Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

''Roman, Tanpınar'la kendim arasında bir med cezir''



Vasat
Toplam oy: 127
Türk edebiyatının yaşayan en önemli isimlerinden Selim İleri bu ay yayınlanan Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’da okurunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın iç dünyasına doğru çetin bir yolculuğa çıkarıyor. Kitapta, hem Tanpınar’ın yazdığı sayfalar arasında dolaşıyoruz hem de İleri’nin Tanpınar’ı okurken yaşadıklarını, not aldığı göndermeleri keşfediyoruz. Bu keşfe isimler, mekânlar, başka roman kahramanları da ekleniyor. Kitabın yazılış serüvenini genç romancı Fatih Baha Aydın, usta romancı Selim İleri ile konuştu…

 

 

 

 

Fatih Baha Aydın: Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun... Romanın daha eski bir macerası var bildiğim kadarıyla. Bekleyen eskizler vs. Ne oldu da 2020’de yazıldı bu kitap?

 

 

 

Selim İleri: Tabii... Hesapta olmayan şey salgın sırasından bu romana sığınmak. Yoksa bu tabii 2008’den kalma. Romana baktığımızda anlaşılan, Tanpınar’ın eserlerinde geçen dört adet Sabri. Hatta bir ara kitabın ismini “Sabri Diye Biri” olarak düşünmüştüm... O kitabı yazmaya başladığımda 2008’di. Sonra ben onu unuttum. Halbuki altmış küsur sayfa yazmışım. Gerçi o atmış küsur sayfadan hiçbir şey kullanmadım. Belki bir iki satır. Ama onu bırakmışım toz toprak içinde bir yerde kalmış. Tesadüfen buldum. Öyle olunca yeniden döndüm. Halbuki 2010’da bir Tanpınar kitabına “Neden bir Tanpınar Romanı Yazamadım” diye bir bildiri yazmışım, sonra buldum. Onu hiç hatırlamıyorum. Demek ki 2010’da vazgeçmişim. Ama 2008’deki dosyayı bulunca yeniden bir göz atmaya başladım. Salgından önce başladı kitabın macerası.

 

 

 

 

 

Fatih Baha Aydın: Kitap neden bu kadar bekledi acaba? Siz kendinize bunu sorduğunuzda cevap bulabiliyor musunuz?

 

 

Selim İleri: Sabri ismini defalarca kullanmış olması, en baştan itibaren, ta ilk karşıma çıktığı orta sondan itibaren sabit fikir olarak kafamda hep vardı. Sonra neden ona tekrar geri döndüm? Daha önce onun Doğu Batı meselesi üzerine bir hikaye yazmıştım, Yağmur Akşamları’nda bir öykü: Şark ve Garp, Ne Şark Ne Garp. Orada Tanpınar’ı tükettim sanıyordum ama aslında iç dünyası orada hiç yok. Beni en çok ilgilendiren iç dünyası Tanpınar’ın. Belki yaşlandıkça o iç dünyayla daha da özdeşlik kurdum, onun etkisi olabilir.

 

 

Fatih Baha Aydın: Sizin kaleminiz bizi hep geçmişe götürdü. Hemen her eserinizde bir geçmişe yolculuktan söz edebiliriz. Ama siz oradan bize hep bir sıcaklık getirdiniz. Bu kitabınızda karamsar, nihilist bir taraf var. Ne oldu da satırlarınız bize soğukluk aksettiriyor?

