır; insanlara, yaratıcısına düşman olur. Çünkü -Frankenstein örneğinde de olduğu gibi- yaratıcı, yarattığının duygularını önemsemez, yarattığını hiçe sayar, onu yalnızca kendi çıkarları için yaratmıştır ve yarattığı şeyin de bir “canlı” hatta “insan” olduğunu unutur çoğu zaman. Ama Zavallılar’ın yaratıcı doktoru Godwin Baxter’ın bir insan yaratmasını sağlayan motivasyon diğerlerinden biraz farklıdır; zavallı Baxter’ın tek arzusu, bir kadın tarafından koşulsuz sevilmektir. Bu yüzden yarattığının duyguları, onun için her şeyden önemlidir.


İşte bu yüzden, Alasdair Gray bir canlı yaratmanın daha önce pek çok edebî eserde ve sinema filminde rastladığımız terminolojisinden yola çıkmış olsa da, bizi bambaşka sonuçlara götürüyor bu defa. Yaratan yine kendi çıkarları için bir şey yaratıyor; ama bunun dışında her şey yer değiştiriyor. Yaratılan değil, yaratıcı bir canavara benziyor; pamuk gibi bir kalbi, zehir gibi bir aklı olan deha bir canavara… Yaratılan ise bir “canavar” olmaktan çok uzak; herkesin hayran olduğu, hiç kimsenin saflığını, kararlılığını, yer yer hoyratlığını, netliğini ve güzelliğini görmezden gelemeyeceği bir kadın. Üstelik yaratılan yaratıcısına bağımlı da değil; hatta bağlı bile değil… Aralarındaki ilişki tek bir zorundalığa, zorbalığa, zorunluluğa dayanmıyor. Yaratanın çıkarları kayboluyor, bambaşka bir ilişki çıkıyor ortaya. Yaratanın tavrından hızla çıkıyoruz ve yaratılanın “kimi seçeceğini” merakla izliyoruz. Yaratılan bu güzel kadın, nesnelikten çıkıyor ve etkin bir özneye dönüşüyor.


Herkesi hayran bırakan, ancak asla “kusursuz” olmayan, tıpkı sıradan bir insan gibi kusurlarıyla hayran kalınan, insan eliyle yaratılmış bu kadının adı Bella. Ve, -Zavallılar’ı şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla okumamızın en önemli sebebi belki de bu- Bella bugüne dek yaratılmış en özgür canavar! Ve bu özgür canavar, sadece özgür değil, aynı zamanda politik de! Belki de politik olmamanın imkansız olduğu, apolitikliğin dahi politik bir anlamının olduğu bir dünyada yaşadığımız için. (Ve tarih boyunca da bu hep böyle olduğu için.)


Ve dünyanın gerçek yüzünü gördüğü ilk andan itibaren onu değiştirmek için bir fikri olan Zavallılar’ın pek de zavallı olmayan güzel canavarı Bella bize tarihin içinden şöyle sesleniyor: “SENİN yaşadığın dünya, sevgili gelecek çocuğu, daha sağlıklı ve mutlu bir yer olacak. Berhudar ol.” Umutlu, politik, güzel, güçlü ve hayatını geleceği değiştirmeye adayan feminist bir “canavar”ın hikâyesi Zavallılar.

 

 

Yazar değil "editör"

 

Zavallılar bize yalnızca insan eliyle yaratılan bir başka insanın fantastik hikâyesini anlatmıyor. Yaratım dışında gerçek olmayan tek bir şeye bile rastlayamıyorsunuz kurguda. Zavallılar bize, bu el yapımı güzel canavarla ilgili değil, dünyayla ilgili, insanla ilgili bir şeyler anlatıyor; bu yüzden de tarihî bir belge gibi sunuyor tüm romanı. Alasdair Gray kendini asıl hikayenin editörü gibi tanıtıyor; okuduğumuz kitabın asıl adı da “Bir İskoç Tabibinin Eski Yaşamından Sahneler”. Kitap aslında hikâyenin başkahramanlarından biri olan Doktor Archibald McCandless tarafından 1900’lerin başında yazılmış ancak o zamanlar yayımlanmasına bir şekilde engel olunmuş. Anlatılanlar “gerçek” ancak “tartışmalı”. Yıllar sonra ortaya çıkan çok önemli tarihî bir belge bu kitap. Alasdair Gray ise bu hikâyeyi bulup dünyayla paylaşan editör yalnızca. Sadece bir hikâye değil, bu hikâyenin üzerine tartışmaları, hikâyeyi doğrulayan delilleri de paylaşmış “editör” Gray kitabın sonundaki “Eleştirel ve Tarihsel Notlar” kısmında.


Bu hikâyenin kahramanlarının okuyucunun aklından kolay kolay çıkmayacağı kesin. Bella, Baxter ve McCandless hayatımızın içinde bir yere oturtacağımız, bir şekilde hayatımızın içinde bir şeylerin simgesi haline gelen edebî karakterler. Kitaptaki yazara ait çizimler de karakterlerin aklımıza işlenmesine katkıda bulunuyor. Alasdair Gray’in Türkçedeki eksikliği zaten hissediliyordu, Zavallılar okunduktan sonra daha çok hissedilecek. Umuyoruz ki Zavallılar, İskoç yazarın geç de olsa Türkçede yayımlanacak olan diğer eserleri için de bir işarettir.

Yorumlar

Yorum Gönder


Yusuf Kurçenli'nin "Raziye"sini hatırlattı.

48%
52%

çok başarılı bir kitap

30%
70%
Beğenmedim.

Eleştiriden anlaşıldığı kadarıyla, bu kitabın fantastik hikayeler ile kıyaslanmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. İnsan tarafından yukarıda anlatılan biçimde yaratılan (yani öykü içerisindeki bilim/teknolojiye dayandırılan bir yaratım) bir canlı varlık (irade sahibi olsun veya olmasın), o hikayenin tek başına fantastik bir öykü olmasının nedeni olmaz, aslında ilk bakışta öykünün bilimkurgu türünde olduğu yönünde bir izlenim uyandırır.

37%
63%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.