Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Dan Brown’ın şifreleri




Toplam oy: 289
Dan Brown // Çev. Petek Demir
Altın Kitaplar Yayınevi
Başlangıç henüz yayımlanmamışken, yani bu yazının yazıldığı 3 Ekim öncesinde, elimizdeki kısıtlı bilgilerden yola çıkarak bu yeni romanın hikayesini ne kadar tahmin edebiliriz?

Dan Brown’ın yeni romanı Başlangıç’ın yavaş yavaş görünür olmaya başladığı dönemde, merak ateşini harlandıran haber şu olmuştu: “Kitapların yayıma hazırlanma süreci de merak uyandıran Dan Brown’ın –Cehennem romanının hazırlık sürecinde olduğu gibi– yeni romanı Başlangıç’ta da çevirmen ve editörler tek bir merkeze toplandı. Güvenlik önlemlerinin yüksek tutulduğu bu süreçte, çevirmenler internet olmayan bir odada yanlarına özel eşyalarını almadan çalışıyorlar. Merkezin nerede olduğu da şimdilik açıklanmıyor.” O adeta mühürlü alanda neler yaşanıyor elbette merak ediyoruz, eğer süresiz bir gizlilik anlaşması yoksa, belki bir gün bir çevirmen ayrıntıları bizimle de paylaşır.

 

Elbette bütün bunlar romanın içeriğinin, planlanan tarihten önce sızmamasını sağlamak üzere alınmış “önlem”ler. Kabul edilebilir. Hiç kuşkusuz, içeriğe dair merak duygusunu hareketlendiren bir strateji. Cehennem romanında olduğu gibi Başlangıç’ın hikayesini de bu anlamda merakla bekliyoruz. Ama bir taraftan da, bu önlemlere karşılık tıpkı Profesör Robert Langdon gibi, sırları çözme isteğimiz devreye giriyor. Başlangıç henüz yayımlanmamışken, yani bu yazının yazıldığı 3 Ekim öncesinde, elimizdeki bilgilerden yola çıkarak bu yeni romanın hikayesini ne kadar tahmin edebiliriz? Geçtiği mekanları keşfetmek için hangi rotayı izlemeliyiz? Da Vinci Şifresi romanı için Leonardo da Vinci biyografileri gibi, Başlangıç romanı için de bize başka hangi kitaplar eşlik edebilir?

 

 

Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?

 

Şimdilik, elimizdeki bilgiler şöyle: Başlangıç romanının başlangıç bölümü, tadımlık olarak Türkiye’deki yayıncısı Altın Kitaplar’ın internet sitesinde yayımlandı yakın bir zaman önce. Ağza çalınan bir parmak bal misali! Bir de arka kapak tanıtımına benzer bir tanıtım yer alıyor. Bildiğimiz hikaye de şöyle: Romanda Brown’ın önceki kitaplarında maceralarını heyecanla takip ettiğimiz Profesör Robert Langdon, İspanya Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’ne 40 yaşındaki milyarder ve gelecek bilimci Edward Kirsch’ün yapacağı bir açıklamayı dinlemeye gider. Langdon’ın ilk öğrencilerinden biri olan Kirsch, insanlığın kökeni ve geleceğimize dair bildiğimiz her şeyi değişterecek bir açıklama yapacaktır. Kirsch’ün keşfettiği sır, “dini gerçeklerin tek bir ortak noktası olduğunu” ortaya çıkaracaktır: “Hepsinin tümden yanlış olduğunun.” Lakin müzedeki sunumun Kirsch bu sırrı açıklayamadan saldırıya uğrar. Çıkan karmaşa neticesinde Langdon Bilbao’dan kaçmak ve Kirsch’ün keşfinin izine düşmek zorunda kalır. Gizli tarih ve dini fanatikliğin karanlık koridorlarını takip eden Langdon’ın yolculuğu, Kirsch’ü susturmak için yapmayacağı hiçbir şey olmayan İspanya Kraliyet Sarayı’na kadar götürür...