 

 

Selim İleri: Kendi soğukluğum herhalde. Yaş aldıkça belki. Umutlar ve ülküler, önünüzdeki zamanın kısıtlı olmasının getirdiği bir hüzünle daha da azalmaya başlıyor. Sizin bir ömür boyu “İnşallah bunun tekrarı olmaz” dediğiniz şeylerin maalesef sık sık tekrar edildiğini görmeniz... Onun sizde bir umutsuzluk bırakmış olması. Şimdi mesela bu romana baktığınız vakit, Tanpınar hem “sağ” hem “sol”da hiçbir zaman yer edinememiş. Gönül isterdi ki bu “sağ-sol” meselesi onun devrinde kalıp, o maceradan sonra bir daha yaşanmasın. Ama baktığımız vakit bugün de aynı sorunları yaşayan, yarın da yaşayacağına inandığım yazarlar var. Daha şimdiden görüyorsunuz ki aynı macerayı ne yazık ki tekrar yaşayacaklar. Sonra tabii kitapta üç dört bölüm yer alan, Demokrat Parti ve Menderes’le arkadaşlarının asılması meselesi var. Ve tabii Samet Ağaoğlu. Onların yanı sıra gencecik bir insanın, Turan Emeksiz’in şehit düşmesi; polis tarafından vur emriyle öldürülmesi... Bunlar çok acı şeyler. 27 Mayıs’la kalacak diye düşünülürken, Türkiye bir 12 Mart’ı, bir de 12 Eylül’ü yaşadı. 12 Eylül tabii çok daha şiddetliydi... Yani bu Nihilizm, bütün inançları yitirmek anlamında bir nihilizm değil. İnandığınız şeylerin gerçekleşmemesi karşısında kaygıya kapılmak diyebiliriz.

 

 

Fatih Baha Aydın: Tahmin ettiğim kadarıyla roman için epey bir kitap okudunuz; Tanpınar’ın mektuplarına, jurnallerine baktınız...

 

 

Selim İleri: Biliyor musunuz, size söylüyorum ilk defa bunu. İnsanlar onları araştırdığımı düşünüyorlar; yeniden okuduğumu düşünüyorlar. Hiçbirisine dönüp yeniden bakmadım. Uzun yıllar kafama takılı kalan alıntılara baktım tabii ki... Ama onlar, hepsi benim kafamdaydı. Onlardan hiçbir zaman kurtulamadığım için yazdım. “Şuraya ne yazayım” diye bir şey olmadı.

 

 

Fatih Baha Aydın: Peki romanı yazmadan önceki Tanpınar ile romanı bitirdikten sonraki Tanpınar arasında bir fark var mıydı sizin nazarınızda?

 


Selim İleri: Hayır. Daha yola çıkarken bile uzun yılların getirdiği tutku ve hayranlık vardı Tanpınar’a. 2000’li yıllarda ortaya çıkan Demokrat Parti yazıları bendeki ilk Tanpınar’ı oldukça değiştirmişti. Fakat o yazılara rağmen baştaki Tanpınar; ta orta okul çağımdan beri okuduğum, iç dünyası acılı Tanpınar’a dair hiçbir değişiklik olmadı. Yine de tüm Demokrat Parti meselesi, o acının içerisinde nasıl yer aldı? O konuda fikrim zamanla değişti; zaten romana da yansıdı zannediyorum. “Niye yazmış onları?” diye çok sordum. Çünkü ben Tanpınar’ın çok acı çekmiş olduğuna inanıyorum. Roman bittikten sonra şu oldu yalnız: “O şartlarda ben olsaydım” diye düşündüm. Zaten bir anlamda roman, Tanpınar’la kendim arasında bir med cezir... Yassıada meselelerinde bir iki yerde, kafamdaki Tanpınar’ı onarmaya çalıştım. Hatta romanda birkaç yerde de onu anlamadığımı ifade etmek istedim. Beni asıl ürkütense Tanpınar’ın Yassıada kartı. Kendi almış yahut ona verilmiş. Gidip gitmediğini bilmiyorum. Ama öyle bir kartı saklamış olmasını bile hiç anlamadım.

 

 

Fatih Baha Aydın: Zaten romanda Tanpınar’la yüzleştiğiniz yerler var. Tanpınar ile yüzleşmeniz, kendinizle de yüzleşmeniz anlamına geliyor. Bu “yüzleşme” teması son eserlerinizde daha baskın zaten.

