Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Borges'in görme yetisini kaybettikten sonra çizdiği otoportre



Vasat
Toplam oy: 147

Dünya edebiyatının büyük ustası Jorge Luis Borges yaşamının bir noktasında kör olacağını biliyordu. Körlük Borges ailesinde nesilden nesile geçiyordu. Yalnızca babası değil, babasının anne-babası da yaşamlarının bir safhasında kör olmuşlardı. Borges kendi durumunun çok da dramatik olmadığını düşünüyordu. Bir keresinde, “körüm, gülümsüyorum, cesurum ve ölmeyi umuyorum” diyecek ve şöyle devam edecekti bu konuya ilişkin:

“Esas dramatik olan, görme yetisini bir anda kaybedenlerdir. Benim durumumda körlük, ağır ağır çöken bir gece gibiydi. Görmeye başlamamla birlikte, körlük süreci de başlamıştı. 1899’da doğduğum gün, dramatik iniş çıkışlara gerek duymadan hep devam eden bir süreçti (...)”

 

Görsel: Burak Dak

 

 

Borges kendi durumunu “mütevazı körlük" olarak tanımlıyordu. Tek gözü tamamıyla körleşmişti, ancak diğer gözü kısmen görüyordu. Kırmızı ve siyah renkleri göremese bile, mavi, yeşil ve sarı renkleri seçebiliyordu.

Borges, görme yetisini büyük oranda kaybettikten sonra Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin başına atanmasındaki ironiden de bahseder; artık okuyamıyor ancak halen yazabiliyordur.

“Orada, farklı dillerdeki 900 bin kitabın ortasında duruyordum işte. Ancak kitapların başlıklarını bile güçlükle seçiyordum.”

Bundan 20 yıl kadar sonra, Borges, Amerikalı ünlü edebiyat aşığı Burt Britton için otoportresini çizecekti. Ortaya çıkan eskiz pek çok detaylı çizimden daha kıymetliydi elbette.

 

 

Borges'in 1976'da The Paris Review'da yayımlanan otoportresi

 

 

Yaklaşık 500 kadar edebiyatçının otoportrelerini toplayan Britton, Borges’in Strand adlı ünlü kitapçıya gelip kendi portresini çizdiği günü şöyle anlatıyor:

 

“Onu binaya çevirmeni getirdi. Portre kusursuzdu. Ancak benim için asıl akılda kalıcı olan, ona merdivenlerden yukarı çıkarken eşlik etmekti. Kitapçının ana bölümüne doğru yürürken bana dönüp, 'sizde bizim ulusal kütüphanemizdeki kadar çok kitap var,' demişti.”

 

 

 


 


Kaynak: Lithub

 

 


 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.