Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Sami Berat Marçalı ile söyleşi: Üst kattaki teröristle barışma vakti!


Sami Berat Marçalı ile söyleşi: Üst kattaki teröristle barışma vakti!

 

Adalet ÇAVDAR

 

Uzun zamandır aramızdaydı, ama kısa bir süre önce hayatımıza girdi Emrah Serbes. Behzat Ç. onun epeydir sessiz- sakin bir üyesi olduğu edebiyat mahallesindeki yerinin fark edilmesini sağladı. Öykülerinin yanı sıra politik duruşuyla da ilgi çekti. Onu raflarda, ekranda, beyaz perdede ve nihayet sahnede daha fazla göreceğimizi biliyorduk artık.

 

Serbes’in Erken Kaybedenler adlı hikaye kitabındaki öykülerden biri olan Üst Kattaki Terörist bu sezon İkincikat tarafından tiyatroya uyarlandı. Mart ayından bu yana sahnelenmekte olan oyunu uyarlayan ve yöneten Sami Berat Marçalı. Sahnedeyse Denizhan Akbaba, Banu Çiçek Barutçugil, Gözde Kocaoğlu ve Bedir Bedir var. 

 

Üst Kattaki Terörist, Çukurca’da bastığı mayınla şehit olan 20 yaşındaki asker ağabeyinin cenazesinden bu yana ağlamayan 12 yaşındaki Nurettin’in hikayesi. Nurettin büyürken, ağabeyine duyduğu özlemle beslediği “öteki nefreti” de büyüyor. Yaşını ve boyunu aşan bir öldürme ve intikam arzusuyla dolduruyor içini. Kendince haklı nedenlerini yüksek sesle dile getiriyor ve onun kadar öfkeli olmayan herkese karşı bileniyor. Zaman geçiyor Nurettin’in üst katına Kürt bir üniversite öğrencisi taşınıyor ve Nurettin bir insanı kimliğine bakmadan sahiplenmek ve onu sadece bir insan olarak görmek ne demek böylece öğreniyor.

 

Sami Berat Marçalı ile oyunu, çocukluğunu ve sanat yönetmenliği yapmakta olduğu Tiyatro İkincikat’ın gelecek projeleri hakkında konuştuk. 

 

Hikaye sizi neresinden, nasıl çekti, çalışma süreciniz nasıldı?

 

Bundan iki yıl önce sezon programını oluştururken bir de öykü oyunlaştırmaya karar verdik. Önemli olan hikayenin iyi olmasıydı. Hikaye iyi olunca diğer şeyler ardı ardına geliyor zaten. O esnada bir repertuar eksikliği söz konusuydu, ben de Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler’ini okumuştum. “Çok başarılı bir yazar, öykülerini uyarlayabiliriz” demiştim ekibe. Sonra iki hikaye seçtik. Biri Üst Kattaki Terörist, diğeri de Kimi Sevsem Çıkmazı. Emrah Serbes’i tiyatroya davet ettik. Oyunumuzu da, bizi de sevdi, “Oynayın tabii” dedi sağ olsun. Telif de istemedi. Kimi Sevsem Çıkmazı’nı yapacaktık, ki bence daha iyi bir hikaye, film olacağını öğrendik. “Yapmayın onu”, dedi ama sonra olamadı galiba bilmiyorum. Biz de Üst Kattaki Terörist’i çalışmaya başladık. Bir çocuk oyuncu ihtiyacı olduğu için iki yıl kadar bekledik. Cast direktörü Mine Güler buldu bize küçük oyuncumuzu. Bir de burayı yeni açtık, birçok sorun oldu, nihayet bu sezonun sonuna yetiştirebildik.

 

Çocuk oyuncuyla çalışmak ona bu ruhu verebilmek zor olmadı mı? Denizhan Akbaba, biraz diksiyon problemi olsa da çok iyi performans sergiliyor.

 

Anlaştıktan altı ay sonra provaya başladık. Denizhan, ilk provaya ezberlemiş geldi. Çok yetenekli ve algısı çok açık bir çocuk; her çocuk böyledir belki de… Ne dersem yaptı. Çok uzun provalar yaptık. Bir yandan okulu var, çok hasta oldu, gece 3’te prova bitiyordu. Sabah 7’de kalkıp okula gidiyordu. Çok özveriliydi. Ailesi de öyle.

 

Şu ana kadar çalıştığım en iyi oyuncu çünkü tam oyun çağında… Bunu yapabilmek bir başarı. Ego nedir bilmiyor, ama çocukluğun verdiği başarı hırsından çok fazla çalıştı. Genel olarak güzel geçti provalar. Bir diksiyon sıkıntısı var ve aslında provalarda aşıyor sorununu. Ama önemsediği biri izlemeye geldiğinde heyecanlanıyor, bir anda kelimeler birbirine giriyor. Bu çok doğal çünkü henüz 12 yaşında ve oyunda çok fazla repliği var.

 

Küçücük sahneye iki salon sığdırmak kolay olmasa gerek. Dekorla ilgili aklıma takılan bir şey var, öğrenci evi ve aile evi neden birebir aynı dekorda?

