Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Dosya // Edebiyat festivalleri




Toplam oy: 175
Eğer edebiyatı kılavuzumuz bilip yolumuzu buna göre çizeceksek, dünyanın dört bir yanındaki edebiyat festivallerini takip ederek ya da hayal gücümüzü kullanarak yaratıcı rotalar çıkarmak mümkün.

Edebiyat ve festival kelimeleri nedense pek çokları için uzlaşmaz bir niteliğe sahip. Edebiyatın zihinlerdeki ilk çağrışımından olsa gerek bu: inzivaya çekilip kendi içine dönmüş biri, kalabalığa karşı bir koruma kalkanı olarak kitabın açtığı dünyalara gömülmüş, hazdan ve şimdiden uzak, geçmişin bilgisinin ve geleceğin tahayyülünün peşinde...

Festival ise çoğu zaman hazla, o ana içkin bir deneyimle ilişkilendirilir. Hemen bir kalabalık gelir akla; kontrol edilemez, kestirilemez enerjiler için bir çarpışma sahnesi çizilir zihinde. Dionysosçu bir toplaşma belki, belli süre için her şeyi askıya alma, farklı bir düzleme geçme, hızlıca yitirilecek yeni bir duyular dünyası, benliklerin sınırlarını aşındırma alanı... İşin içinde bir “performans” vardır. Peki edebiyat festivalleriyle bu türden bir “şenliği” bağdaştırmak nasıl mümkün olur? Performansa, anlık sergilenen bir şeye bağlı görülen festival ile edebiyat nasıl bir kesişim kümesi bulabilir? Bu sorunun çok net bir yanıtı yok. Belki bu nedenledir ki, edebiyat camiasında fuar, konferans, panel, imza günü vb etkinliklere sıkça rastlanırken, festival niteliği taşıyan organizasyonların sayısı hayli az.

 

 

 

 

Ülkemize baktığımızda da, ekseriyetle satış odaklı ilerleyen fuarlara (sahaf festivallerini de bu türden fuarlarla bir tutabiliriz) ve imza günlerine rastlamakla birlikte, okur ile yazar arasında esaslı bir karşılaşma imkanı tanıyan, dahası okurları bir araya getirip onlar arasında diyalog kurduracak etkinliklerin azlığından dem vurabiliriz. Fuarların ve konferansların düzenlediği tematik paneller, “yazar ile okur” ve “okur ile okur” arasındaki köprü ihtiyacını bir nebze karşılasa da, festival toplaşmasının muadili olamayacaklarını söyleyebiliriz rahatlıkla.

Türkiye’de, geçtiğimiz mayıs ayında gerçekleşen ve 10. yılını doldurarak süreklilik konusunda kendini ispat eden İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) gibi oturmuş organizasyonlar dışında, festival namına sayabileceklerimiz bir elin parmaklarını geçmiyor maalesef. Pera Palace otelinde üç yıl üst üste gerçekleştirilen ve polisiye tutkunlarını türün önemli isimleriyle bir araya getiren Kara Hafta İstanbul Festivali ve çizgi roman dünyasının buluştuğu İstanbul Comics & Art Festival haricinde son yıllarda geniş kitlelere ismini duyurabilen edebiyat odaklı festivallerden bahsetmek zor.

Yalnızca ülkemiz için geçerli bir durum değil bu elbette. Festival kavramının henüz müzik ya da sinemada olduğu şekliyle edebiyatta net bir karşılık bulamadığı gözleminde bulunabiliriz. Yine de, burada bahsedeceğimiz köklü festivaller, bu konuda umut verici bir yol açıyorlar. Binlerce insanı buluşturan bir çekim alanı yaratan edebiyat festivalleri, Birleşik Krallık ve ABD’de yoğunlaşmış görünseler de, biraz eşeleyince, farklı coğrafyalara uzanan bir çeşitlilik önümüze seriliyor. Günümüzde seyahatin önemi ve gezgin bir yaşam modeli benimseyenlerin sayısı arttıkça, bu festivaller de uluslararası niteliklerini perçinliyorlar. Hatta, farklı ülkelerden insanlar için turistik birer cazibe noktası olma yolunda ilerliyorlar. Gezginlere yeni rotalar çizdiriyorlar.

