Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Refika Kadıoğlu ile söyleşi: Bir dil nasıl yaşatılır?


Lazcada "savaş" kelimesi yok mesela. "Barış" sözcüğü de yok. Çünkü savaşmayınca barışmaya da ihtiyaç yok.

Refika Kadıoğlu ile söyleşi: Bir dil nasıl yaşatılır?

 

Ayşe ÇAVDAR

 

Refika Kadıoğlu, Gola Derneği’nin kurucularından. Daha çok kadınların inisiyatifi alıp erkekleri işlerine dahil ettikleri küçücük ama alabildiğine dinamik bir sivil toplum örgütü Gola. Yıllardır Yeşil Yayla Festivali’ni düzenliyor. Yeşil Yayla Festivali’nin asıl işlevi de, Laz kültürünü koruyup yeniden üretecek bir iletişim ortamı oluşturmak. Refika, Gola’yla yolculuğu esnasında öğrenmiş dilin ve müziğin ne olduğunu, dahası doğayla, coğrafyayla kurulan ilişkinin, yani hayat bilgisinin nasıl aktarıldığını. Bu yüzden kelime ve hayat bilgisi derlemesi esnasında tanıştığı insanlardan biri bu dünyadan göçüp gittiğinde Refika başka türlü üzülüyor. Çünkü onlardan her biriyle büyük bir parçasını kaybediyor Laz kültürü ve Refika’nın yüzünde, dilinde gördüğüm kadarıyla böylesi bir yok oluşa tanık olmak hiç de kolay değil… Bu röportajı yapmaya karar verdiğim günlerde Arhavi’ye taşınma planlarında son aşamaya gelmişti. Onunla gecenin bir yarısı, onun da benim de telefonlarımızın çekmediği memleketin iki ucundan konuşarak kotarmaya çalıştık bu söyleşiyi. 15-17 Ağustos’ta yolunuz Karadeniz’e düşecekse bu festivale de uğrayın. Bir dilin hayatta kalma çabasına, bu çabanın iç içe yaşattığı neşe ve hüzne karışın. Kim bilir, belki siz de bir kelimeyi alır hafızanıza, kuşaktan kuşağa yaşamasını sağlarsınız… 

 

Bir dili hayatta tutmak için ne yapmak lazım? 

 

Dili hayata yeniden dahil etmek lazım. O dilin kullanılmasını, yeniden üretilmesini sağlayacak bir iletişim ortamı oluşturarak dilin özelliklerini hayata geçirmek lazım.

 

Bu, uzmanların yapabileceği bir iş değil. 

 

Elbette değil. Bu ancak dili aktif halde konuşanların yapabilecekleri bir şey. Onlar yetiştirecekleri çocuklarla konuşacaklar bu dili. Bu nedenle de öncelikle o insanların konuştukları dilin değerini bilmeleri gerekir. Gola’nın yaptığı da bu işte. Biz Lazlara diyoruz ki, siz değerli bir şeye sahipsiniz. O dilin sahip olduğu bütün özelliklere, bütün dünyadaki insanların ihtiyaçları var. Bu dili kendi aranızda konuşmanız, bütün dünyaya gerekli. Çünkü her dilin içinde hepimizin bu dünyada daha barış içinde, daha pozitif, olup bitenin daha farkında olarak yaşamımızı sağlayacak özgün bir hayat bilgisi var. Ne zaman bir dil kaybolsa, bu bilgiler de ortadan kayboluyor. Karadeniz çok yeşil, çok zorlu bir coğrafya. Lazca da bu coğrafyadan öğrenilenlerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı dil. Dolayısıyla bu coğrafyaya özgü bir bilgelik taşıyor içinde. Her dil ve coğrafya için aynı şeyi söylemek mümkün.

 

Lazcayla ilgili seni en çok heyecanlandıran şey nedir diye sorsam...

 

Lazcada “savaş” kelimesi yok mesela. Tarihinde hiç savaşmamış ender topluluklardan biri Lazlar. Savaş sözcüğüne de ihtiyaç duymamışlar bu yüzden. Barış sözcüğü de yok. Çünkü savaşmayınca barışmaya da ihtiyaç yok. Ama doğayla ilişki kurmanın binbir çeşit yolu hakkında hazinelerle dolu bu dil.

 

Ne yapmak lazım Lazcayı yaşatmak için? 

