Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Tutku, heves ve isyan



Gayet iyi
Toplam oy: 1504
Umut Tümay Arslan
Metis Yayınları
Sinemamız bize son yıllarda hayatı sinemasal okumalar ışığında algılayabilme fırsatı verdiyse eğer, Bir Kapıdan Gireceksin'de yer alan tüm denemeler bu fırsatın hakkını şahane bir şekilde veriyorlar.

“Bir kapıdan gireceksin, neler neler göreceksin, her çileye göğüs gerip hayat budur diyeceksin. Gün gelecek isyan edip niye doğdum diyeceksin. Gün gelecek isyanına kahkahalarla güleceksin.” Reha Erdem’in Hayat Var'ının içinde Hayat’la beraberiz şimdi. Hayat, çocukluk ve ergenlik, yaşam ve ölüm arasında, tekinsiz bir tereddüt anında film boyunca... Mahallenin Fenerbahçeli delikanlısının sahilde söylediği bu Orhan Gencebay şarkısı ise kahramanımızın kaderci, çıkışsız ve kabullenmeci muhtemel geleceğini seslendirir gibi sanki. Sinema yazarı Fırat Yücel’e göre Reha Erdem Hayat Var'la bize yetişkin olmanın ölü bir çocuk olmak anlamına gelmediğini söylüyor. Ve zaten sinemanın insanı çocuk gibi isyan ettirdiği anda gerçek sinema olduğunu… Sadece Hayat Var ve Reha Erdem üzerine değil, büyüleyici bir şekilde gelişmesiyle beraberinde derinlikli eleştiriyi de yaratan Türkiye Sineması üzerine düşünüyoruz aslında. Elimizde ise söz konusu gelişimin son verimlerinden biri var: Bir Kapıdan Gireceksin- Türkiye Sineması Üzerine Denemeler.

 

 

 

Bir Kapıdan Gireceksin, yakın dönem Türkiye sineması üzerine yazılmış on dokuz denemeden mürekkep bir çalışma. Umut Tümay Arslan’ın hazırladığı çalışmada Fatih Özgüven’den Karin Karakaşlı’ya, Sema Kaygusuz’dan Feride Çiçekoğlu’na, Meltem Ahıska’dan Fırat Yücel’e pek çok yazar sinema üzerinden Türkiye meselelerine odaklanıyorlar farklı farklı pencerelerden. Yekpare ya da bölük pörçük bir zaman içinde, iç ve dış anlatı alanları yaratıp bozarak, kah gündelik olanın ritminde, kah kozmik bir zaman algısına ulaşabileceğimizi ima ederek, gözlerimizin önünde parçalara ayrılan ya da bütünlenen kurgularla yakın dönem sineması; yakın ya da uzak fark etmez, Türkiye’nin dertleri, Türkiye’nin haritası… Sinemamız bize son yıllarda hayatı sinemasal okumalar ışığında algılayabilme fırsatı verdiyse eğer, Bir Kapıdan Gireceksin'de yer alan tüm denemeler bu fırsatın hakkını şahane bir şekilde veriyorlar. Türkiye’nin hafızasında, cümle yaralarında, kimlik çatışmalarında, aşkında ve şiddetinde geziniyorlar.

 

 

 

 

Öncelikle rahatlıkla diyebilirim ki bu çalışmanın gözde filmi hiç tartışmasız Çoğunluk. Karin Karakaşlı Çoğunluk Olarak Az'da, Ebru Çiğdem Thwaites Çoğunluk’taki Hayalet'te, Meltem Ahıska ise İktidar ve Taşlaşma'da, Seren Yüce’nin 2010 tarihli filmi Çoğunluk’a bakıyorlar. Ebru Çiğdem Thwaites Çoğunluk’taki hayaletin yani komünizmin peşine düşüyor, Karin Karakaşlı ise muhafazakarlık, faşizm, dolayısıyla da bastırılmış birey ve susturulmuş toplum düşünceleri içinde dolaşıyor hikayenin içinde. Meltem Ahıska’ya göre de filmin başarısının altındaki temel etken “Türkiye’de ‘çoğunluğun’ ortak paydasını yakalaması, yakında taşların bile dile gelmesine neden olacak bu taşlaşmış dünyaya, taşlaşmayı görev bilen anne ve babalarımıza, çoğunluğun eski ya da muhtemel üyeleri olarak kendimize, bu sırada yitirdiğimiz farklı yaşam ve aşk ihtimallerine karşı duyduğumuz hıncı harekete geçirmesi.”

 

 

 

 

 

Irak Türkiye’nin neresine düşer?

 

 

Bir Kapıdan Gireceksin'in bir diğer ilginç okuması Boğaç Ergene’den. Ergene, 'Coğrafi Kayıtsızlık' başlığı altında Maskeli Beşler Irak ile Kurtlar Vadisi Irak filmleri üzerinden Türk toplumunun kendi “Doğu”sunu nasıl tahayyül ettiğinin okumasını yapıyor. Yazara göre sinemasal olarak birer başyapıt olmasalar da gişede başarı kazanan bu iki film Türk insanının kafasında yerleşik olan Doğu ve Güneydoğu’ya dair klişelerin, kuraklık, cehalet, geri kalmışlık gibi, kolaylıkla Irak’a, Irak coğrafyasına ithal edildiğini gösteriyor. Doğululuğu doğuya ötelemenin birer göstergesi haline geliyorlar.

 

 

Nejat Ulusay’ın Göçmen başlıklı denemesi, Fatih Akın’ın Duvara Karşı'sını ve Kutluğ Ataman’ın Lola ve Bilidikit'ini toplum içinde en korunmasız beden olan göçmen bedeni ve beden politikaları üzerinden ele alıyor. Bu iki çalışmanın klasik melodram sinemasının alışılmış kalıplarını tersyüz eden yapılarına odaklanıyor. Netice ise yenilikçi ve aykırı birer çağdaş sinema örneğiyle karşı karşıya olduğumuz. Kitabın en ilginç denemelerinden biri ise Barış Engin Aksoy’un Lütfi Akad’ın Vesikalı Yarim’i ile Çağan Irmak’ın Issız Adam’ını karşılaştırdığı “Sebebi Çok, Bir Sebebi Yok”… Aksoy bu iki filmi arzu, aşk, imkansız arzu, imkansız aşk ekseninde ele alıyor. Vesikalı Yarim’deki aşka engel olan toplumsal engellerin bir yerde “göstermelik” olduğuna, filmin aşk denen şeyin imkansızlığını temelde kavradığına işaret ederken Issız Adam’da ise tam aksine ortada hiçbir engel yokken aşkın bir türlü olamayışındaki anlama/anlamsızlığa götürüyor biz okurları.

 

 

 

 

 

 

Ve Fatih Özgüven’den Tombulların Belirişi... Beyaz, fit Türk’ün karşısına çıkan ve onun aksine sinemamızda kolayca kendine yer bulan şişman bedenleri, Recep İvedik filmleri, Ümit Ünal’ın Ara'sı, Cem Yılmaz’ın Hokkabaz'ı ışığında anlatıyor. Özgüven’e göre bizim sinemamızda tombul beden belli bir “çelik beden” tasavvurundan çok daha inandırıcı,
göründüğünden çok daha anlaşılabilir ve ayrıca tartışmaya da açık.

 

 

Bir Kapıdan Geçeceksin'de yer alan denemeler gösteriyor ki, şimdilik bir genelleme yapmak zor olsa da yakın dönem Türk sinemasının içinden tutku, heves ve isyan sızıyor…

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.