Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Karşılaştırmalı Eleştiri // Yan yana raflarda iki kitap




Toplam oy: 1172
Michael Dibdin
Labirent
Bazı yönlerden benzerlik taşıyan bu iki romanı, Fare Kral ile Kral Fare'yi politik arka planları açısından karşılaştırmak gerekirse, Dibdin'in romanının daha ağır bastığını söyleyebiliriz.

“Alt tür” olarak anılagelmiş ve bir süre daha öyle anılmaktan kurtulamayacak gibi görünen eserler (bilimkurgu, fantastik kurgu, polisiye...), elbette kitapçıların “alt” raflarında durmuyorlar ama çoğunlukla birbirlerinden pek ayrı yerlere konulmadıkları söylenebilir; hatta bulundukları raflar yan yana dizilir genellikle. Dolayısıyla Fare Kral isimli polisiye ile Kral Fare isimli fantastik kurgunun da yan yana gelmesi olası... Bu benzerliği fark edip böylesi bir “ayarlamaya” girişmiş kitapçı var mıdır bilmiyoruz ama bu iki romanı karşılıklı birbirlerine bakarken ya da sırt sırta görmek, o an önünde durduğumuz raflar düşünüldüğünde, ilginç olabilir gerçekten de!

 

Britanyalı bu iki yazarı, China Miéville ile Michael Dibdin’i yan yana getiren bir diğer unsur da, söz konusu romanların ilk romanları olması. Aslında Dibdin’in daha önce yayımlanmış bir başka kitabı daha var ama ona asıl ününü getiren “Detektif Aurelio Zen serisi”nin ilki 1988 tarihli Fare Kral. 1988-2007 tarihleri arasında, tam on bir “Detektif Aurelio Zen macerası”na imza atıyor Michael Dibdin. (2007 tarihli son macera olan End Games, yazarın ölümünden birkaç ay sonra yayımlanıyor; kim bilir, belki de çok daha uzun soluklu planlamıştı bu seriyi Michael Dibdin.)

 

Her biri farklı bir İtalyan şehrinde geçen maceraların ilki olan Fare Kral, serinin diğer kitaplarında olduğu gibi, politik arka planıyla da dikkat çekiyor; diğer bir deyişle, siyasi bir polisiyeyle karşı karşıyayız. Bir kaçırılma vakası etrafında kurgulanan romanda, “fare kral” isminin nereden geldiğinin anlatıldığı paragraf, politik arka planın belki de en net ifadesi: “Fare kral, çok fazla sayıda fare çok küçük bir yerde ve çok büyük baskı altında yaşadığında ortaya çıkan bir şeydir. Hayvanların kuyrukları birbirine dolanır ve fareler kendilerini kurtarmak için ne kadar çabalar, kuyruklarını ne kadar çekiştirirlerse, onları bağlayan düğüm o kadar sıkılaşır ve sonunda birbirine kaynaşmış dokulardan oluşan katı bir kütle haline dönüşürler. İşte bu şekilde oluşan, kuyruklarından birbirine bağlanmış otuz kadar fareden meydana gelen yaratığa fare kral denir. Böyle ayaklı bir çelişkinin hayatta kalabileceğini sanmazsın, değil mi? En şaşırtıcısı da bu işte. Eski evlerin duvarlarının içinde ya da ağıl tahtalarının altında bulunan fare kralların çoğu sağlıklı ve gelişmeye devam haldedir. Anlaşılan yaratıklar durumlarına ayak uydurmanın bir yolunu buluyor. (...) Bu ülkede bir yerlerde bir kaplamanın altında bütün farelerin kralının saklı olduğuna inanan pek çok insan var.” Bu tanımlamanın/cümlelerin İtalya’daki ilişkiler ağını ne şekilde yansıttığını söylemeye bile gerek yok sanırım. Hiç kuşkusuz, hoş bir metafor... China Miéville’in Kral Fare’sinde ise gerçekten bir fareyle karşılaşıyoruz...