 

 

Selim İleri: Biraz kavga ettiğimiz yerler de var Tanpınar’la. Ama onları biraz roman olsun diye yaptım. Yayımlanmamış bir romanımı siz okudunuz, onda da çok var bu yüzleşme. Fatih Baha Aydın: Yüzleşme temasının baskın hale geldiğine katılıyorsunuz yani?

 

 

Selim İleri: Tamamıyla katılıyorum. Epey bir yaşanmış hayatın birikimleri sonucunda insan ister istemez geçmişe dönüp nerede hatalıyım diye düşünüyor. Hataların onarılamayacağını biliyorsunuz ama bir yüzleşmenin gerekliliğini hissediyorsunuz.

 

 

Fatih Baha Aydın: Peki sizce Tanpınar kendiyle yüzleşmiş mi?

 

Selim İleri: Sanmıyorum. Yer yer çok acı sözler söylüyor.

 

 

Fatih Baha Aydın: Mesela 27 Mayıs’ta idam edilenlerin fotoğrafını görme meselesi var. Romanda da geçiyor.

 

 

Selim İleri: Evet... “Fotoğraflara bakıldığı vakit ölüm başka türlü görülüyor” diyor. Ama akabinde yine... Yine de Menderese başka türlü yaklaşıyor, çok acı çektiğine dair bir şey söylemiyor. Meselenin sadece Yassıada mahkemesi olduğunu da zannetmiyorum. Zaman zaman hayata karşı bir isyanı olmuş, çok fazla şedit davrandığı bir isyan olmuş. Onu bırakın, eminim hayattaki en iyi dostlarından biriydi, Adalet Cimcoz’a, bir Hamdicik sözünden öylesine takmış ki. Şimdi siz de benim genç bir dostumsunuz. Siz bana Selimcik deseniz ben o kadar darılmam. Darılırım, ama o şiddette darılmam. Öyle şiddetli bir tarafı var... Çok yakın dostluklar kurulmuş, yollar ayrılabilir. Bunlar olacaktır. Düşünceler ayrılabilir. Ama ölüm öyle bir ödeşmedir ki... Öldükten sonra o insana aynı şeyi nasıl düşünebilir insan, o tarafını da çözebilmiş değilim.

 

 

Fatih Baha Aydın: Romanda da geçen bir Sabri meselesi var. Sabri karakteri, Tanpınar’ın her eserinde değişiyor...

 

 

Selim İleri: Asıl önemli olan, yani Tanpınar’ı derinden etkileyen; gerçek hayattaki Sabri adındaki ihtiyat zabiti. Ve onun ıstırabı. O ihtiyat zabiti ona koca bir ömür hediye mi ediyor demek lazım? Yoksa Tanpınar’ın canına mı okuyor, karar vermek zor. Ama çocuk yaşta gördüğü o ihtiyat zabitinin, az sonra ölüme gidecek o genç adamın acısını sanıyorum bir ömür yaşamış. Zaten asıl sevdiğim Tanpınar o.

 

 

Fatih Baha Aydın: Aklıma şöyle bir şey geliyor, bilmem katılır mısınız? Sanki Tanpınar bu Sabrileri yazarak kendini iyileştirmeye çalışıyormuş gibi... Çocukluğundan bir tarafa dönerek, bir yarasını kapatmaya çalışıyormuş gibi gözüküyor.

 

 

Selim İleri: İyileştirmeye mi çalışıyor, yoksa olmak istediği insanı kağıt üzerinde mi yaşatıyor?

 

 

Fatih Baha Aydın: İyileştirmekten kastım da bu aslında. Olmak istediği biri var. Yazarak ona yaklaştığını mı hissediyor acaba?

 

Selim İleri: Yaşamak istediği bir hayat var o hayat olmamış. Hiç olmazsa ona benzer bir hayatı kağıt üstünde yaşatmış. Olmak istediği insan ile olduğu arasındaki bir sentez gibi birçok Sabri’si. Mümtaz da, hatta Suad da öyle. Nasıl Doğu ve Batı arasında sallanmışsa, “sağ” ve “sol” arasında da sallanmış...

 

 



Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.