Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Ernest Hemingway hakkında bilmediğiniz 10 şey



Zayıf
Toplam oy: 1402

Ernest Hemingway dünyamızın gördüğü en büyük yazarlardan biri. Peki, kendisinin gerçekte bir nevi Rambo olduğundan haberiniz var mıydı? Makineli tüfekle köpekbalığı tarayan biri olduğunu, el bombalarıyla denizaltılara kafa tuttuğunu ve koca koca ülkeleri birbirine düşürdüğünü biliyor muydunuz? Ya da şunları:

 

10. James Joyce için insanlarla kavga ettiğini…

 

 

 

Döneminin iki efsanesinin, Hemingway ile İrlandalı yazar ve şair James Joyve’un oldukça yakın dost olduğunu bilmek heyecan verici. İki yazar Paris’teyken sık sık baş başa dışarı çıkıyorlar, Joyce bu buluşmaların çoğunda barda kavga çıkarıyordu. James Joyce’un dövüş meraklısı olmadığı bilinse de kavgaların ne sebeple çıktığı hâlâ bir sır. Üstelik oldukça çelimsiz olan Joyce’un gözleri de pek görmediğinden çoğu zaman kiminle kavgaya tutuştuğunu bile bilmediği söyleniyor.

 

Şansa bakın ki en yakın dostu kelimenin tam anlamıyla – ve fiziksel olarak da – ağır bir adamdı. Hemingway boksa bayılırdı ve hatta bir seferinde Jack Dempsey onunla antrenman yapmaktan ne denli korktuğunu şu şekilde dile getirmişti: “Boksa yeteneği olduğuna gerçekten inanan biri olarak Hemingway’in kendini ringe atarken delirdiğini düşünürdüm. Onu durdurabilmek için canını yakmam gerekirdi.”

 

Joyce ne zaman bir kavgaya bulaşsa yaptığı tek şey “Hakla onu Hemingway!” diye bağırmaktı. Hemingway’in, dostunun düşmanına düşünmeden saldırmasıyla ikili, tarihteki ilk ve son edebi boksörler olarak anılmaya başladı.

 

9. Köpekbalıklarını makineli tüfekle tarayacak kadar acayip bir balıkçı olduğunu…

 

1934’te yayınlanan öykü kitabından kazandığı parayla kendisine 11.5 metrelik bir tur teknesi alan Hemingway ismini “Pillar” koyduğu bu teknenin donanımını ciddi anlamda geliştirdi. Ardından uzman bir balıkçı olup çıktı. 1938 senesinin yazında tek başına 52 tane kılıçbalığı yakaladı ki bu gerçekten uçuk bir rakam. Hatta Hemingway’in balıkçılığı Küba’da öylesine büyük bir efsaneydi ki Castro 1960 senesinde Hemingway’in onuruna balıkçılık turnuvası bile düzenlemişti.

 

Bunların dışında Hemingway’in kullandığı yöntemler gerçekten alışılmışın dışındaydı. 1935’te yakaladığı köpekbalığı örneğin. Köpekbalığı tutmuş olmak tuhaf değil elbette ancak Hemingway güverteye çıkardığı hayvanla öylesine boğuşmuştu ki Colt tabancasıyla kendini her iki bacağından da vurmuştu. Sonraları – Yaşlı Adam ve Deniz’e de ilham oldu – kayıtlara geçen en büyük balığı da yine kendisi yakaladı. Hemingway ile arkadaşı Mike Stater boyunun 4 metreden fazla olduğu iddia edilen dev kılıçbalığını yakaladıklarında hayvanı makarayla çekebilmek için saatlerce uğraşmışlardı. Teknenin etrafında dolaşan köpekbalıkları yüzünden Hemingway, Thompson marka makineli tüfeğiyle etrafı taradıysa da suya karışan kan daha büyük bir sürüyü kendilerine çekti. O sırada kılıçbalığı çoktan güverteye alınmış ve yarısı temizlenmişti. İç organları çıkarıldıktan sonra bile 227 kiloydu.

