Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Yoldan çıkanların yazarı



Vasat
Toplam oy: 1681
Refik Halid Karay Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarımızdan biri. Her şey bir yana son derece sade, neredeyse cimri diyebileceğimiz bir dille böylesine etkileyici tasvirler yazdığı için bile okunmalı.

"Irmağa giden yol, kasabadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi. Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneşl, ağaçların tepelerinde meyveleri pişirirken, rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı. Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar bu bahçelerde ta kışa kadar uzayıp giderdi."

 

Gölgelik ve bereket içinde yazdan kışa uzayıp giden bahçelerin hatırı olduğu kadar Türkçenin de hatırı var bu nefis tasvirle başlamamda. Kime sorsanız Türkçeyi en iyi kullanan yazar, der ama okumadan, kulağa söylene söylene klişe gelen bu tanımın hakkını nasıl da verdiğini anlamak imkansızdır Refik Halid Karay'ın. Memleket Hikayeleri'nde yer alan Şeftali Bahçeleri adlı öyküsüne böyle başlar Karay. Küçük bir Anadolu kasabasına gelen tumturaklı, görev aşkıyla dolu, ve neredeyse sıkıcı bir adamın, yani yeni tahrirat müdürünün, tabiatın ve insanın, çevrenin etkisiyle nasıl da yoldan çıktığını, huy değiştirdiğini anlatır. Çünkü insan, Karay'a göre insandan ve içinde yaşadığı mekandan, coğrafyadan, zamandan ayrı düşünülemez. Çünkü edebiyat, insanı, zamanı, mekanı bir bütün olarak kavrayıp anlatmak için yapılır.

 

Elimde üç kutu, evet üç kutu, Refik Halid Karay kitabı. Birini bitirmeden diğerine geçiyor, yazarın hikaye, roman, mizah, oyun, anı türlerinde ürettiği eserlerde geziyorum. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Karay için "Tam bir yaşam adamıdır," demiş, edebiyat adamı tanımını kendine doğru kayırarak. Ama zaman gösteriyor ki, Karay gibi yemekten içmekten, acıdan keyiften, kadından erkekten, savaştan ve aşktan anlayan bir hayat adamı olmadan edebiyat adamı da olunmuyor. Unutulmaya yüz tutmuş, ve politik nedenlerle mümkünse unutturulmaya çalışılan bir yazın dehası Refik Halid Karay.

 

Evvela politik nedenlerle başlayayım. Onun başyapıtı sayılan Memleket Hikayeleri, sürgünde yazılmış. Sürgünlüğünün nedeni de milli mücadele döneminde sergilediği muhalif tavır. Ne tuhaftır ki yazarın hangi eserine el atarsanız atın onun politik görüşüne dair net bir fikir edinmeniz imkansızdır. Çünkü Karay, iktidara kim gelirse gelsin, her dönem muhalefette kalmayı başaran, iktidarla, güçle derdi olan edebiyatçı kişiliğinden ödün vermemeyi tercih etmiştir büyük ölçüde. Sözgelimi, Osmanlı hanedanından düşmüş bir prensesi anlatan romanı Nilgün'de, kahramanı, Nilgün'den uzak durmaya çalışmasını "Koyu bir Atatürkçü görüntüsü veririm, olur biter", diyerek kendini rahatlatırken, bir yandan da Osmanlı hanedanının Cumhuriyetten sonra başına gelenleri politik olarak mesafeli ama insani olarak vicdanlı bir şekilde aktarmayı başarır. Karay, kahramanları aracılığıyla insanın sosyal ve politik değişimlerle aldığı şekle, yaşadığı dönüşüme odaklanmayı tercih etmiştir. Edebiyatının zamanın ötesine geçmesinin bir nedeni de belki buradan gelmektedir.

 

Karay'ın dünyası, bu bizim dünyamız...

 

 

Yoldan çıkmak, değişim karşısında duramamak ve çıkarları doğrultusunda kendini dönüştürmek Refik Halid'in temel izleklerinden biridir. Bugün akılda en çok kalan eserlerinden biri olan Bugünün Saraylısı da bu izlek üzerine kurulur. Bir aşk romanındır Bugünün Saraylısı ama romanın kahramanlarını, yani Ata Bey ile Ayşen'i yoldan çıkaran şey aşk değildir. Tutkuları, çıkar hesapları, nefes aldıkları her an büyük bir hızla değişen bir toplum içinde yaşamalarıdır, bunun sebebi. Taşradan ansızın gelen yeğeni Ayşen, Gedikpaşa'da mütevazı bir evde yaşayan, mütevazı bir işle uğraşan Ata Bey'in hayatına bomba gibi düşer. Taşrayla şehir, modernle geleneksel arasında ip gibi gerilir Ata Bey. Ayşen de aklını güzelliğine katarak kendine uygun bir eş, uygun bir yaşam kurma çabasındadır. Ancak tutkular, hırslar ve zaaflar "uygun" dediğimiz şeyin altını oymakta ustadır. Karay hikayesini öyle bir işler ki, Ata Bey'le Ayşen'in birbirlerine karşı duydukları hastalıklı aşk, bir noktada, toplumun ruha zerk ettiği hastalıklar karşısında masumhane bir duyguya dönüşecek hale gelir! Ata Bey, bir yandan tutkuyla severken Ayşen'i, diğer yandan kızın hayatına getirdiği zenginliği, itibarı kaybetmemek adına onu en uygun eşle evlendirmeye çalışır. Ayşen de hissiz bir zarafetle hiç sevmediği adamlar arasından en uygun kocayı bulma çabasındadır. "On gün daha... O kadar! Hatta on bile değil; dokuz! Arkasından birkaç kartpostal... Belki de dört beş satırlık mektuplar. Sonra yeni hayatının süsten, eğlenceden göz açtırmayan meşguliyetleri arasında unutulacağız. Ayda bir defa mesela esrar kaçakçısı Mümin Bey'in yazıhanesine uğrayacağım. Bu, şaşmaz. Zira ya bankaya yahut bir müesseseye emri verilmiştir, aksamadan gelir." Karay'ın dünyası, bu dünyadır; gündeliğin, basit çıkar hesaplarının aşkı her an tekrar tekrar yendiği bu bizim dünyamızdır...

 

Bugünün Saraylısı'nın sonu hazindir. İkinci Dünya Savaşı döneminin, 40'lı yılların İstanbul'u, iyiden iyiye yozlaşmaya başlamış, türedi zenginlerin cirit attığı, her türlü ahlaksızlıklarına rağmen gücü elinde tutanlara tapanların İstanbul'udur. Toplumsal değişim, çürümedir. Çürüme toplumsal olunca, bireysel kaçısın, bireysel çabanın imkanı yoktur. Ayşen de, Ata da bütün bunlardan ister istemez nasibini alacak, kendi felaketlerine hızla yaklaşacaklardır. Aşka düşmenin değil, aşka düşememenin felaketi olacaktır onlarınki. Bugünün saraylısının sonu, dünün saraylısından niye farklı olsun ki!

 

Başta da söylediğim gibi Refik Halid Karay Türkçeyi en iyi kullanan yazarlarımızdan biri. Her şey bir yana son derece sade, neredeyse cimri diyebileceğimiz bir dille böylesine etkileyici tasvirler yazdığı için bile okunmalı. Edebiyat, yaza da yeter nasıl olsa, kışa da...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.