 

“Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?” Anlaşıldığı kadarıyla romanın merkezinde, insanoğlunun var olduğu günden beri cevabını bulmaya çalıştığı bu temel soru yer alıyor. Bu noktada bize yol göstermek adına akla gelen ilk isim ve eseri, hiç kuşkusuz Türlerin Kökeni ile Charles Darwin olacaktır. Başlangıç’ta Kirsch’ün keşfettiği sır, Darwin’in Türlerin Kökeni’nde irdelediği evrim teorisi olabilir. Ancak Dan Brown kadar “akıllı” bir yazarın kitabının temelinde bu kadar bilindik bir fikrin yattığına inanmak güç. Başlangıç’ın bu teoriden değil de, buradan yola çıkarak daha geniş ve etkileyici bir gizemin üzerine kurulu olması kulağa çok daha inandırıcı geliyor. Öyle değil mi? İşte bu noktada da aklımıza Yuval Noir Harari. Sapiens ve Homo Deus isimli o çok satan kitaplarıyla, tam da “Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?” sorularının peşinden gitmiyor muydu zaten?

 

Harari’nin Sapiens kitabında, Brown’ın romanında bir rolü olma potansiyeline sahip iki teori var. Bunlardan ilki tüm insan soyunun bir noktada aynı bölgede (büyük ihtimalle Afrika’da) yaşadıkları ve gruplara bölünüp farklı noktalara dağıldıktan sonra evrim geçirerek farklı insan türlerine dönüşmeleri. Harari’ye göre bu gruplar bulundukları yerlerin farklı koşullarına göre evrim geçirmiş ve birbirlerinden ayrılmışlardır. Yani biri homo erectus’a dönüşürken, biri homo habilis’e dönüşmüştür. Sapiens’te okuyucuya sunulan bir diğer ilginç teori de, insanları birbirlerine bağlayan temel şeyin dil, yani kurgu yapma gücü olduğudur. Sapiens paradan milliyetçiliğe, aile kavramına, toplum yapılarına kadar her şeyin insanların dili geliştirmelerinin ve beyinlerinin evrilmesinin sonucunda doğan kurgular olduğunu söyler. İnsanlar bu kurguları birlikte yaşayabilecekleri ve böylece hayatta kalabilecekleri dayanışmalı bir toplum oluşturabilmek için yaratmışlardır. Dan Brown bu teorileri eşelemiş olabilir.

 

Ayrıca, Başlangıç yalnızca insanlığın geçmişinde odaklanan bir roman değil. Elimizdeki kısıtlı bilgilerden anladığımız kadarıyla, roman aynı zamanda insanlığın nereye gideceğini, nasıl gelişeceğini de inceliyor ve bunu bir şekilde Kirsch’ün buluşuna dahil ediyor. Robotik bilimi, yapay zeka... Dolayısıyla Harrari’nin Sapiens’e ek olarak yazdığı Homo Deus kitabını da yakınımızda tutmakta fayda var! Çünkü Harrari’ye göre insan doğası, zekamız bilincimizden ayrılmakta olduğu için değişim –bir başka deyişle evrim– geçirmekte. Harrari’nin bundan kastı, dünyayı kontrol ve manipüle edebilme yeteneğimizin bizi değiştirmekte olduğu. Teknolojiye gitgide daha fazla bağımlı hale geliyoruz. Bu teknolojilerin hayatımızı bir dereceye kadar kontrol ediyor olmaları, gerçekten de bir çeşit yapay zeka oldukları anlamına gelmiyor mu? Bu durumda teknoloji ilerledikçe bu yapay zeka gelişmeyecek mi? Yapay zeka geliştikçe kontrolü daha çok ve biz fark etmeden elimizden alıp değişmemize, evrim geçirmemize ve yeni birr insan çeşidine dönüşmemize yol açmayacak mı?

 

Başlangıç’ta Kirsch’ün oyun teoristi olduğu düşünülünce bu yapay zeka teorisinin romanda önemli bir yer teşkil ettiğine karar verilebilir. Zira Kirsch, var olan düzeni inceleyerek insanların ne kadar değiştiğini görebilecek nadir kişilerden biri olur bu durumda. Bu gözlemleri doğrultusunda da evrimin şu anda devam etmekte olduğunu kanıtlayabildiği gibi onu geçmişe, belki de insanların başlangıcına kadar götürebilir. Bu yolun sonunda evrimle ve insanlarla ilgili ne keşfettiğine gelince... Bunun çıkarımını Homo Deus’a bakarak yapmak oldukça zor, hatta imkansız. Merakımız, ancak Başlangıç’ı okumayı bitirdiğimizde gidereceğiz gibi görünüyor.