 

Bir kere mevzuya bütüncül bakmak lazım. Bir dil kaybolurken o topluluğun mimari mirasını, masallarını, danslarını, müziklerini de götürür. O yüzden dili hayatın bütünlüğü içinde ele almak, hayatı bir bütün olarak görmek lazım.

 

Peki Gola ne yapıyor Lazcayı yaşatmak için?

 

Bizim yaptığımız şey dili önce konuşanların fark etmesini sağlamak. Ve tabii buradan çeşitli nedenlerle uzaklaşmış genç ve eğitimli jenarasyonla bu dili yeniden barıştırıyoruz. Lazlar eğitime çok önem verirler. Ama bu önem uzun zaman köydeki insanların bilgilerinin değersiz, dillerinin de konuşulmaz olmasına neden olmuş. Bir kere bu patolojik durumu ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Okumuş gençlerin yerel bilgiye sahip çıkmaları bu yüzden çok önemli. Çünkü aksi halde Temel-Fadime prototiplerine sıkışmış bir Karadeniz’e mahkum oluruz. Oysa dili konuşup, ne anlattığını anlarsanız bambaşka kapılar açılır önünüze, insanların hakikatini de görmüş olursunuz.

 

 

Siz de öğreniyorsunuz burada çalışırken... Öğrendiklerinizle ne yapıyorsunuz? 

 

Gola ulaştığı her bilgiyi kaydediyor. Bunun için de her türlü teknolojiyi kullanıyoruz. Tek başına kimse hiçbir şey yapamaz. Yeşil Yayla Festivali de komik olmayan ama neşeli bir atmosfer oluşturdu. Bu coğrafyada yaşayan halkı birbirleriyle tekrar konuşturmaya başladı. Yeşil Yayla ile gençler de kendi coğrafyalarına dönüp bakmaya başladılar. Gezici bir festival Yeşil Yayla. Gezerken, uğradığı köyleri birbirlerine bağladı. Eskiden düğünlere yürüyerek gidilirmiş; herkesin arkadaşı uzak köylerdenmiş ve büyük bir yerel iletişim ağı varmış. Ama zamanla ortadan kaybolmuş, kendini kaybetmiş bu ağ. Bunu da bir şekilde yeniden üretiyor.

 

Yerelde sizin bu çabalarınız nasıl karşılanıyor? 

 

Biz hiçbir yerde değiliz, hiçbir partiyle ilişkimiz yok, sonu -izm’le biten bir şeyimiz yok, dindar değiliz, dinsiz değiliz, gayet hümanist ve ekolojist bir çizgideyiz. Genciz. Aramızda Laz olmayanlar da var, dolayısıyla ilk kez karşılaşanlar biraz şaşırabiliyor. Ama bunca yıl sonra sıradan bir hemşehri derneği olmadığımızı iyice anladı herkes. Son üç yıldır, e-postalar alıyoruz, “Yeşil Yayla Festivali’ni burada da yapın,” diyorlar.

 

Peki, dille ekoloji arasında nasıl bir ilişki var? 

 

Dil ve çevre arasında çok sıkı bir bağ var. Dille ilişkisi zayıflayanların doğayla ilişkisi de zayıflıyor. Sahil yolu yapıldı, diyelim ki lazım dendi, halk ikna oldu. Ama Lazlar için dere o kadar hayati bir kültürel öğe ki, aidiyetle ilgili öyle bir tarafı var ki, kafaları çok karıştı. Derelerin akışının kesintiye uğratılmasını, üstelik de bunu devletin yapıyor olmasını anlamaları mümkün değildi. Bu yüzden derelerine sahip çıktılar. Derelere sahip çıkarken Laz olma durumunu da sahiplendiler. Yerli ve o coğrafyanın insanı olmak demek dereye sahip çıkmak. Bu yalnızca Karadeniz’deki dereler için geçerli değil, bütün dereler için aynı şeyi söylemek mümkün. Öte yanda devletin ihtiyacı olan elektrik ve “bağımsız Türkiye” efsanesi var. Bu mazeretle karşılaştıklarında kafaları karışıyor bir an, ama sonra gene dereleri korumaktan yana tavır alıyorlar. Çünkü dere o kadar kalbin içinde ki, vazgeçemiyorlar. Çünkü dereler kimlik demek, dil demek, hayat demek. İlk defa devlete bir konuda muhalefet ediyorlar.

 

 

 


 

 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

 



Vasat
Toplam oy: 1744

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.