Yüzyıllar boyunca, bir koltuktan bile kalkamadan yeni dünyalar keşfettirmesiyle değer biçilen, kelimelerle seyahat ettiren bir aracı olarak görülen edebiyat, bu türden toplaşmaların artmasıyla, okuru fiziki olarak da harekete geçirebilir, mobilize edebilir. Dahası, böylelikle, edebiyatın toplumsal hareketlerle teması kuvvetlenebilir. Belki de, burada sayacağımız türden festivaller sayesinde, hep hiyerarşik olarak “gezgin”den aşağıda görülen “turist” kavramı da yeni bir boyut kazanır. Edebiyat turizmi denen şey, gidilen yöreye teğet geçilen yüzeysel bir yer değiştirme olmaktan çıkar, hakiki bir karşılaşma imkanı olur.




Ada’da her mevsim


Edebiyat geleneğine en çok sahip çıkan kültürlerin başında gelen Britanya’nın edebiyat festivali konusunda da en zengin bölge olması şaşırtıcı değil. Bunlardan belki de en çok ismini duyuranı Galler’in Hay-on-Wye bölgesinde düzenlenen Hay Festivali. Mayıs sonundan haziran başına uzanan festivalin tesiri öylesine büyük oldu ki, İspanya, Danimarka, Kolombiya, Meksika, Peru gibi ülkelerde kardeş festivallerin doğmasına yol açtı. 1988 yılında kurulan ve yıldız yazarları çekmesiyle bilinen Hay, gündüzleri çimlerin üzerinde yayılıp edebiyat ve sanat üzerine sohbet edebileceğiniz, ferah bir açık alan festivali. Biletleri genelde aylar öncesinden tükenen festivalde, çocuk ve genç yetişkinleri de çekecek sayısız atölye düzenleniyor. Dolayısıyla, burada, karavanını alıp kamp yerine giden aileler gibi, portatif koltuklarını alıp yeşilin ortasında kitap okuyan, edebiyat sohbetlerine dahil olan, bir yandan çocuklarıyla vakit geçiren ailelere çokça rastlayabilirsiniz. Geceleri ise, sahne önünde, müzisyenlerin ve komedyenlerin performanslar sergilediği bir festivale dönüşüyor Hay. Eğer edebiyat festivalleriyle kendinize bir seyahat rotası çizmek istiyorsanız, farklı coğrafyalara açılan Hay Festivalleri’ni takip edip neredeyse bir yılın dört mevsimine yayılan bir seyahat gerçekleştirebilirsiniz. Mesela ocak ayını Gabriel García Márquez’in şehri Cartagena’daki Hay Festivali’nde geçirmek ya da ekim sonunda Kopenhag’daki Aaarhus nehrinin kıyısına konuşlanmış, muhteşem bir mimariye sahip halk kütüphanesi Dokk1’de (35.000 metrekarelik alanıyla İskandinavya’nın en büyük kütüphanesi) düzenlenen Nordik bir Hay Festivali’ni deneyimlemek, edebiyat tutkunlarına alışılmışın dışında seyahat planları yaptırabilir.

 

 

 

Britanya’daki bir diğer cazip edebiyat festivali de, temmuz sonunda Port Eliot’ta gerçekleştiriliyor. Bölgenin tarihindeki iki önemli festivalin, punk grupların çaldığı bir müzik festivali ile bir şiir festivalinin ruhunu birleştiriyor Port Eliot Festivali. Tablolardan fırlamış gibi bir duran huzurlu bir doğa parçasının ortasında, ekolojik bilinci yüksek, yavaş yaşam prensiplerine saygılı, ama punk kökenlerinden esintiler taşıyan hareketli etkinliklere de açık bir deneyim. Edebiyat sohbetleri, müzik dinletileri, doğa gezileri, özel tadımlar, meditasyon, gece yıldız gözlemciliği... İngiltere’nin güneybatısındaki Cornwall bölgesindeki bu yalıtılmış bölgede, gece vakti Şiir Sahnesi’ne çıkanlara kulak verdiğinizi hayal etmek bile güzel.