 

Özellikle birebir aynı malzemeler… Kanepe aynı, masa aynı, mutfak aynı… Aslında o da insan o da insan, o da ev o da ev. Hiçbir farkı yok demek istedik.

 

Alternatif sahnelerde belli bir seyirci kitlesi dolaşıyor ve oyunun vermek istediği mesajı zaten biliyorlar. Bu oyunu diğer şehirlere de taşımak gibi bir planınız var mı?

 

Ankara’ya Cer Modern’e gidiyoruz. Aslında bütün şehirlere gitmek istiyorum bu oyunla çünkü barış, barışmak, insanı insan olarak görmek konusunda çok önemli şeyler söylüyor. Bunu küçük bir çocuğun özelinde anlatıyor. “Bak o bile anladı sen de anla artık,” diyor. Üst Kattaki Terörist’i herkesin izleyip tartışması ve birilerine anlatması gerekiyor diye düşünüyorum. Oyuna gelemiyorsanız da hikayesini mutlaka okumalınız.

 

"Sırrı Süreyya gibi daha çok adam olmasını isterdim"

 

Peki, sizce hikayedeki çocuğa abisinin ölümü unutturulmalı mıydı? Böyle bir durumda aile çocuğuna nasıl davranmalı?

 

İki tarafı da suçlayamam, ölen benim oğlum olsa ben de kahrımdan ölürdüm. Diğer oğluma onu anlatmaya uğraşamazdım. Benim başımdan geçmiş olsaydı bu olay karşı tarafı değil devleti suçlardım, ondan hesap sorardım. Gezi’de ölenlerin katili de polis değil, devlet. Çünkü buna izin veren devlet politikası. Buna başkaldırmak lazım, onların içerisine bizden daha çok insan sokmak lazım. Sırrı Süreyya gibi daha çok adam olmasını isterdim. Bence oyunun en önemli mesajı bu.

 

Ben askerlik karşıtıyım ve vicdani reddi düşünüyorum ama bunu da yapmak çok zor. Şimdi çocuk oraya gidiyor, savaş var, birbirlerini öldürmeleri öğretiliyor. Ölünce biri terörist oluyor, biri şehit… Mertebeler de, algılar da çok farklı bu noktada. O aileden çocuğuna bunu öğretmesini bekleyemem çünkü ona bildiğini öğreten de devlet. Belli bir yaşa geldikten sonra insanları değiştirmek çok zor. Bir aile belki oğlunu en başından askere göndermemeyi tercih edebilir, en başından buna karşı koyabilir, askerliği yüce bir noktaya koymayabilir, Kürt’ü ayırmayabilir ve bunu çocuklarına öğretebilir. Bak bu senin komşun, bu senin arkadaşın diyebilir.

 

Bu noktada Gezi çok önemli bir örnek ve o yüzden de hikayede olmayan bir eylem sahnesi koydum oyuna. O ruhu hatırlayalım istedim, uzun sürmez 3-5 yıla unuturuz biz onu çünkü, o da anı olarak kalacak…

 

"Eğitim sistemimiz milliyetçi ve dindar"


Peki, senin çocukluğun, Türkiye’de çocuk olmak sana göre nasıl?

 

Ben küçükken andımızı okuyorduk; sıkıcı bir şeydi. Ne olduğunu bilmiyor, söyleyip geçiyordum. Kürt bir arkadaşım vardı, o okumuyordu. Çok sinirleniyordum; “Sen nasıl bu ülkede yaşıyorsun ve andımızı okumuyorsun” diyordum. Ama onun ötesini bilmiyordum çünkü öğretmiyorlar. Bir tarih öğretmenimiz vardı. Ermeni Soykırımı’nın olmadığını anlatmıştı. Küçükken biri sana böyle bir şey söylediğinde ve eğer söyleyen sempatik biriyse, kafanda bir yere yazılıyor. Şimdi ise bunu diyenin alnını karışlarım. Eğitim sistemimiz çok kötü, çok milliyetçi, çok dindar… Ailelerin durumları zaten belli. Faşist kapitalistler olmak üzere yetiştiriliyoruz.

 

Ben başarılı bir öğrenciydim ve babam doktor olmamı istiyordu. Doktor olmama yetecek bir puan almama rağmen, bunu tercih etmediğim için üç ay konuşmadı benimle. Endüstri mühendisliği kolayıma geldi, hoşuma giden şeyleri yapabilirim diye onu seçtim. Tiyatro okumadım çünkü öyle bir seçeneğim olduğunu bilmiyordum. Okulda amatör bir topluluğumuz vardı, mühendisliği bir kenara bırakıp profesyonel olarak tiyatro yapmaya ve bundan para kazanmaya kendimizi adadık. Babam bir iki sene öncesine kadar soruyordu, “Diplomanı ne zaman alacaksın, ne zaman mühendislik yapacaksın” diye. Beş yılın sonunda artık alıştı. Şimdi Denizhan’a baktığımda 12 yaşında istediği şeye başlamış biri, ben 20 yaşımda ancak başlayabildim.

