Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Bir Trevanian yazısıdır!




Toplam oy: 968
Nicholas Seare, Trevanian (Rodney William Whitaker)
E Yayınları
Kaba Saba Masallar, 1339 ya da Öyle Bir Yıl; Şibumi, ya da Katya’nın Yazı ile sırt sırta verseler muhtemelen daha bilinir olacaklar – ki bunu fazlasıyla hak ediyorlar

"Bu 'kralların oyunu' denilen oyunun esrarlı çekiciliği konusunda bilgi sahibiydim; satranç, insanoğlunun icat ettiği öteki bütün oyunlar arasında kendini bağımsızca rastlantının her türlü tiranlığının dışında tutan ve zafer taçlarını yalnızca tine ya da daha doğru bir deyişle, tinsel yeteneğin belli bir türüne sunan tek oyundu. Fakat insan daha satrancı bir oyun diye adlandırmakla, kendini hakaret anlamını taşıyan bir küçüksemenin vebali altına sokmuş olmuyor muydu? Aslında satranç da bir bilimdi, bir sanattı, Hazreti Muhammet'in gökyüzü ile yeryüzü arasındaki boşlukta bulunan tabutu gibi, bu kategoriler arasında boşlukta dolanmaktaydı, karşıtlıklardan oluşma bütün çiftlerin bir defaya özgü birleşmesiydi..." (çev. Ahmet Cemal) Satrancı, romanındaki bu cümlelerle yere göğe sığdıramayan isim Stefan Zweig. Üstelik bu oyunu sarsılması güç görünen o tahtına taşıyan yalnızca Zweig'ın –Satranç adlı– romanı da değil. Hakkındaki övgü dolu sözlere daha birçok kitapta, başrolde olduğu "artistik" görüntülere birçok filmde rastlamak mümkün. Ayrıca tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de –haklı olarak– belli bir saygınlıkla özdeşleştirilen bu oyuna olan ilgi, özellikle okullarda yakın bir zaman önce ders olarak yer almaya başlamasıyla birlikte daha da yaygınlaşmış durumda. (Bu ilgi, hakkında yayımlanan kitapların sayısındaki artışla da ölçülebilir.) Elbette farklı bakış açısına sahip olanlar da var. Örneğin bir başka romanda şu cümlelere rastlıyoruz: "'Herhalde Batılıların satranç oyununu da oynamışsındır.' Nicholai gene omuzlarını kaldırdı. 'Biraz,' dedi. 'Ona pek ilgi duyamıyorum'. 'Go ile karşılaştırdığın zaman o oyunu nasıl buluyorsun?' Nicholai bir an düşündü. 'Şeyy... Filozoflar ve savaşçılar için Go ne ise, muhasebeciler ve tüccarlar için de satranç o bence.'" Aynı romanın sonraki sayfalarında da tekrarlanıyor bu görüş: "Go ile Batı satrancının farkı, felsefeyle muhasebe defteri tutmanın farkı gibidir."

19x19 bir tahta üzerinde 180 beyaz ve 181 siyah taşla oynanan, kökeni antik çağa dayanan Uzakdoğu menşeili Go oyunu, kulağa ilk anda yabancı gelebilir. Ancak özellikle bir dönem Fuseki'nin bu oyunun açılış bölümü olduğunu, Sabaki'nin güç bir durumdan çabuk ve esnek bir manevrayla kurtulma çabası anlamına geldiğini ya da Shicho'nun hızlı bir saldırıyı ifade ettiğini birçok kişi biliyordu. Hatırlatmak gerekirse bu oyun, Trevanian’ın kült romanı Şibumi’nin merkezinde yer alıyordu. Hatta, kitaptaki bölümler oyun planına göre sıralanıyordu.

 

 

Yalnızca Şibumi değil; Katya’nın Yazı, Yirminci Mil, Hesaplaşma, İnfazcı gibi diğer romanlarıyla da –tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de– oldukça geniş bir hayran kitlesi tarafından takip edilen Trevanian’ın bu başarısında, sanırım, kalın bir esrar perdesinin ardında yer almasının da payı var. Kitaplarının ünlendiği tarihlerde, hatırlanacaktır, Trevanian’ın bir takma ad olduğu biliniyordu. Ancak ne gerçek adı, ne nerede oturduğu ne de nasıl biri olduğu bilinmiyordu; yalnızca yayıncısının bildiğine dair haberler sızıyordu. Kimliğe dair araştırmalar sonuç vermese de, bir süre sonra emekli sinema profesörü Rodney William Whitaker, Trevanian ismini kullananın kendisini olduğunu zaten bizzat açıkladı.

