Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Murakami’yle dünyanın sonuna doğru



Zayıf
Toplam oy: 1160

Bilinçaltınızın derinliklerinde bir şehir olduğunu hayal edin; surlarla çevrili, içinde kuzeyden güneye aheste aheste akan bir ırmağın ikiye böldüğü, tek boybuzlu atların pırıl pırıl tüyleriyle sokaklarında cirit attığı, huzur dolu, sonsuz dinginlikle kaplı bir şehir. Ölümsüzlüğün hüküm sürdüğü bu yere insanlar gölgelerini terk ederek ve zamanla yüreklerini yitirerek giriyor olsunlar, tek boynuzlularının kafataslarının içine düşlerini ve yüreklerinin derinliklerindekileri yüklüyor olsunlar. Ve adı: Dünyanın sonu olsun, temel meselemiz ise sonsuza kadar orada kalmakla, sonsuza kadar oradan kaçmak arasındaki seçiminiz…

 

Bir yanıyla mitik, şiirsel ve dolayısıyla düşsel olsa da aslında öykümüz bir tür disütopya, bir tür karanlık roman tadında. Evet, doğru bildiniz, Haruki Murakami’nin “Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu” adlı romanının sayfalarında geziyoruz. Yoksa başka kim modern zamanlarda benliğimizin parçalanmışlığını böylesine etkileyici biçimde romanlaştırabilirdi ki… 

 

Karma işlemiyle karman çorman olan kahraman

 

“Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu”, daha en başından, adından da anlaşılacağı gibi iki dünya, iki öykü arasında gidip gelen bir roman. Haşlanmış Harikalar Diyarı, 80’li yılların başında modernizmin iyiden iyiye sirayet ettiği Japonya’da geçiyor. Kahramanımız, Sistem ve on karşı çalışan Şifreciler tarafından ikiye ayrılmış bir dünyada “Sistem”in yetiştirdiği bir “hesapçı”.

 

Ona iletilen verileri, hesaplayıp beyninde “karma işlemi”ne tabi tutan değerli bir eleman, hatta kendi bilmese de, bir tür denek. O, çok az insanın yapabildiği bu işi, emekliliğinde para sıkıntısı çekmeden Yunanca öğrenebilmek ve çello çalabilmek için yapıyor. Yalnız bir adam, evlenip ayrılmış, hayatına çeşitli kadınlar girse de düzenli bir sevgilisi yok, modası geçmiş caz ve rock müzikleri dinliyor, eski Batı klasiklerini okuyup Hollywood filmlerini izliyor. Bir de elinden eksik etmediği viskisi var tabi. Dolayısıyla dedektif romanlarından fırlamış gibi.  

 

Zaten, bir gün sistem için çalıştığını söyleyen gizemli, deli-dahi kıvamındaki bir bilim adamının iş işin hayatına girmesi ve anlamını çözemediği bir karma işlemini ona yaptırması sonucu, kahramanımızın hayatı kökünden değişmeye, hikayemiz de polisiye-macera türüne dönüşmeye başlıyor beklediğimiz üzere. Bilim adamının ona hediye ettiği kafatası, başına bela oluyor elbette. Şifrecilerle, Sistemcilerin kapıştığı, yer altı dehlizlerinde karanlık karası denilen yaratıkların cirit attığı ve kahramanımız olayı çözemezse dünyanın sonunun geleceği korkusunun hakim olduğu bir hikayenin içinde buluyoruz kendimizi.

 

 

Diğer tarafta ise, yani “Dünyanın Sonunda”, o tuhaf şehre girip gölgesinden ayrılan kahramanımız, eski rüyaları okuma işine kabul ediliyor. Artık bütün işi geceleri şehrin kütüphanesine giderek orada bulunan tekboynuz kafataslarının içindeki eski rüyaları okumak, ona bu işte yardımcı olan kütüphaneci kıza aşık olmak ve şehri keşfetmek. Ancak şehirdeki tuhaflıkların ardı arkası kesilmiyor. Kapı bekçisinin aksi halleri, surlardan yayılan garip elektrik, ormanda yaşayan ve kimselere görünmeyen insanların gizemi ve tekboynuzların arka arkaya ölümleri. Kahramanımızın gölgesi ısrarcı, şehirden kaçıp yeniden birleşecekleri günü bekliyor. Ancak kahramanımız ne istediğinden hiç emin değil… Zira gölgesinin ısrarla vurguladığı şey, açıkçası onu cezbediyor: Bu şehirde her şey tıkır tıkır işliyor ama doğal olmayan bir işleyiş bu, tamamen doğaya aykırı…

 

 

Tüm roman boyunca aslında kahramanımızın bu gizemli şehre dair vereceği kararı bekliyor, bu kararı merak ediyoruz. İşlerin tam içinden çıkılamaz bir hale geldiği noktada ise Murakami’nin bize vereceği ise, son derece büyüleyici, son derece şiirsel bir son... 

