Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

AN GELİR HALDUN TANER ÖLÜR




Toplam oy: 585

Geçenlerde gidip Haldun Taner Öykü Ödülü törenini izledim sayın okurlar. Böyle önemli bir organizasyonu düzenleyenleri edebiyat alemimiz adına tebrik etmek isterim. Gerçekten, öykü coğrafyamız şu sıralar pek bir kuraklık içinde olduğu için, bu tür çabalar ne kadar övülse az. Ne diyelim, daha çok ödül, daha çok edebiyat diyelim. Ve geçelim tören izlenimlerimize.

HALDUN TANER “MÜKEMMEL”

Bakın, bu tür organizasyonların iyi taraflarından biri şudur: Etkinliği düzenleyen kurumun müdürü illa ki bir konuşma yapar. Öyle ya, onun neyi eksiktir efendim? Milliyet Gazetesi'nde üst düzey yönetici olan bir beyefendi de hemen bir açılış konuşması için sahneye davet edildi. Beyefendi bu törendeki konuşması için hazırlanırken ne yapmış? Nail Güreli’yi görevlendirmiş. Birader bana Haldun Taner’in yazılarından birkaçını toparlar mısın, madem konuşacağız, bir de ustadan bir cümle patlatalım, demiş. Güreli de müdür beyefendiye bazı yazıların fotokopilerini ayarlamış hemen. Bu yazılarda yer alan bir cümle tam da demokratik açılımların yapıldığı şu gündeme uyuyormuş. Haldun Taner ustamız orada diyormuş ki: Demokrasi tartışmaları iyi de, seviyeli olsa daha iyi olur… İşte bu cümle çok önemli ve de gündeme uygunmuş sayın okurlar.
    Arkadaşımız bu zorlama alıntıyı gündeme cuk oturttu ya, bir de ne yapması lazım, büyük yazar hakkında da ahkam kesmeli ki iş tamamına ersin: Haldun Taner “mükemmel” cümleler kuran ve aynı zamanda yaşadığı ülkenin siyasal sorunlarına da eğilen bir “aktiv”miş. Ben bunun ne olduğunu tam olarak anlayamadım ama herhalde bu “açılım” fikri de Haldun Taner’den doğmuş olacak. Ne yapalım, demek ki böyleymiş.
    Hay Allah, şaka bir yana; Haldun Taner'i bir kenara koyuyorum, beyefendinin  edebiyatımızla yakından ilgili olmadığı hayli belli. Fakat konuşma (ve her konu ve alanda konuşma yapılır sayın seyirciler, unutmayın) yapılacak ki, racon böyle. Ne beklerdik? Açılış konuşmasını bir “okumaz”ın değil de, Nail Güreli’nin yapmasını. Soru şu: “Mükemmel” lafı mankenlerin vücut hatları için mi kullanılır, yazarların hikâyeleri için mi?




DOĞAN HIZLAN’DAN KAÇMIYOR

Derken, sayın okurlar, jüri başkanı sahneye alkışlar içinde çıkıyor ve güzel, gerçekten güzel bir konuşma yapıyor. Biraz anılara dalınıyor, Haldun Taner’in edebiyatımız için önemi bir kez daha vurgulanıyor ve (ki bu her sene böyle oluyor sevgili okurlarım) hakkı veriliyor. Ve Haldun Taner ne yapmış? Hani az önce beyefendi “seviyeli demokrasi tartışması” meselesini açmıştı ya. Hızlan hatırlatıyor: Taner, ince zekâsıyla bu seviyeyi mizah alanına da, sözgelimi tiyatroya da taşımış. İşte “seviye” törenin asıl konusu haline geliyor sevgili okurlar. Böylece jüri başkanının konuşması da tamamlanmış oluyor. Soru şu: İyi konuşmacı kendinden önce konuşanları da derleyip toparlıyor. Doğru mudur?
    Yine de şu seviye meselesi bence pek tartışmalı, efendim. Yani bu seviye nerede ve nasıl belirleniyor, değil mi? Ama durun. Bakın şimdi bu seviye meselesi başımıza daha ne işler açacak…