 

 

Bir Trevanian kitabıdır

 

 

Oysa ki Trevanian, Amerikalı yazar Rodney William Whitaker’ın kullandığı takma adlarından yalnızca biri. Şibumi ve diğer polisiye-gerilim türündeki romanları için Trevanian adını kullanan Whitaker’ın, bir diğer takma adı da Nicholas Seare. Seare adıyla yayımladığı iki kitaba da Türkçede ulaşmak mümkün; Kaba Saba Masallar ve 1339 ya da Öyle Bir Yıl.

 

Bu iki kitabın Türkçe baskılarının kapaklarında –bir çıkartmanın üzerinde– şöyle bir ifade yer alıyor: “Bir Trevanian kitabıdır.” Aslında kanıksadığımız, hatta yayınevi açısından baktığımızda haklı bulunabilecek bir girişim olarak değerlendirilebilir. Olağandan fazla ilgi görmüş kitaplara sahip yazarların diğer kitaplarında da sıkça rastladığımız bir yöntem (“Da Vinci Şifresi yazarından” gibi). Sonuç olarak Trevanian isminin Nicholas Seare’den daha bilinir olduğu, daha çok ilgi çekeceği aşikar. Ancak ilk bakışta haklı gibi görülebilecek bu “hatırlatmanın” yadırgatıcı bir tarafı da var. Dan Brown’ın Melekler ve Şeytanlar romanının kapağında “Da Vinci Şifresi yazarından” yazabilir. Ne de olsa yazar o kitaba Dan Brown olarak imza atmıştır ve okur da zaten tam da Da Vinci Şifresi gibi bir roman okumayı bekliyordur, zaten benzer yapıda bir romanla da karşı karşıyadır. Whitaker-Trevanian-Seare üçgeninde ise durum biraz farklı. Yazarın gerçek ismiyle yazdığı kitaplar da var, sinema hakkında teorik kitaplar; Trevanian adıyla da polisiye-gerilim kitaplarına imza atıyor; Seare’nın kitapları ise konuları, anlatım tarzları vd özellikleriyle Trevanian romanlarına hiç benzemiyor (Ortaçağ edebiyatının parodisi olarak nitelendirilebilirler örneğin). Dolasıyla birbirlerinden nispeten keskin çizgilerle ayrılan kitaplarını, belki de birbirleriyle karışmaması amacıyla farklı isimler kullanarak yayımlamak istemiş Whitaker. Hatta Gülenay Börekçi’nin yazarın kızı Alexandra Whitaker ile yaptığı söyleşiden şu satırları da hatırlatalım: “Babam, Kasaba adlı romanını Morin imzasıyla yayınlamaya karar vermişti. Fakat yayıncısı buna bile izin vermedi. Babam da kitabını isimsiz yayınladı. Müthişti. İsmi ve yüzü olmayan bir yazarın kitabının satış rekorları kırabildiğini herkes gördü. Kitap, bu çarpıcı başarı üzerine yeniden, bu kez Trevanian imzasıyla basıldı.” Belli ki bir şeyleri ispatlama çabası içindeymiş aynı zamanda Whitaker...

 

İlginç olansa, gezindiğim kitapçıların hiçbirinde Kaba Saba Masallar ya da 1339 ya da Öyle Bir Yıl, Trevanian kitaplarının yanında yer almıyordu. Şibumi, Katya’nın Yazı ya da Hesaplaşma’yla sırt sırta verseler muhtemelen daha bilinir olacaklar – ki bunu fazlasıyla hak ediyorlar. Dolayısıyla kitapların gölgede kalmalarına gönlümüz razı değilse, söz konusu çıkartma gözümüze batmamalı belki de; çok rahatsız ediyorsa çıkarılabilir ne de olsa!

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.