Dosya Arşivi
Dosya // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Taşra, edebiyattan sinemaya geçişin en kestirme yoludur. Orada zaman, mekân ve insan sinematografik anlamın bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir derinliğe sahiptir. Ancak bu derinlik çoğu zaman bir daralmayı, dışa kapalılığı, durağanlığı, kasvetli ve sonu gelmez bekleyişleri de içinde taşır. Bu yönüyle İnsanoğlunun ebedi yazgısını, ilk sürgün anını hatırlatan ihsaslarla doludur taşra.
//php print_r ($fields); ?>
Yeni bir yıl, yepyeni bir yıl… Başlangıçlar önemlidir ve nasıl başlarsan öyle gider. Her pazartesi başladıkların küçük bir adımdır ama ocak ayında yaptığın başlangıçlar daha büyüktür. Geçen yılı unut, kaç yaşında olduğunu da… Pırıl pırıl bir yıl var önünde… 365 gün, 12 ay, 52 hafta, 8.760 saat, 525.600 dakika… Bunları, seni sayılarla sıkmak için söylemiyorum.
//php print_r ($fields); ?>
Roberto Arlt (1900-1942), Yedi Deli Adam’ı henüz 29 yaşındayken yayımlıyor. Libération gazetesinde yayımlanan yazısında Philippe Lançon, Arlt’ın kaleminde “...
//php print_r ($fields); ?>
Ferhan Şensoy henüz genç bir tiyatrocuyken, yakın tarihimizde “Kanlı 1 Mayıs” adıyla anılan 1 Mayıs 1977 gününü kara mizahi bir dille, bir mahalle anlatısı olarak Kazancı Yokuşu başlığıyla kaleme alır. Bu uzun öyküsünü kitap olarak yayımlatmak istemektedir Şensoy (ki yayımlatır da sonrasında) ama daha öncesinde ustası Haldun Taner’e okutur yazdıklarını, fikrini almak için.
//php print_r ($fields); ?>
John Berger ve Selçuk Demirel işbirliğine daha önce Kıyıdaki Adam (1998), Katarakt (2011) ve Duman (2016) gibi kitaplarla tanık olmuştuk.
//php print_r ($fields); ?>
Dünya savaşlarının geçtiğimiz yüzyıl boyunca Avrupa’ya yaşattığı travmanın izlerini sürebileceğiniz Kallocain şubat ayında Profil Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Eser verdiği yıllarda döneminin gelenekçi edebiyat kamusu tarafından pek rağbet görmemiş olsa da Karin Boye İsveç edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor.
//php print_r ($fields); ?>
Yıl 1662. 29 Eylül, Pazartesi günü, İngiliz günlük yazarı Samuel Pepys Londra’da Shakespeare’in A Midsummer Night’s Dream’ini seyretmeye gidiyor ve tiyatrodan seyrettiklerinden zerre etkilenmemiş olarak çıkıyor. Günlüğüne bakılırsa: “... A Midsummer’s Night’s Dream performansından çıktık, daha önce izlememiştim, bir daha da izleyecek değilim çünkü hayatımda gördüğüm en saçma sapan oyundu bu.
//php print_r ($fields); ?>
Roman edebiyatın bukalemunudur. Kanonik olmayan doğası gereği, kılıktan kılığa girme becerisine sahiptir. Bu durum roman kuramına, eleştirisine de yansır. Öyle ki her romanı, romancıyı aynı şekilde açıklayacak bir inceleme yöntemi bulamayız. Romancılığı tartışma götürmez isimler bile ifratla tefrit arasında gidip gelen yorumlara maruz kalabilir.
//php print_r ($fields); ?>
//php print_r ($fields); ?>
Yaşamın ta kendisi olduğu için mi yazdığını yoksa bizzat yazdığı için mi yaşamla bağ kurduğunu bilemez yazan kişi. Bir şey konuşturur onu, fakat nedir o şey? Beşiğinde dile gelen İsa gibi, daha doğar doğmaz talihin nasıl işlediğinin gizli bilgisini anlamaya yazgılıdır sanki. Bilgedir, budaladır, trajik ve gülünçtür. Ve sırf bu yüzden usta bir “yaşam acemisi” olup çıkacaktır.