Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Özcan Yüksek ile söyleşi: "Orta Çağ'daki kadar özgür değiliz"


Nehirler gezer, rüzgar gezer, hayvanlar gezer. Biz onları ne kadar taklit edersek o kadar gerçekleştiririz kendimizi.

Özcan Yüksek ile söyleşi: "Orta Çağ’daki kadar özgür değiliz"

 

AYŞE ÇAVDAR

 

Rüya gibi bir dergiyi yönetti Özcan Yüksek, 21 yıl boyunca... Atlas, Türkiye medya tarihinde özgün bir başarıya sahip oldu. Coğrafya fikrinin keşfine aracılık etti. Mesele, turist gibi tüketerek değil, gezgin gibi kendi bakışını sorgulayarak keşfetmekti dünyayı. Her mevzuda bu denli yüksek bir çıtayı tutturmak kolay değildi elbette. Nihayet başka maceraların vakti geldi. Özcan Yüksek ile gezgin ve turist arasındaki farkı konuştuk biraz. Kısaca başka mevzulara da değindik…

 

Turist ve gezgin arasında nasıl bir fark var? Dünyanın onlar için ne ifade ettiğini bir yana bırakırsak; bu ikisi dünyaya ne ifade ediyorlar? 

 

Aslında dünyanın geldiği noktada, artık turizmin gitmediği bir yer neredeyse yok. Var ama, istediğin yeri de bir turizm örgütlenmesi haline getirip gidebilirsin. Fakat, turistin karşıtı olarak gezgin de, nesli tükenen canlılar ya da yok olan kültürler gibi kaybolan bir tür. Bugün insanlar Orta Çağ’daki avare gezgin kadar özgür değiller. Alıp başlarını bir yere gidemezler. Sadece izin günlerinde, zamanını kendilerinin belirleyemedikleri yolculuklar yapabilirler. Bu yüzden de gezmek örgütlü bir işe dönüşür. Belki Everest’in K2 zirvesine dahi çıkılabilir. Bir miktar zorlanılabilir, ama bu türlü bir yolculuk organize edilip pazarlanabilir. Yeter ki gereken bütçe aktarılabilsin. Çünkü insanlar nerede kalacaklarını, ne yiyeceklerini önceden planlamak istiyorlar. Yazı yazmak üzere bir yere gittiğimde, gezinin yüzde 75’ini planlamadan bırakırım ki orada yaşayanlarla temasa geçtiğimde tesadüflerle, gezinin kendi akışıyla keşifler yapabileyim. Önceden planladığımda macerası da yok oluyor. Kuşlar, ayılar, kurtlar tükeniyor vs derken aslında konfor kültürü ve turizm, gezi kültürünü de yok ediyor.

 

 

Turistin tüketerek, gezginin kendini yeniden üreterek dolaştığını söylersem abartmış mı olurum? Bu anlamda turist sömürgecinin devamı olabilir mi bu açıdan?

 

Her ikisinde de sömürgeci bir taraf var. Ama tabii çok önemli karşıtlıklar da söz konusu. Gezgin, keşif duygusuyla gezer. Nerelerde ne bulabilirim, hangi kaynaklara ulaşabilirim, bizim kraliçenin adını şu şelaleye versem sevinir mi, gibi sorularla dolaşan gezginler de olmuştur geçmişte. Turistlerle de yolculuk yaptım. Mesela hediye verme alışkanlıklarını çok tartışıyordum. O sömürgeciliğin iyiden iyiye bozulmuş hali. Arabada giderken çocuklara kalem ve defter atmak, çocukların perişan halde koşması… Halbuki maksat o malzemeyi çocuklara ulaştırmaksa annelerine babalarına vermeli, çocuk onu “beyaz adam”dan almamalı. Çünkü öteki hal çocuğun dünyasında bir infial yaratır. Oysa bu ilişkinin anne-baba üzerinden kurulması, oradaki düzene ve ilişkilere duyulan saygının ifadesidir. Kimileri bu şekilde uyardığınız zaman ikna oluyor ama kimisi de sırf bunun için geziyor. Bu, öğrenilmesi gereken bir erdem aslında. Gündelik hayatlarında çok erdemli olsalar bile, bunu görmezlikten gelebiliyor insanlar. Bu da galiba yine turizmin önceliği olan konforla ilgili. Başka manzaraları, başka hayatları görmek istiyor ama bu hayatları evinin oturma odasındaki koltuktan televizyon seyreder gibi izlemek istiyor.