 

Britanya edebiyatı denince akla genelde Londra ve Dublin gelse de, dünyanın en büyük edebiyat festivali İskoçya’nın başkenti Edinburgh’ta düzenleniyor. Üç haftaya yayılan süresiyle sekiz farklı salonda 1000 yazarı ağırlayan ve 800 farklı etkinliğe ev sahipliği yapan dev bir organizasyondan bahsediyoruz. Geleneksel festival alanı, ağustosun ortasına doğru çadırlarla bezeniyor ve kapılarını açan festival yazarla okurun karşılaşması anlamında önemli bir fırsat sunuyor. İlham her zaman yıldız yazarlardan, tanınmış isimlerden gelmez ama Edinburgh Kitap Festivali’nin o konuda hiçbir eksiği yok: Susan Sontag, Zadie Smith, Orhan Pamuk, Muriel Spark, Jonathan Safran Foer, Neil Gaiman ve Karl Ove Knausgaard geçtiğimiz yıllarda festival kapsamında konuşma yapan yazarlardan yalnızca birkaçı.

 

 

Edebi seyahat rotanızı sırf Britanya adalarıyla sınırlasanız bile hayatınızın bir yılını vermeniz gerekebilir: Şiir ve öyküyü merkezine alan Small Wonder, 1949’dan bu yana düzenlenen ve tüm dünyadaki en eski edebiyat festivallerinden biri kabul edilen Cheltenham, işin müzik ve eğlence kısmında pek güçlü olmasa da akademik ağırbaşlılığın timsali olan Ofxord edebiyat festivalleri ve geçtiğimiz yıllarda Jo Nesbø gibi isimleri ağırlayarak 15 bine yakın katılımcıya ulaşan Harrogate Polisiye Festivali’nin etki alanı da yukarıda saydığımız üç majör festivalden az değil.

 

 

“Şimdi”ye dokunabilmek


Berlin Mitte’de kendinizi hararetli politik tartışmaların yaşandığı kalabalık bir oturumda bulduysanız, Berlin Kitap Festivali’nin bir etkinliğine denk gelmiş olma ihtimaliniz yüksek. Edebiyatın siyaset gündemiyle ve felsefeyle sıkı bağlar içinde konuşulduğu festivalin sosyal bilimlerle akrabalığı hayli kuvvetli. Kültürel çeşitliliğiyle nam salmış olan Berlin’de, yalnızca yazar sohbetlerine değil, farklı kesimlerden ve disiplinlerden insanların sunumlarına da erişmek mümkün. Eylülün ilk haftasında başlayan ve on bir gün süren festivalin en önem verdiği noktalardan biri, farklı kültürlere temsil hakkı vermek ve ağırlanan yazarları bunu gözeterek seçmek. Özgün bir sese sahip genç yazarlara da ayrı bir önem veren festivalin bu seneki bir özelliği de, grafik roman günü gerçekleştirmesi. Çizgi romanların giderek daha geniş kitlelere ulaşması (çizgi roman festivalleri ayrı bir dünya; onların her birini burada sayamasak da, Angouleme, Tokyo, Toronto, Vancouver, Los Angeles, Delhi gibi şehirlerdeki festivallerin her geçen yıl daha çok prestij kazandığını not düşelim) ve görsellikle kelimeleri buluşturma gücü bu tür bölümleri daha sık görmemizi sağlayacak muhtemelen.

 

 

 

 

İş, kültürel çeşitlilik ve yaratıcı alanlarda çalışanların birbirleriyle etkileşime girmesiyse, Berlin’in ardından ilk akla gelen şehirlerden biri de Barcelona. Katalanların 2002’den bu yana mart ayında düzenlediği festival on bine yakın insana ulaşıyor. Kozmopolis adlı festivalin en önemli ayırt edici özelliği televizyon, video oyunu, grafik roman gibi popüler kültür mecralarını da edebiyatla diyalog kuran alanlar olarak görmesi. Kozmopolis’in, adının da işaret ettiği üzere, geniş yelpazeden bir katılımcı profili var. Primavera için Barcelona ziyareti planlayanlara aşinayız, kim bilir, belki ileride, tüm seyahat planlarını mart ayında Kozmopolis’e katılmak üzere kuranlara da rastlarız!

Edebiyat festivali dediğimiz şeyin ille de binlerce kişiyi ağırlayabilen bir ölçeğe ihtiyacı yok. Okurla yazar arasındaki ilham köprülerini kurmak ve çağdaş edebiyata yön verecek tartışmalara dahil olabilmek için iyi bir fikrin etrafında kurulan yapı yeterli olabiliyor. 2016’da Londra’da düzenlenmeye başlayan Bare Lit, bunun en güzel örneklerinden biri. Farklı etnik kökenlerden insanlara edebiyat üzerinden bir tartışma platformu sunan Bare Lit, yalnızca kendini kanıtlamış isimlere değil, edebiyat sevdalılarına, kendi başına şiir karayanlara, yazma hevesi olanlara da kapısını açıyor ve önceliği azınlıklara veriyor.

