Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Gölgede Kalanlar // Yergi öyle bir aynadır ki...




Toplam oy: 888
Jonathan Swift
İş Bankası Kültür Yayınları
Kim ne derse desin, Gulliver’i, yaratıcısı Swift’ten çok daha iyi tanıyoruz. Oysa Swift’in eserleri, hayatıyla yakından ilgili...

“Yumuşacık, kısa çimenlerin üzerine uzandım ve hayatımda bu kadar deliksiz bir uyku uyuduğumu anımsamıyorum. Dokuz saatten fazla uyumuş olmalıyım ki, uyandığım zaman gün doğmuştu. Davranıp kalkmak istedim; kımıldayamadım bile. Sırtüstü yatmıştım, kollarımın, bacaklarımın, her iki yandan yere sıkıca bağlanmış olduklarını anladım; uzun ve gür saçlarım da aynı surette bağlıydı. Vücudumun da koltukaltlarımdan dizlerime kadar ince bağlarla kuşatılmış olduğunu fark ettim. (...) Çevremde bir uğultu duydum, ama bulunduğum durumda gökten başka hiçbir şey göremiyordum. Biraz sonra sol bacağım üstünde canlı bir şeyin yürüdüğünü hissettim. Göğsümün üzerinde yavaş yavaş ilerledi, çeneme kadar sokuldu; bakışlarımı mümkün olduğu kadar aşağı indirince, bunun, sırtında bir okluk, elinde de bir yayla ok taşıyan, boyu altı parmak bile gelmeyen bir insan olduğunu gördüm.” (Jonathan Swift, Gulliver’in Gezileri, çev. İrfan Şahinbaş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

 

 

 

Gulliver’in iplerle yere bağlanmış bu görüntüsü, birçok kişi için çok tanıdıktır. Ayrıca, gezilerin ayrıntıları hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayanlar bile Gulliver’in cüceler ve devler ülkesine gittiğini, oralarda “maceradan maceraya atıldığını” en azından duymuştur. Kısacası Gulliver’in Gezileri ilk yayımlandığından bu yana popülerliğini yitirmemiş, dünya üzerinde kuşaktan kuşağa aktarılan hikayelerden biri durumunda. Bir hikayenin böylesine ünlenmesinin kaçınılmaz sonuçlarından birisi de yazarını silikleştirmesi. Bu kuşkusuz Jonathan Swift için de geçerli; kim ne derse desin, Gulliver’i, yaratıcısı Swift’ten çok daha iyi tanıyoruz. Oysa Swift’in eserleri, hayatıyla yakından ilgili...

 

 

 

 

 

 

 


Yazmasa deli olacakmış

 


Maddi ve manevi bakımdan hayalkırıklığına uğramış, hayatını kazanma ve etkin mevkilere gelme yolunda çeşitli girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış biri olarak karşımıza çıkıyor Jonathan Swift. Çalışma hayatına atıldığı andan itibaren tanıdığı nüfuzlu kişilerin hiçbir faydasını göremez, İngiltere’deki siyasete yön veren iki partiye makaleleriyle önemli katkılarda bulunmasına rağmen istediklerini elde edemez... Sonuç olarak özellikle politikacılar ile saray adamlarından ve genel olarak da bütün insanlardan nefret ederek İrlanda’ya çekilir. Beş para etmez adamların -diğerlerinin sırtına basarak- yükselişlerini yakından görmüş, toplumun çürümüşlüğüne tanıklık etmiş, parti ve din kavgalarını izlemiş biri olarak insanlara karşı nefretle dolmuştur Swift. Üstelik giderek sağlığı bozulmaktadır. Kişisel olarak tek çıkış yolunun yazmak olduğunu düşünmektedir, yazmasa çıldıracaktır adeta; işte Gulliver’in Gezileri tam da bu zamanda ortaya çıkar. “Swift şunu anlamıştır ki, insanlık bu yolda yürüdükçe kurtuluş umudu yoktur. Ona bu yolun ne kadar yanlış olduğunu, bu yolu değiştirmesi gerektiğini göstermek gerekmektedir.”