 

Türkiye yeterince geziyor mu? 

 

Sırt çantasını alıp, cebimdeki param yeter mi yetmez mi diye endişelenmeden gezen insanların sayısı başka yerlere oranla çok az. Gittiğim yerlerde soruyorum, var mı Türkiye’den gelen diye. Genellikle cevap “hayır” oluyor.

 

Meraksızlık mı, korku mu? 

 

Her ikisi de galiba. Merak etmiyor ama daha çok para biriktirme dürtüsü. Parası bitince öleceğini zannediyor gittiği yerde. Halbuki paran bitince geri dönersin. Turistten daha kötü, gitmiyor, kendi ülkesini de dolaşmıyor. Çok az geziyor Türkiyeliler. Bisikletle dolaşmıyor, yürümüyor, tur dışında tek başına gezmiyor. Herkesin kendi ülkesinden ve dünyadan mezun olması lazım. Aradaki fark, burada bu bilgiye ihtiyaç duyulmaması.

 

Peki bu durum neyi değiştiriyor? Bunun sonucu ne? 

 

Gezme, doğanın hareketinin bir taklidi. İnsan sürekli hareket etmiş, ama şimdi biz onu sabitliyoruz. Güvenlik için sitelere yerleşip kapımızı beş kez kilitliyoruz. Ama nehirler gezer, rüzgar gezer, hayvanlar gezer. Biz onları ne kadar taklit edersek o kadar gerçekleştiririz kendimizi. Ancak bu şekilde yenilenebiliriz. İnsanoğlu tarih boyunca gezmiş. Afrika’da açmış dünyaya gözünü, Asya’ya gitmiş, Amerika kıtasına geçmiş. Ayağa kalkmışsan yürümen gerekiyor. Bütün bunları unutup jimnastik salonunda spor yapmaya çalışmak büyük bir paradoks.

 

Hiç mi değişmiyor bu durum? 

 

Değişmez olur mu? Şimdi gezmekten bahsederken, Gezi’den bahsetmemek olmaz. O parkın adının Gezi olması ilahi bir mesaj sanki. Bu kadar büyük tesadüf olabilir mi? Çünkü Gezi, gezen bir şey. Gezi’yi yakalayamazsınız, bir çeperi yok. Hareketin kendisi gibi görünüyor. Direnişin bir karesi, bir sınırı yok. Oradan oraya geziyor. İnsanların zihinlerinde de geziyor. Yanında olanlar, korkanlar var. Gezi’yi en iyi anlatan şey bu sonsuz, çepersiz hareketi. Zaten bir kabuğu olsa kırılır. Kırılamıyor çünkü merkezi ve kabuğu yok. İnsanlar sabitlenmekten, yerleşmekten sıkılıp yeni bir şeyler denemeye karar verdiler çünkü.

 

Yeni dergi projelerin var galiba. Planladığım yayın yolculuğunu anlatır mısın?

 

Uzun yıllar Atlas dergisini çıkarttık. Merkezi bir şirkete bağlıydık. İyi satan ve beğenilen bir dergi yaptığımız için karışmıyorlardı. Bir süredir karışır oldular. Küçük diktatörler oluştu etrafta. Medyada çok var onlardan, hem de her ideolojik görüşten var. Hiyerarşik ve merkezci kültür bu eğilimi güçlendiriyor. Dolayısıyla yollarımız ayrıldı. Biz okurlarıyla haşır neşir bir dergi yapmıştık en başından itibaren. 21 yıl boyunca Türkiye’nin kültürel hayatına bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyorum. Yalnız nitelik değil, çok satan bir dergi olduğu için nicelik açısından da önemli bir etkisi vardı derginin. Bunu devam ettirme kararı aldık. Okurlar herhangi bir şirkete ait değiller, okurlar dergiyi ve hikayeyi okuyorlar. Buradan hareketle hem gezmeyle, hem Gezi’yle, gezmenin ve Gezi’nin ruhundan beslenerek bir şeyler yapacağız. Dergiciliğin tamamen özgür bir ortamda nasıl yapılabileceğini görmeye çalışacağız.

 

 


 

 

* Görsel: Can Çetinkaya

 

 




Toplam oy: 1456

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.