 

Tanıklık ettiğimiz iddialar...

 

“Kral Fare çiğnemeye devam etti. Yavaş yavaş parçalanan yiyeceklerin iğrenç kokusu dayanılmazdı. Saul torbaların önünde yığılı yiyecek artıklarına baktı; küf lekelerine, ısırık yerlerine, pisliklere. Ağzı sulanmaya başladı. (...) Saul’ün midesi gurulduyordu. Yiyecek yığınının önüne çömeldi. Dikkatle yarım kalmış hamburgeri aldı. Kokladı. Hamburger çoktan buz gibi soğumuştu. Dişlerin ekmeği nereden ısırdığını görebiliyordu. Eliyle vurarak, pislikleri olabildiğince temizledi. Isırıldığı yerde ıslak tükürüğün izi hâlâ nemli ve yapış yapıştı. Ağzına soktu. Aklından çöp tenekesinin pisliğini geçirdi; midesinin bulanmasını bekledi. Ama midesi bulanmadı.” Saul’ün yemek yeme alışkanlığındaki değişiklikten midesi bulanmaz çünkü aslında insan olduğu kadar faredir de... Sonradan öğrenir bu durumu ama çabuk alışır.  

 

China Miéville’in, hepimizin az çok bildiği Fareli Köyün Kavalcısı masalına dek uzanan hikayesiyle, 1998 tarihli ilk romanı olan Kral Fare’si de, arka planında politik göndermeleriyle dikkat çekiyor. Fare krallığı meselesinde yarı fare-yarı insan olan Saul’ün takındığı tavır, iktidar mücadelesi vd unsurlar, aslında Miéville’in dünya görüşünün tezahürleri. Marksist tutumunun romanlarında olduğu kadar, edebiyatla ilgili kuramsal duruşunda da belirgin olduğu söylenir.

 

Bazı yönlerden benzerlik taşıyan bu iki romanı, Fare Kral ile Kral Fare’yi politik arka planları açısından karşılaştırmak gerekirse, Dibdin’in romanının daha ağır bastığını söyleyebiliriz; daha doğrusu, son zamanlarda tanıklık ettiğimiz tartışmalar ve iddialar nedeniyle, Dibdin’in romanında yer alan şu cümlelerin daha çok ilgi çekeceğini söyleyebiliriz: “Demiryolu hizmetleri de her şey gibi felaket. Peki hükümet ne yapıyor? İnşaat işleriyle uğraşan dostlarına, Roma’yla Floransa arasında yeni bir demiryolu hattı inşa etsinler diye milyarlarca liret akıtıyor. Peki ya sonuç? Trenler, savaş öncesinden bile daha yavaş işliyor. İnanılmaz bir şey! Milli rezalet!” Ya da: “Haberler yeni başlıyordu, Zen de tıraş olurken bir kulağını radyoya vermişti. Bir dizi inşaat firmasının yer aldığı bir rüşvet skandalına adı karışanların arasında yer alan bir bakan, istifasını isteyenlere ‘gururlu bir sessizlikle’ karşılık vereceğini bildirmişti.” Romana bir sunuş yazan çevirmen Seda Çıngay da buna dikkat çekiyor: “1980’ler sayfaların arasında kanlı canlı yaşıyor adeta. O dönemin İtalya’sı da ekonomik, sosyolojik ve siyasi açıdan Türkiye’nin ikizi sayılabileceğinden, faili meçhuller, rüşvet skandalları, siyasi entrikalar, grevler, bir türlü vaktinde gelmeyen trenler insanın gözlerinin önünde resmi geçit yapıyor. Benzerlik sadece o yıllarla sınırlı kalmıyor, günümüzde yaşananlara ve ülke gündemimize kadar uzanıyor. Her adımda, her cümlede bize dair bir şeyler saklı sanki.”

 

 

 

 


 

 

* Görsel: Dilem Serbest

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.