 

 

 

Dolayısıyla çoğunlukla kısaltılarak, sadeleştirilerek yalnızca bir çocuk kitabı olarak değerlendirilen Gulliver’in Gezileri (bu yönüyle Robinson Crusoe’ya benzetilebilir), aslında, yukarıda çevirmen Şahinbaş’ın sunuşunda da belirttiği amaçla kaleme alınmış ve bir yergi başyapıtı ortaya çıkmıştır. Bu özelliğinin nispeten daha az bilinmesi bir yana; Gulliver’in gezilerinin yalnızca cüceler ve devler ülkesiyle sınırlı olmadığı da unutulmamalı. Kitabının ilk iki bölümünde Swift gerçekten de iyi bir denge tutturmuştur; Gulliver’in cüceler ve devler ülkesine gezileri hikayenin en ilgi çekici kısımlarıdır hiç kuşkusuz. Ancak sonraki iki bölümde de gezilerine devam eder Gulliver; özellikle dördüncü bölümdeki gezinin altı çizilmeli.  Swift’in yergisi keskinleşmiş ve bütün insanlığı kapsayacak şekilde genişlemiştir burada...

 

 

 

Gulliver’in Gezileri’ndeki ilk iki bölüm, yalnızca yaratıcısı Swift’i ve kitabın sonraki bölümlerini değil; Swift’in keskin zekasının ve güçlü kaleminin en güzel örneklerinden kabul edilen denemelerini de gölgede bırakmış görünüyor. Gulliver’in yıllar içindeki onlarca Türkçe çevirisine karşın, Swift’in denemeleri şimdilik bir kitapta toplandı. Üstelik elimizdeki yalnızca bir derleme; Swift’in 1697 ile 1729 yılları arasında kaleme aldığı denemelerinden bir seçki yapılmış Alçakgönüllü Bir Öneri kitabında. Gulliver’in masalsı havasından biraz sıyrılarak ama yergi türünün bütün inceliklerini sergileyerek Swift’in İngiltere ve İrlanda’nın temel sorunlarını çözümlediği denemeleri dikkate değer. İrlanda’daki yoksul insanların çocuklarının ailelerine ya da ülkelerine yük olmasını engellemek ve onları topluma yararlı hale getirmek için “alçakgönüllü bir öneri”de bulunduğu denemesinde örneğin, ­-çocukların en sevdiği hikayelerden birinin yazarı olarak üstelik- çocukları yemekten bahseder! Bu doğrultuda mantıklı bütün sebeplerini ayrıntılarıyla tek tek sıralar; makalenin sonlarına doğruysa -İrlanda’nın haklarını savunan önemli isimlerden biri olarak- kocaman bir taş savurur İngiltere’ye: “Bu öneri hiçbir masraf kapısı açmazken, sorun da çıkarmıyor; üstelik dizginler bütünüyle bizim elimizde ve bu yolla İNGİLTERE’nin şimşeklerini üstümüze çekme ihtimalimiz de yok. Bu ürün çok yumuşak olduğu için tuzlanmaya gelmediğinden, normal koşullarda dışsatıma uygun olmasa da, adı geçen ülkenin tuz olmadan da fırsatını bulsa bütün ulusumuzu çiğ çiğ yemekten hoşnut olacak bir yaradılışta olduğunu unutmamalıyız.” Bu örnek bir yana, denemelerde İrlanda da en az İngiltere kadar Swift’in eleştiri oklarının hedefindedir... Üstelik bu yazılar, yalnızca o dönemin sorunlarına yönelik değil; Swift’in bir başka denemesindeki cümleleriyle: “Ben bütün yazılarımda şu ilkeye bağlı kalma amacı güttüm: Anlattıklarım, belli bir zaman ve mekanda belli durumlar için geçerli olmakla kalmamalı, genel olarak insana ve onun evrensel doğasına uygulanabilir olmalıdır.”

 

 

 

 

İnsan ve onun evrensel doğasından söz açılmışken, sanırım noktayı, yergi türünün en önemli kalemlerinden Jonathan Swift’in şu cümlesiyle koyabiliriz: “Yergi öyle bir aynadır ki ona bakanlar orada herkesin yüzünü görürler de kendilerininkini görmezler.”

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.