 

8. Hooligan Navy adına Alman denizaltılarını avladığını…

 

1942’de Alman denizaltıları Amerikan yük gemilerini batırıyordu. Deniz kuvvetleri hâlâ Pearl Harbor’ın yaralarını sarmaya çalıştığından sivillere kendi tekneleriyle sahilde devriyeye çıkmaları için gönüllülük çağrısı yapmak zorunda kaldı. Bu gönüllülere de “Hooligan Navy” adını verdiler. Hooligan Navy üyeleri devriye gezdikten sonra olan biteni telsizle rapor ediyorlardı. Bir kişi hariç…

 

Hemingway kendini kaptan ilan edip, Küba kıyılarında karşısına çıkacak Alman denizaltılarını ciddi ciddi batırmak niyetiyle Thompson marka makineli tüfeği ve el bombalarıyla devriyelere katılıyordu. Kurduğu karman çorman tayfada bir milyoner, bir denizci, Basklı jai alai oyuncuları ve boğa güreşçileri buluyordu. Hemingway, Alman denizaltılarının Pillar gibi bir tekneyi gördükleri zaman yüzeye çıkıp onlara doğru geleceğini ve kısıtlı torpidoları yüzünden yalnızca güvertedeki silahları kullanacağını düşünüyordu. Asıl planı denizaltılara mümkün olduğunca yaklaşabilmekti. Böylece Basklı jai alai oyuncuları el bombalarını denizaltının kulesine atarken, diğerleri de makineli tüfeklerle katliam yapabileceklerdi. Kulağa çok heyecanlı geldiği doğru ancak Hemingway bir tane bile denizaltı batıramadı. Hatta görmedi bile. Bunun üzerine insanlar Hemingway’in devriyelerinin aslında yalnızca arkadaşlarıyla içip, balık tutmaktan öte bir şey olmadığını iddia etmeye başladılar.

 

7. Savaş muhabirliği esnasında tam bir serseri olduğunu…

 

1944’te Hemingway, Collier’s dergisi için savaş muhabirliği yapıyordu. Daha önceki savaşlarda bu görevi üstlendiğinde yaşı bu denli ilerlememişti – o dönemlerde 44 yaşındaydı. D-Day esnasında oradaydı ancak komutanlar onu kaybetmeyi göze alamadığı için birlikten çıkmasına izin verilmedi. Kısa süre içinde de Hemingway’in göz kulak olunacak ya da birilerinin lafını dinleyecek biri olmadığını anladılar.

 

22. Alayla seyahat ederken Hemingway, Rambouillet kasabasındaki operasyonlardan birini yönetme iznini kopardı. Aradan çok zaman geçmeden içlerinde birkaç Fransız asker, sivil ve bir tane de gizli ajanın olduğu ayaktakımından bir milisin lideri oldu. Milisler, Hemingway’e “Papa,” “Yüzbaşı” ve hatta “Le Grande Capitan” diye hitap ediyor, emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyorlardı. Ünleri artınca bu “düzensizler” boğazkesenler olarak anılmaya başladılar. Hemingway’i idol olarak öylesine benimsemişlerdi ki onun tavırlarını ve tarzını bile taklit ediyorlardı. Hemingway’in düzensizleri katılan siviller ve Fransız taburlarıyla yüzleri buluyordu. Bu esnada da ana destek güçlerinin önlerinde keşiflerini gerçekleştiriyorlardı. Hatta Hemingway albay üniforması giyiyordu. Birkaç kez de düzensizleri muharebeye soktuğu biliniyor.

 

Her ne kadar Hemingway operasyonları yürütme iznini almış olsa da bir savaş muhabirinin savaşta aktif olarak görev alması Cenevre Sözleşmesi’ne aykırıydı çünkü Hemingway silah kullanıp, insanları vurmuştu ve gerçekten askermiş gibi davranıyordu. Askeri mahkemeye çıkarıldığında paçayı kurtarmak için yalan söyleyip savaş alanına geri döndü. Kasım 1944’te Alman sınırında 33 bin Amerikan askeri öldürüldüğünde oradaydı. Hemingway elbette hayatta kalmayı başardı ve savaş bittikten iki yıl sonra bronz madalya aldı.