Bare Lit gibi festivallerde şiir dinletilerinin yapıldığı ve kurgu metinlerin performatif bir şekilde okunduğu oturumların gücü, edebiyatı “kalabalıklar önündeki bir performans”la birleştirmek için güzel bir örnek de sunuyor aslında. Bir araya gelen insan güruhlarına ulaşmanın en iyi yöntemlerinden biri, okuma deneyimini bireysel bir eylem olmaktan çıkarmak, yazarın “iç sesi”ni topluca işitmek belki de.

Bare Lit gibi azınlık hakları tartışmaları için verimli ortam sağlayan festivaller, Hay Festival gibi pek çok majör organizasyonun etnik azınlıkları ve ana akımın dışında kalan yazarları dışladığı yönündeki eleştirilere cevap olabilir. Bu yıl 9-18 Mart tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Kadın Yazısı Festivali de yine bu minvalde önemli bir girişimdi. Festivalin etkinliklerinden birinin başlığı olan “Peki Kendine Ait Odanın Dışında Neler Oluyor?” Kadın Yazısı’nın dert edindiği meseleleri de gayet iyi özetliyor. Bu yıl İsveç ve Türkiye’den yazarları bir araya getiren festival umarız önümüzdeki senelerde de varlığını çeşitli biçimlerde sürdürür, yeterince temsil şansı bulamayan pek çok kadın yazarın edebiyatını gündeme taşır.

 

 

Ubud Festivali'ndeki bir etkinlikten

 

 

Turistik olmayan bir Asya deneyimi


Bali Adası’nın adını pek çoğumuz yalnızca “balayı noktası” olarak duyuyoruz. Oysa Güneydoğu Asya’nın en önemli kültürel etkinliklerinden biri konumundaki Ubud Festivali, ekim ayının sonlarında 150’den fazla yazar, aktivist, düşünür ve sanatçıyı ağırlıyor. 15. yaşını kutlayan festivalin bu seneki teması, “Jagadhita: Nasıl Bir Dünya Yaratıyoruz.” Hint felsefesinden ödünç alınan “Jagadhita” kavramı, bireysel arayışlarla evrensel bir harmoniye ulaşma anlamı taşıyor. Endonezya’ya bağlı bir ada olan, emsalsiz bir kültürel dokuya sahip bu bölgenin büyük çoğunluğu Hindu inancına sahip. Tapınaklar ve turistik merkezler yan yana, okyanusun enginliğine karşı selam duruyor. Sanskrit dilinde “huzur ve barış” anlamını taşıyan Bali’deki festivalin ruhu da böylesi bir arayışa uygun.

Hindistan’ın kuzeyinde düzenlenen, dünya üzerinde muhtemelen en çok katılımcıya ulaşan edebiyat festivali Zee Jaipur, 350 bin kişilik bir kitleye sahip. Ücretsiz olan festivalde siyasetçiler, iş dünyasının kanaat önderleri, insan hakları savunucuları aynı çatı altında buluşabiliyor. Geleneksel edebiyattan çağdaş yazına, yemek kitaplarından bilim yapıtlarına pek çok farklı alanı kapsayan festival genç seslere, umut vaat eden yazarlara büyük önem atfediyor. Rajasthan bölgesinin en büyük şehri Jaipur’daki Diggi Sarayı’nda bir edebiyat festivali takip etmek, yaşam süremiz dahilinde pek sık karşılaşamayacağımız türden bir deneyim sunabilir.

Dil bariyeri uluslararası edebiyat festivalleri açısından önemli bir sorun. Etkinlik dili olarak İngilizceyi seçen Şanghay Edebiyat Festivali, bu sayede dünya edebiyatındaki güncel akımların pek çok farklı veçhesinin tartışılabildiği forumlara ev sahipliği yapabiliyor. Şanghay’ın ünlü rıhtım meydanı Waitan’da 2003’ten bu yana düzenlenen festival, kısa sürede uluslararası arenadaki en tanınmış isimlerin katıldığı küresel bir cazibe merkezine dönüşmüş.

