Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Vicdana dokunduğu yerden edebiyat



Zayıf
Toplam oy: 1696
Mahir Ünsal Eriş
İletişim Yayınevi
Ona en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, vicdanımızı bir kez daha hatırlamak, bir kez daha derinden yoklamak için okunabilir Mahir Ünsal Eriş. Edebiyatın niye var olduğunu bir kez daha hatırlamak ve umutlanmak için belki de...

Bazı edebiyatçılar vardır, varlıklarıyla yüksek edebiyat, alçak edebiyat tartışmalarını gölgeler, para, kariyerizm, yayın dünyası, piyasa koşulları, popülerlik tartışmalarını silip süpürürler. Hem okurun hem de eleştirmenlerin kalbini kazanır, edebiyatı hayatın içine yerleştirirler. İşte bu edebiyatın nadir görünen parlama anlarıdır. Yaşar Kemal'dir, Murathan Mungan'dır, Nâzım Hikmet'tir. Listemiz uzar ama çok değil... Mahir Ünsal Eriş'in öykülerini, Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde'yi ve Olduğu Kadar Güzeldik'i okuduktan sonra şaşırarak bu türden bir parlamayla karşı karşı olduğumu hissetmiştim. Hislerimin sağlamasını önce okurlar, sonra eleştirmenler, nihayetinde de Türk öyküsünün en önemli ödülü olan Sait Faik Armağanı ile yapmış oldum. Mahir Ünsal Eriş, yeniden doğan, kelimenin tam anlamıyla ikinci baharını yaşayan son dönem Türk öykücülüğünün en dikkate değer, parlak yazarlarından. Göz alıcı, hani neredeyse yaralayıcı bir duyarlığa sahip, “tutunamayan” değil naif kahramanların kendilerince boy gösterdiği, sağlam, sağlam olduğu kadar da kırılgan bir öykü evreninin sahibi.

 

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Sait Faik Ödüllü Olduğu Kadar Güzeldik'teki öyküler için öncelikle iyiliğin ve kötülüğün, sevincin ve kederin hayattaki iç içeliğini derinden kavrayan öyküler bunlar, diyebilirim. Hiçbir duygunun içinden bir diğerini cımbızla çekseniz çıkaramayacağınızı bilen öyküler. Kederin, bir aşkın, bir hayalkırıklığının, saçma bir tesadüfün, olmadık rastlaşmaların bir insan ömrünü sonuna kadar etkileyeceğini, gölgeleyeceğini ya da sonuna kadar yeşertebileceğini söylüyor bize Eriş. Daha doğrusu insanın benliğine, duygularına, içinde yaşadığı topluma ve nihayetinde dünyaya karşı muktedir olmadığını; yaşadığımız dünyada sürekli suretle bize vazedilenenin aksine hiç de muktedir olamayacağımızı. Aslında kederi de, kederin, hüznün ağır basması da biraz buradan geliyor. Her an kırılmaya hazır, incecik bir bahar filizinden farkımız olmadığını hatırlatıyor bize. Âşık olduğu Fidan'ı tam aşkını ilan edecekken kopan kavga ortamında pısırıklık edip kurtaramayan genç adam, futbol hayatında muvaffak olamayınca bir köşede sönen babanın değişmeyen kaderinin ortakçısı oğul, bir aşkı yolundan döndürmeye çalışırken midesine ve bağırsaklarına yenik düşen Evrenos, sevmekten çok sevilmek isteyen ve dolayısıyla hep kaybeden Güderen, itibarını, umutlarını kaybettikçe deliren, hatta kendini öldüren eski solcular, göz göre göre, neredeyse bile isteye o yollara düşen konsomatrisler... Hepsi orta yerinden kırılan dallar. Eriş'i merhametsiz bulanlar olabilir, kırılan bir dal parçasının bir daha gerçek anlamda yaşayamayacağını görüp omuz silkip geçmek yerine, bize ısrarla işaret etmesini... Ama yoksulluğun, ama yoksunluğun, ama hayal kırıklıklarının, ama hayatın merhameti yok.

