Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Hakkı Verilmemiş Bir Distopya: Kallocain




Toplam oy: 85
İsveç edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Karin Boye, ülkesi dışında pek tanınmasa da 1984’ten neredeyse 10 yıl önce kaleme aldığı Kallocain, 20. yüzyılın öne çıkan birkaç distopyası arasına girebilecek nitelikte bir eser.

Dünya savaşlarının geçtiğimiz yüzyıl boyunca Avrupa’ya yaşattığı travmanın izlerini sürebileceğiniz Kallocain şubat ayında Profil Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Eser verdiği yıllarda döneminin gelenekçi edebiyat kamusu tarafından pek rağbet görmemiş olsa da Karin Boye İsveç edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ülkesi dışında pek tanınmasa da 1984’ten neredeyse 10 yıl önce kaleme alınan Kallocain, 20. yüzyılın öne çıkan birkaç distopyası arasına girebilecek nitelikte bir eser.

 

Konu geleceğe ilişkin karamsar projeksiyonlar olduğunda; bir okur ya da izleyici olarak 38distopyalardan ziyade post-apokaliptik eserlerden keyif aldığımı itiraf etmeliyim. Ancak Cesur Yeni Dünya, 1984, Biz gibi distopya dendiğinde akla gelen eserlerin hemen hepsinin insan doğasının çarpıtılması, dejenerasyonu ya da mekanikleştirilmesine karşı takındığı tavrın üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu söyleyebilirim. İşin aslı Kallocain de farklı bir yerde durmuyor. Durması da gerekmiyor zaten. Öte yandan Karin Boye’nin distopyasını içinde yaşadığı totaliter rejimin kusursuz bir ütopya olduğuna inanan Leo Kall’in perspektifinden anlatarak benzerlerinden ayrışmayı başardığı da bir gerçek.

 

DÜŞÜNCELERİMİZ KİME AİT?

 

Leo Kall türün diğer örneklerinde görmeye alıştığımız türden bir kahraman değil. Ne sistem için bir tehdit, ne gözü pek bir direniş lideri, ne de sistemden aldığı güçle sarhoş olmuş bir zorba. Aksine Dünyadüzen’in gururlu, idealist ve ortalama bir üyesi. Kall’e göre Dünyadüzen, “insanlığın yalnızca bir parçası olduğu ve bütüne katkıda bulunmaktan başka bir vasfının olmadığı” kutsal bir varlık, “bireysellikten kolektivizme ve yalnızlıktan birliğe” ulaşmanın tek yolu. Bu yönüyle birey olmanın bencillik, başkaları ile kurulan anlamlı ilişkilerin rejime sadakatsizlik sayıldığı, kuşku, güvensizlik ve korku üzerine kurulu, insanı ancak işgücü, kaynak hatta bir nevi yakıt olarak kullanan sistemin çarpıklıklarına bahaneler üreten, büyük bir ideale ulaşmak için yapılanları mazur gören Kall’a yakınlık duymak oldukça güç. Öyle ki, büyük ideal uğruna, kullananları kişinin kendine dahi itiraf etmediği en derin duygu ve düşüncelerini açık etmeye zorlayan ilacı Kallocain’i icat ederek insandan geriye kalan son şeyi de rejimin ellerine teslim ediyor. Emeği, işgücü hasılı tüm varlığı Dünyadüzen’in malı olan insanın duygu ve düşüncesi de düzene ait olmalıdır şüphesiz. Zira duygu ve düşünce; söz ve eylemi doğurur. Hem, Dünyadüzen’e ait değilse kişinin düşünce ve duyguları kime aittir?!!

 

Ne var ki, daha ilacı ilk deneğe enjekte etmesinden itibaren Leo Kall’in içinde büyüyen çatışmaya, bastırmak istediği duygularıyla üstlenmek zorunda kaldığı toplumsal rol arasındaki yırtılmaya da tanık oluyoruz. Nihayetinde O, içinden çıkıp geldiği toplumun, henüz anaokulundan itibaren maruz kaldığı propagandanın ve mutlak bir kimsesizliğin ürünü. Karin Boye’nin anlattığı hikâyenin bu derece çarpıcı olması biraz da insanın ruhunu paramparça eden, ona rağmen inşa edilen, dayatılan her düzenin insanın kendisinden çok daha kusurlu olduğunu fark etmemizi sağlamasından. Çünkü hepimizin içinde akan o ırmak, tüm kimliksizleştirme, mekanikleştirme çabaları ya da manipülasyonlara rağmen kendi yolunu bulmasını bilir. Yazarın distopik dünyasını uzun uzun tasvir etmek yerine karakterlerin yaşam dürtüleri ve ruhsal mücadelelerine odaklanmayı tercih etmesi son derece isabetli bir karar. Zira Leo Kall’in kurduğu tek anlamlı ilişki olan evliliğindeki başarısızlığıyla iç içe ilerleyen hikâye bizlere Dünyadüzen’deki hemen herkesin kendiliğinden gelişen, güdüsüz fakat rejimin asla başaramayacağı kadar kolektif bir irade ile birleşip ruhlarını beslediklerini gösteriyor. Tıpkı bir ağacın kökleri, dalları, yaprakları gibi.

 

Karin Boye’yi Kallocain’i kaleme almaya iten unsurların başında 19. yüzyılın ilk yarısının Avrupa üzerinde bıraktığı yıkıcı etkiler olduğu söylenebilir. Kitabın ilk baskısının 1940 tarihini taşıdığı dikkate alınırsa Nazi Almanya’sından etkilendiği şüphe götürmeyen yazarın ne denli keskin bir öngörüye sahip olduğu ortada. Boye’nin 2. Dünya Savaşı’nın en vahşi yıllarına tanık olsa ne tür eserler üreteceğini merak etmemek elde değil. Öte yandan 1926’dan 1932’ye kadar uluslararası sosyalist entelektüeller örgütü Clarté’nin komite üyeliğini de üstlenmiş olan yazarın distopik romanında sosyalist unsurlara yer vermesi Orwell’in 1984’ü yayımlaması ve ardı sıra gelen eleştirilere verdiği cevaplarla birlikte düşünüldüğünde oldukça ilgi çekici. 10’dan fazla dile çevrilen Kallocain 2016 yılında 1941 Retro-Hugo En İyi Roman Ödülü’ne aday gösterilen 5 eser arasında yer almıştı.

 

 

KALLOCAIN
Karin Boye

ÇEV: Erman Fermancı
PROFIL KITAP 2019

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.