 

 

 

 

Guggenheim Müzesi ve Bilbao Çemberi

 

Kitabın çıkmasını beklemek zorunda olmamız Kirsch’ün sırrının ne olduğu üzerine biraz daha kafa patlatamayacağımız anlamına gelmiyor tabii ki. Bunu, Başlangıç’ı aynı konu üzerine dönen başka kitaplarla kıyaslamanın yanı sıra elimizdeki son bir ipucunu daha kullanarak yapabiliriz: kitabın başlangıç noktası olan Bilbao Guggenheim Müzesi. Biliyoruz ki, Dan Brown’ın romanlarında sanat tarihi de önemli bir yer kaplıyor. Dolayısıyla Başlangıç romanının da bir müzede açılıyor olması ve Kirsch’ün büyük açıklamasını burada yapmayı seçmesi şaşırtıcı değil. Ünlü mimar Frank Gehry’nin tasarladığı labirentimsi, modern Guggenheim Müzesi’nin oldukça zengin ve son derece modern bir koleksiyonu var. Koleksiyondaki parçaların çoğu 1950’ler ya da 1960’larda yapılmış eserler. Doğrusunu isterseniz koleksiyonda Kirsch’ün sırrıyla bağlantılı olabilecek yalnızca tek bir eser var gibi duruyor: Richard Long’un Bilbao Çemberi.

 

Richard Long çalışmalarını seyahat ettiği İngiltere, İrlanda, Nepal, Japonya, Afrika yaylaları, Meksika ve Bolivya gibi yerlerden topladığı çakıl taşlarından, tüylerden, çam ağacı iğnelerinden, çubuklardan ve benzeri doğal malzemelerden oluşturur. Long’un 2000 yılında İngiltere’deki en eski taş ocağından topladığı taşlarla yaptığı Bilbao Çemberi, dairesel bir yapı. Yanında durup bakıldığında ne olduğunu çıkarmak biraz güç ancak tepeden bakıldığında eserin bir ilkel anıtı andırdığı söylenebilir. Eser dikkatli incelendiğindeyse çok bilindik, gizemli bir eseri, yani İngiltere’deki Stonehenge’i hatırlatıyor. Stonehenge’in ne amaçlı yapıldığı hâlâ bilinmiyor. Elbette sitin neden yapıldığına dair teori üstüne teori var. Kimi Stonehenge’in cenaze törenleri için kullanıldığı kanısında, kimi Ay ve Güneş tutulmalarını tahmin etmek için yapılmış astronomik bir yapı olduğunu düşünüyor, kimiyse bir çeşit tapınak olduğunu öne sürüyor. Bu gizemli yapı, İngiltere’de Neolitik dönemden kalma en eski miras. Bu durumda Kirsch’ün sunumunu Guggenheim Müzesi’nde yapmayı seçmiş olmasının Long’un ilginç eseriyle ve dolayısıyla Stonehenge’in sırrıyla bağlantılı olma ihtimali var mı? Eğer durum gerçekten buysa, o zaman Kisch’ün keşfinin peşine düşecek olan Langdon, yolun sonunda İngiltere’ye ve dolayısıyla Stonehenge’e ulaşabilir pekala. Yoksa Dan Brown’ın romanında örmekte olduğu ağ, bundan daha da mı karmaşık?

 

Elbette Kirsch’ün toplantısını müzede yapmış olması koleksiyondaki eserlerle değil de müzenin lokasyonu ile ilgili de olabilir. Ne de olsa müze dünyanın bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve dünyanın en eski dillerinden biri olan Basque’ın konuşulduğu Bilbao’da yer alıyor. Tarih öncesi döneme dayanan, artık topu topu birkaç yüz kişinin konuştuğu Basque dilinin evinin olduğu bir yerin bu açıklama için seçilmiş olması tesadüf olabilir mi? Bu antik bölge ve dilin içinde Kirsch’ün sırrının kanıtı yatabilir mi? Hıristiyanlığın etkilerinin kuvvetlice hissedildiği İspanya kraliyet ailesinin kontrol altında tutmak istediği sır kendi topraklarında yatıyor olabilir mi? Ve eğer öyleyse, Kirsch veya Langdon bu sırrı sonunda ortaya çıkarabilecek mi? İşte bu soruların ve daha da fazlasının cevapları, Başlangıç’ın sayfalarında karşımıza çıkacak.

 

 

 

Görseller: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.