ERTUĞRUL BEY SAHNEDE

Ve kültür bakanımızı sahnede görüyoruz bu kez. Az önceki yargımızı buraya taşıyoruz ve diyoruz ki müdürler gibi politikacılar da okumaz. Bunu kültür bakanımız Ertuğrul Günay’ın yüzünde de apaçık görüyoruz. Diyeceksiniz ki, dur bakalım, ne o öyle, bir insanın yüzüne bakıp da bu okur bu okumaz demek de ne oluyor? Çok basit: Politikacıdır, eline aldığı kitapta işine yarayacak satır arar. Ama okumak böyle bir şey değil sayın okurlarım. Gerçek okur kitabı üretir, yorumlar, “işe yarar” kısmına bakmak politikacılarla “hoca”ların işidir. Gerçekte kitap, politikacıyla hocanın karşıtıdır çünkü. Neyse, felsefe paralamayalım şimdi.
    Bakan Bey, seviye meselesini önemli bulduğunu açıkladı burada sevgili okurlar. Gerçekten günün kutsal mesajıydı bu. Ne kadar önemliydi. İyi ki müdür beyin aklına gelmişti de yaşadığımız şu günler açısından dişe dokunacak mesajlar verilebilmişti halkımıza. Ve Ertuğrul Günay Bey bu olağanüstü ve büyük yazarımızı gençliğinde çok okumuştu ve ona hayranlık duymamak elde miydi? Ve hele şu seviye meselesi… Bugünkü genç mizahçılara onu örnek gösterdi bakanımız. Ustalarından örnek almalı ve onun gibi seviyeli olmalıydılar.
    Bakın bu doğru sayın okurlar. Genç mizahçıları ben de buradan seviyeli olmaya ve terbiyeye davet ediyorum. Ve AKP’nin açtığı davaları da haklı buluyorum. Öyle ikide bir karikatürlerle falan koskoca başbakanla makara-kukara yapmalarının mizahla falan ne ilgisi var?
    Daha sonra, efendime söyleyeyim, bakanımız ödülü kazanan arkadaşımız Yekta Kopan’a döndü. Sevgili Yekta, buraya koşa koşa geldim, çünkü gazetedeki roportajını okudum, dedi. Nitekim kendisi de babasını genç yaşta kaybetmiş ve yine kendisi de kedileri ve tüm hayvanları çok seviyormuş efendim.
    İşte böylece salonda duygusal anlar da başlamış oluyor. Bakanın bu duygusal ve sürekli gülümseyerek aktardığı bu insani tavrı karşısında etkilenmemek elde midir efendim? Düşünün, bir bakan, genç bir edebiyatçının ödül törenine katılıyor ve tüm insani yönünü sergilemekten geri kalmayarak, sanatın ve sanatçının yanında nasıl durulacağını müthiş seviyeli bir biçimde gösteriyor. Tabii alkışlar arasında. Salonda burnu sızlayanlar oluyor. Ben de ne de olsa insanım, mendilimi aranıyorum sevgili okurlar.
   
YEKTA KOPAN’IN YÜREK BURKAN KONUŞMASI

Bundan sonra büyük kavuşma gerçekleşiyor arkadaşlar. Yazarımız sahne alıyor. Duygusal ve okumuş bakanımızla kucaklaşıyor. Ödül veriliyor. Fakat sunucu arkadaşımız Yekta Kopan Bey’i bırakmıyor hemen tabii. Bir konuşma bekleniyor ondan. Ve asıl duygu fırtınası bundan sonra başlıyor. Kopan, bana genç yazar diyenlere teşekkür ederim, diyerek “seviyeli” bir kinaye örneği gösteriyor. Gerçek bir edebiyatçıya yakışacak incelikle. Sonra ansızın duygusallaşıyor. Bu ödülün, içinde kopardığı fırtınayı, gözyaşı selini öyle güzel anlatıyor ki, sevgili okurlar, burada aktarmak mümkün değil.
    Hani meşhur hikâyedir: Adamın biri kıyıda dolaşmakta ve sahile vuran milyonlarca deniz yıldızını alıp alıp gerisin geriye denize fırlatmaktadır. Derken ordan hıyarın biri çıkar, n’apıyosun lan manyak mısın, der. Adam hüzünle, boş boş bakar, neden sonra, onları kurtarmaya çalışıyorum, der. Beriki, ulan ne fark eder dingil, diye çıkışır, milyonlarcası var, bi tanesini kurtarsan ne olur? Gizemli ve duygusal adamımız büyük lafı işte o zaman eder, elindeki deniz yıldızını göstererek: Onun için, fark eder…
    İşte bu duyguyu, bu etkiyi yaratıyor Kopan’ın konuşması. Millet burnunu çekmeye başlıyor. Sunucu arkadaş bir ara ağlayacak gibi oluyor. Yekta duygu tellerimize dokunuyor sonunda: An gelir, yazdığınız bir yazı… An gelir okuyucularınız…
    Eklemek isterim sevgili okurlar: An gelir öykü sona erer… An gelir eski kitaplar şöyle bir karıştırılır… An gelir Haldun Taner gerçekten ölür…

   



Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.