 

6. Orson Welles’le kavga ettiğini…

 

1937’de Joris Ivens’in yönettiği The Spanish Earth’ü seslendirmek için Orson Welles işe alınmıştı. Anlatıyı Hemingway kaleme almıştı ve Welles’in yazdıklarını nasıl seslendirdiğini duyunca sesinden hiç hoşlanmadığını dile getirmekten kaçınmadı. Welles, Hemingway’in metninde birkaç değişikliğe gidilmesini önerip, büyük bir kısmı çıkarmaya kalkışınca Hemingway sinirden deliye döndü. Başta giriştikleri ağız dalaşı gittikçe pisleşince Hemingway, “Tiyatro sahibi malın teki bana nasıl yazacağımı söyleyebileceğini mi düşünüyor?” diye çıkıştı. Welles ise sakin bir ses tonuyla Hemingway’in maçoluğuyla alay ederek onu küçümsedi.

 

En sonunda gerçekten kavga etmeye başladılar. Nasıl olduysa belgeselin gösterildiği sahneye bile çıktılar. Üzerlerine yansıyan savaş görüntülerinin arasında Welles ve Hemingway birbirlerini bir o yana bir bu yana savuruyorlardı. Sonraları barışıp yakın dost oldular. Ama yine de Hemingway, Welles’in bütün anlatısını silip, yerine kendisininkini kaydetti.

 

5. Kedilere düşkün olduğunu…

 

 

 

1931’de Hemingway’e özel bir kedi hediye edildi. Beyaz bir kediydi ve polidaktildi. Yani fiziksel olarak genetiği bozuktu ve patilerinde altı parmak vardı. Hemingway kediye “Snowball” adını verdi. Bu nadir mutanta aşık olan Hemingway sonraları Key West’teki arazisinde özgürce dolaşan 50 kadar mutant kedi evlat edindi. Bu sevdasını yazılarında da öyle çok dile getirdi ki genetiği bozuk kediler bir süre sonra “Hemingway’in kedileri” olarak anılmaya başladı.

 

Günümüzde Hemingway’in Key West’teki evi artık müze olarak kullanılıyor. Eğer ziyaret etme şansınız olursa her yerde hâlâ mutant kediler bulunduğunu görürsünüz. Hepsinin cinsi başka ancak neredeyse hepsinin patilerinde altı parmak var. Hemingway’in kedileri dilediklerini yapmak konusunda oldukça özgür ve kedilerin büyük çoğunluğu Snowball’un torunları. Hemingway’in kedi dostunun da kendisi gibi özgür bir ruh olduğunu söylemek yanlış olmaz.

 

4. Devlet gözetiminde olduğunu düşündüğünü…

 

Hemingway yaşamının sonlarına doğru duygusal olarak çökmüş, zihnen yorulmuş ve ciddi anlamda paranoyaklaşmıştı. Takip edildiğini, evinin federaller tarafından sürekli dinlenip gözetlendiğini düşünüyordu. Trafiğe çıktığında diğer araçların onu takip için orada olduğunu sanıyordu. Etrafındaki insanların onu izlediğini düşündüğü için barlardan erken ayrılıyordu. Hatta bir keresinde geç saatte önünden geçtiği bir bankada mesaiye kalan iki çalışanı kastederek hükümet ajanlarının onun dosyasını incelediklerini iddia etti.

 

Hemingway takip edildiğine dair böyle şeyler anlatmaya devam ettikçe ailesi ve dostları onun için ciddi ciddi endişelenmeye başladılar. Bunu psikiyatri koğuşunda geçen bir süre ve 60’lı yıllarda oldukça yaygın olan elektro şok tedavisi takip etti. Ancak tedavinin her şeyi daha da kötüleştirdiği bir gerçekti. Her yerde FBI ajanları dolaşıyor ve telefonu sürekli dinleniyordu… Ardından intihar denemeleri baş gösterdi ve ne yazık ki bunlardan biri amacına ulaştı.

 

3. Ve gerçekten devlet gözetiminde olduğunu…

 

Yıllarca etrafındakiler Hemingway’in paranoyaklığını aklını yitirmesine bağladılar. Ancak Hemingway gerçekten FBI tarafından takip ediliyordu.