 

Sadece keder değil elbet. Oyuncu bir yazar Eriş. Özellikle ikinci kitabı Olduğu Kadar Güzeldik ile oyuncu yönünü, hayatın ters köşe sürprizlerine ve sevincine açık olduğunu gösteriyor. İlk kitabında yarattığı öykü evreninin ikinci kitabıyla genişletmesinden, derinleştirmesinden anlıyoruz bunu. Bazı öykü karakterleri, yeni öykülerde birer kahraman olarak çıkıyorlar karşımıza, ya da tam tersi. Edebiyatın kahramanlık izleğini bu anlamda yapıbozuma uğratıyor, kahramanı olduğumuz hikayelerden çıkıp başkalarının hikayelerine ortak ediyor, edebiyatı hayatla kesiştiği o büyülü noktadan devam ettiriyor.

 

İlk bakışta gündelik hayatın basitliğine ve türlü çeşit karmaşasına değiniyor gibi görünüyor bu öyküler bize. Bir parça devam edince, insan ruhunun derinliklerinden çıkıp, öyle kutsal falan da değil, basbayağı gündelik hayata sirayet eden türlü çeşit halleriyle yüzleştiğimizi farkediyoruz. Daha doğrusu gündelik hayatla, toplumsal yapıyla perdelenen ruhumuza dair olduğunu anlıyoruz anlatılanların. Belki de işin sırrı, Eriş'in öykücülüğünün en parlak noktalarından biri, bu. Herkese dair bir şey, çaybahçeleri, okul sıraları, büfeler, otobüsler, bekleme salonları, oturma odaları gibi, çok bildik, çok bizden bir şey söylüyormuş gibi yapıp, okuru insan ruhunun karanlığına ve edebiyatın alanına çekiyor ustalıkla. Yeri gelmişken bir parça da teknikten söz etmeliyim. Bir an'ın içinde var olan "her şeyi", anlatma çabası olan öykü türünden, sözüne cimri, duygusuna cömert, tekniğe hakim olmasını ama o tekniği bize göstermemesini, hissettirmemesini bekleriz. Bu anlamda "Dayımın Avrupaya Kaçırılışı", "Benim Adım Feridun", "Çok Sıkılır Arkadaşı Ölen Çocuklar" gibi öyküleriyle adeta öykü yazma dersi veriyor Eriş. Ve yine tam yeri gelmişken, tıpkı Sait Faik Abasıyanık'ın bize yaptığı gibi, bütün bunları öylesine sezdirmeden, öylesine kendiliğinden yapıyor ki herkes bu öyküleri yazabilir izlenimi vermeyi başarıyor. Okuru edebiyatın tam kalbine çekiyor.  

 

Her iki kitapta yer alan öykülerde bir başka dikkat çeken unsur, son dönemde edebiyatımızı etkileyen eril bakış açısına, erkek dünyasına, erkek kahramanlara dair. Öykülerinin kahramanlarının pek çoğunun erkek olmasına rağmen, son derece dişil bir dünyayla karşılaşıyoruz Eriş'in kaleminde. Tabiri caizse, anne diliyle yazıyor. Tutunamamış olmaktan bir üstünlük duygusu, kibir çıkarmıyor, boşvermişlik ile yoğun duyarlık arasında çok hassas bir noktada durmayı başarıyor.

 

Ve gelelim Sait Faik Armağanı'nın 60.'sının Mahir Ünsal Eriş'e verilme sebebine. Bunu, yaşadığımız gün itibariyle çok önemli ve anlamlı buluyorum: Vicdan. “Gündelik yaşamın içindeki insanın zayıf ve güçlü yanlarını, gerçekçi sahnelerle ve vicdanlı bir dille kaleme almaktaki başarısı” nedeniyle. Ona en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, vicdanımızı bir kez daha hatırlamak, bir kez daha derinden yoklamak için okunabilir Mahir Ünsal Eriş. Edebiyatın niye var olduğunu bir kez daha hatırlamak ve umutlanmak için belki de...

 

 


 

 

* Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.