 

 

“Büyük elma”


Birleşik Krallık’tan sonra en yoğun edebiyat festivali haritasının ABD’de olduğunu öğrenmek kimseyi şaşırtmaz herhalde. Ülkenin kültür hayatının kalbinin attığı New York’taki Brooklyn Kitap Festivali, kafalardaki New York imgesiyle uyuşan, genç, şehirli, hip bir kitleye hitap eden, ana akımdan mümkün olduğunca uzak kalan, özgün yeni sesleri arayan bir festival. Çocuklara da büyük önem veren festivalde, çocuk kitapları için ayrılmış bir gün mevcut. Aktüel politikanın da izinin hissedildiği panellerde bu yılın konu başlıklarından bazıları: “Küresel Kriz Çağında Ahlaki Sorumluluk”, “Ev Nerededir?”, “Toplumsal Cinsiyeti Performe Etmek.”

New York’tan bir turist olarak geçmek değil de, edebiyat ve sanatın merkez üslerinden birinin havasını hakikaten solumak istiyorsanız, eylül ayında yolunuzu bu festivale düşürebilirsiniz. New York’a ilkbaharda gitmek isterseniz, World Voices Uluslararası Edebiyat Festivali de size benzer bir deneyim yaşatabilir. Uluslararası yazarlar birliği PEN’in düzenlediği, insan hakları ve ifade özgürlüğü vurgusunun belirgin olduğu, politik angajmanı yüksek, bir hafta kadar süren bir festival bu.

New York’tan uzakta da ilginç edebiyat festivallerine denk gelmek mümkün. İsmiyle efsanevi Woodstock Festivali’ne gönderme yapan Wordstock Edebi Sanatlar Festivali, Portland, Oregon’da yaklaşık 10 bin kişinin katılımıyla düzenleniyor. Yaratıcı yazarlık atölyeleri, yazarların kendi metinlerini seslendirdikleri “pop-up” dinletiler ve bolca sahne performansı, kültür hayatının canlılığıyla ünlü Portland ve çevresi için kasım ayını özel kılan şeylerden biri.

 

 

Yürüyerek keşfedilen rotalar...


Edebiyat festivallerini vesile ederek çizilecek rotaları çoğaltmak mümkün elbette: Polonya, Norveç, Avustralya, Arjantin, Brezilya, hatta Trinidad ve Tobago’da kendine has niteliklere sahip edebiyat festivallerini keşfedebileceğimizi bilmek güzel. Tabii seyahat noktalarını belirlemek güzel ve ilham verici ancak buralara yapılacak bir yolculuğu karşılamak her bütçenin harcı değil. Eğer edebiyatı kılavuzumuz bilip rotamızı buna göre çizeceksek, hayal gücümüzü ve okuma heyecanımızı kullanarak da yaratıcı rotalar çıkarmak mümkün.

 

Hatıraların Masumiyeti filminden

Radiohead gibi gruplar için çektiği video kliplerle tanınan İngiliz yönetmen Grant Gee, yürüyüşlerini sanata dönüştüren bir edebi seyyah olarak tanımlanabilir. Gee, her metnini didik didik ettiği W. G. Sebald ve Orhan Pamuk gibi yazarların metinlerinin izinden gidiyor. Onların karakterlerinin arşınladıkları yollarda yürüyor. Tekrarlanan yolların hiçbir zaman “esas yolculuk”la aynı olmayacağının farkında, Grant Gee tam da bu tekrarlanamazlığın peşinde. Onun yürüyüşlerinden ortaya çıkan Patience (After Sebald) ve Hatıraların Masumiyeti gibi filmler, yürümenin felsefesi, çağımızda flaneur’lüğün mümkünatı, gezgin kültürü, tarih, kent ve edebiyat üzerine düşünme fırsatı sağlayan özel filmler.

 

Herkes Grant Gee gibi yürüyüşlerini filme alıp başkalarıyla paylaşamayabilir, seyahatlerinden bir yapıt çıkaramayabilir; ancak çizilecek rotaların sonsuzluğunun bir güzelliği de, alınan hazzı, öğrenilenleri, karşılaşılanları yolun kendisinin belirlemesi ve hiçbir yolun pürüzsüz olmadığı gibi aynı da olmaması.

 

 


 

 

Görseller (sırasıyla): Gizem Satılmış, Deniz Karagül, Sercan Tunalı

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.