 

Annem ve babam lise mezunu. Annem daha önce hiç çalışmadı, son birkaç senedir çalışıyor. Babam hayatını kazanmak için çok fazla meslekte çok fazla insanın ağız kokusunu çekti. Benim öyle olmamı istemiyor, onu da anlıyorum. Endüstri mühendisi olsam şu an bir elim yağda bir elim balda olurdu tahminen. Ama işte buranın borcunu ödemeye çalışmak, seyirciyi buraya getirmek için çaba sarf etmek, para denkleştirmeye uğraşmak… Bir yandan da daha iyi prodüksiyonlar yapabilmek, daha az para sıkıntısı çekmek için farklı alternatifler düşünmek. Kolay değil Türkiye’de tiyatro yapmak. Sanat destek gören bir alan değil, şu anda sadece seyirci biletiyle döndürüyoruz. Salon tam dolu olsa da yüzde ellisini falan karşılıyor buradaki giderlerin.

 

Umudun var mı? Bu ülkeye çocuk getirilir mi?

 

Umutsuzluk oluyor, istemeye istemeye oy verdiğin insanlar oluyor, sinir bozan balkon konuşmaları oluyor. Sevgilerinden insanları öldürenler var. Berkin Elvan’a terörist diyen, bunu kabullenen bir ülkede yaşamak çok zor. Savaşıyorsun ama kendi kendine. Kendi aramızda konuşup, kendi sesimizi yine kendimiz duyuyoruz. Tiyatro da öyle şimdi. Bu oyunu yapıyorum ama bu oyuna gelenlerin yüzde 70’i zaten böyle düşünenler. O yüzden özellikle bu oyunu bütün şehirlerde oynamak istiyorum.

 

"Tiyatro Festivali'ne bir oyunla katılıyoruz"

 

Biraz da İkincikat’tan bahsedelim Tiyatro Festivali yaklaşıyor, neler yapacaksınız, burası nasıl kullanılacak?

 

Burası festival mekanı; yeni kurulan, ilk defa duyulan ekipler burada oynayacak, altı ekip var. Onun haricinde biz de İkinci Kat olarak bir oyunla katılıyoruz festivale. Devlet Tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahnesi’nde oynayacak. Adı “Fü”. Oyun aslında bir sevgi çemberi hikayesi, Murat Mahmutyazıcıoğlu yazdı, ilk oyunu. Yönetmenliğini ben yapıyorum.

 

Füreyya’nın (Fü) en sevdiği insanı kanlı 1 Mayıs’ta kaybetmesi ile şekillenen hayatı üzerine. Deniz Türkali, Serra Yılmaz, Canan Atalay ve Aziz Caner oynuyor. Öykü iki kardeş üzerinden ilerliyor. 1977 yılında 18-20’li yaşlarında olan iki kadın bugünlerde 60’lı yaşlarında. İkisi de yalnız ve birlikte yaşıyorlar, hayata tutunmaya çalışıyorlar ve sürekli didişiyorlar. Füreya (Fü) kalp hastası ve son günlerini yaşıyor kardeşi Münevver (Mü) bakıcı tutuyor. Fü biraz çılgın bir kadın, bütün bakıcıları kaçırıyor. Eski Yeşilçam filmlerindeki gibi…

 

Sonra Sibel geliyor bakıcı olarak ve Fü onda kendini görüyor. Fü daha önce oyunculuk yapmak istemiş ama babası “Bunların hepsi solcu olur” diye engellemiş ve kaybettiği sevgilisi de tiyatrocu. Sibel’in tiyatro sınavlarına hazırlanan bir kız olduğunu, kendisi gibi biri olduğunu görünce “Bana sen bak” diyor ilişkileri böyle devam ediyor… Oyun festival sonrasında sezonda da sahnelenecek bu arada.

 

"Tiyatromuz yazın da açık"

 

Yazın da burada bir çalışmanız var, ondan bahseder misiniz?

 

“Yarının oyunları” projesi. Biz burayı kurarken çok ciddi bir masraf yaptık ve altından kalkmaya çalışıyoruz. Eğer yazın tiyatroyu kapatırsak, burası kapanır. Yazın tiyatroların kapanması kadar saçma bir şey yok. Bu yüzden yazın da buraya seyirci getirmenin yolları üzerine kafa yorduk. Yaza özel dört oyun için hazırlıklara başladık. Her şey kurayla seçildi; seyirciler konu başlıklarını belirledi, kurayla kimin hangi konuyu yazacağı, kaç kişilik oyun olacağı, kimlerin oynadığı, kimin yönettiği hepsi seyircinin gözü önünde kurayla belli oldu. Şimdi oyunların yazım aşaması bitmek üzere, sahneleme çalışmalarına geçmek üzereyiz. Temmuz ortasından Eylül sonuna kadar bu oyunlar oynayacak ve bu sadece yaza özel bir proje olacak.

 

 


 

 

Üst Kattaki Terörist’i 16-21-23-24 Nisan’da İkinci Kat Karaköy’de 19 Nisan’da saat 17.00 ve 20.00’de Ankara Cer Modern’de izlemek mümkün.

 




Şahane
Toplam oy: 1304

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.