 

 

Haruki Murakami, Japon edebiyatının yüzü batıya dönük, modernist, gelenekçiliğe karşı çıkan yazarlarından biri olarak bilinir. Ancak yapıtlarıyla haşır neşir oldukça alttan alta bize , Japon ulusuna ve dünya halklarına aslında Batı’nın kültür emperyalizminden kaçışımız olmadığını, çıkışın körü körüne bir gelenekçilikte değil, yine bütün bunların içinden geçerek olması gerektiğini söylediğini anlıyoruz. Yani batılı eleştirmenlerin söylemekten pek hoşlandıkları gibi batıyı kabullenen bir yazar değil Murakami, olsa olsa onun üzerimizde yarattığı acıları, benlik bölünmelerini gerçekçi biçimde ele alan, yüzleşmeyi bilen bir yazar. Bizim de işte bu yüzden pek sevdiğimiz yazarla henüz tanışmamış olanlar için, “Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu” biçilmiş kaftan.

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Murakami'nin kitaplarındaki hiçbir ögenin pazarlama amaçlı olmadığını düşünüyorum. Böyle birşeye ihtiyacı yok onun. Zaten çok iyi bir yazar.

37%
63%

birkaç ay öncesine kadar; murakaminin tüm kitaplarını okudum diyebiliyordum... sonradan, baskısı olmayan sınırın güneyinde kitabı çıktı, araya da haşlanmış harikalar eklendi...

imkansızın şarkısı ile sınırın güneyinde eserleri benzer dil ve anlatım tekniklerine dayanıyor... alegori yok, doğrudan kişi hayatları, öğrenci olayları, basit kapitalizm eleştiri ve bireyselleşmenin japon toplumundaki yansımaları...

murakaminin kitaplarında yoğun görülen bira tüketimi, içki kültürü, amerikan müziklerine ve batı müziğine hayranlık; üst iki kitapda da tekrar ediyor... iki kitapda da yazar okuyucularını ilk 50 sayfada 3'den fazla olacak şekilde yatağa sokuyor... açıkcası bunun bir pazarlama tekniği olduğuna çok eminim...

iş, zemberek kuşunun güncesi ve sahilde kafkaya gelince dil ve anlatım tamamen değişiyor... iki kitap da "takoz" ebatındaki varlıklarına rağmen, çabuk ve hızlı okunabilen, okurken göz ve fikir olarak kişiyi yormayan özelliklere sahip. zemberek kuşunun güncesinde yazarın hz. yusuf kıssasından etkilendiği ortada olmakla beraber bu sadece küçük bir kuyu söylevinden öteye geçmiyor... okuyucuyu sürüklediği sürrealist hayat ise kitabın sonuna kadar; o buruk tad ağzına gelene kadar iyi gidiyor...

sahilde kafka kitabında evden kaçan bir gencin hayatı var... yazar benzer teknikleri de burada kullanıyor; fakat sahilde kafka kitabının zemberek kuşundan çok daha derin ve anlamlar barındıran imgelemler taşıdığını düşünüyorum... sırtında taşı taşıyan ihtiyar biraz hızır olsa gerektir. lakin yazar yine yapacağını yapıyor; önce birinci şahsı ablası olduğuna bizi şüphelendirdiği kişi ile yatağa sokuyor; sonra da annesinin çocukluğu ve ruhaniyetiyle! rüyalarda izdivaç kurduruyor...

murakami, bildiğini okumaya ve bizi sınırları olmayan izdivaç dünyasına çekmeye devam ediyor...

sınırın güneyinde kitabının şimdilik orta yerindeyim... sonunun nereye bağlanacağını bilmiyorum...

murakami hakkındaki kanaatim: niye okuyorsunuz!

34%
66%

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.