 

1983 yılında Hemingway’in çöküşü ve intiharından yıllar sonra yayınlanlan Freedom of Information Act kapsamında  J. Edgar Hoover yazarın takibinde birebir yer aldığını açıkladı. Bu takipler 127 sayfa halinde detaylı olarak açıklanmıştı. Hemingway’in paranoyası gerçekten doğruydu. Federaller gerçekten de telefonunu dinleyip, arabasını takip ediyor ve hesaplarını kontrol ediyorlardı.

 

Peki, FBI neden Amerika’nın yaşayan en büyük yazarını takip ediyordu? J. Edgar Hoover yazarlara karşı hep şüpheyle yaklaşmıştı. George Steinbeck’i de bu şekilde rahatsız ederek yazarın sürekli denetlenmesine neden olmuştu. Hoover’ın Hemingway’den bu denli korkmasının nedeni de yazarın ünü ve insanların ona duyduğu saygının derinliğiydi. Ayrıca Hemingway’in Küba’yla olan bağlantısından da şüphe duyuyordu. Hoover’ın Hemingway’e böyle endişeyle yaklaşmaya hakkı vardı ancak düşündüğü sebeplerden değil. Çünkü…

 

2. Hemingway KGB için casusluk yapıyordu…

 

 

 

40’lı yıllar süresince J. Edgar Hoover güvenmediği herkesi takip ettirdi. Bu isimler genellikle ünlü insanlar, aydınlar ya da kısaca onunla aynı fikirde olmayan herkes olabilirdi. Hoover’ın Hemingway ile ilgili gerçeğe yaklaşıp yaklaşmadığını bilemiyoruz ancak yazarın bütün bu süreçte gerçekten bir KGB ajanı olduğu artık saklanmıyor.

 

Bu ifşa Soğuk Savaş döneminde Sovyet arşivlerine girmeyi başaran eski KGB ajanı Alexander Vassiliev’den geldi. Vassiliev, Hemingway’in casus kelimesine karşılık kullandıkları terimlerden biri olan “destek kuvvet” olarak nitelendirildiğini belirtti. Yazar Küba ve İngiltere’de Sovyet ajanlarıyla buluşuyordu ve Sovyet kayıtlarına göre de onlara yardım etmekten gerçekten memnundu. Hemingway’e verilen kod adı “Argo”ydu ve istihbaratlar yazar tarafından kendilerine iletiliyordu.

 

Ancak Hemingway’in iyi bir casus olmadığı ortaya çıktı. Gönderdiği istihbaratlar ya konuyla alakasız ya da işe yaramayan bilgilerden oluşuyordu. Bu sebeple KGB, yazarın yardımından vazgeçti. Hemingway’in yanlış bilgilerle Sovyetleri oyalayarak ikili oynadığını düşünebilir miyiz? Ya da sürekli sarhoş gezdiği için işini düzgün yapamadığını? Ne yazık ki bunları asla öğrenemeyeceğiz…

 

1. Hunter S. Thompson, Hemingway’in intiharını araştırdı ancak sonuç olarak yalnızca yazarın eşyalarını çaldı…

 

Ernest Hemingway 1961 yılında intihar ettiğinde bütün dünya şok olmuştu. Pek çok yazara ilham kaynağı olmuştu ve insanlar ölümünü kabullenemediler. Bu isimlerden biri de Hemingway’in ölümüyle yıkılan ve sefil hayatıyla türünün nadide örneklerinden biri olan yazar Hunter J. Thompson’dı.

 

1964 yılında Thompson, Hemingway’in The National Observer için kaleme aldığı “What Lured Hemingway to Ketchum”u yazmak için son iki yılını geçirdiği Ketchum, Idaho’ya gitti. Thompson kahramanıyla ilgili tutkuyla yazsa da bu maceranın sonunda Hemingway’in yalnızca yaşlı, hasta ve başı dertten kurtulmayan bir adam olduğuna kanaat getirdi.

 

Araştırması esnasında Hemingway’in duvarında asılı olan iki Kanada geyiği boynuzu dikkatini çekti. Hemingway’in yaptığı delice şeylerin yarısı kadar etmese bile en azından küçük bir hediyeyi hak ettiğini düşünerek boynuzları çaldı.

 

 


 

 

* Çeviren: Sevgi Demir

 

Kaynak: Listverse

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.