Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Latife Tekin Dosyası: Rüyaların dilinden en çok muhalefet sızar…



Vasat
Toplam oy: 1063

Bu defa romanla değil, koyun koyuna yaşadığını söylediği defterlerden çıkardığı bir defterle "Rüyalar ve Uyanışlar Defteri"yle karşımızda Latife Tekin. Başlangıcından günümüze edebiyatına alttan alta olsa da damgasını vuran politik söylemini dile getiriyor denemelerden oluşan bu kitabında ve görüyoruz ki sesini yükselttikçe yükseltiyor. Ülke gündemi, giderek karmaşıklaşan, muğlaklaşan politika, politikanın çıkmaz yollarına saplanıp kalmış, kendi hapishanelerini yaratmış politikacılar, ranttan beslenen zengin zümre, doğadan ve insanlığından kopan, koptukça canavarlaşan benliklerimiz ve bütün bunların sonucu elimizde kalan tek şey yani ekolojik yıkım, Latife Tekin’in diline dolananlar arasında.

"Rüyalar ve Uyanışlar Defteri"nde sonuna kadar muhalefet yapıyor Tekin ve bu muhalif tavrını en çok yazım diline yansıtıyor. Noktaları, neredeyse tamamen atarak, sözcükleri tamamen devirerek ve virgülleri bir anlamda baş tacı ederek…   Kitabı okudukça rüyaların diliyle ancak muhalif metinler üretilebilir gibi geliyor insana git gide, zira rüya, görenin kendine, bizzat üst benliğine muhalif en yüksek mercii her şeyden önce. Latife Tekin’in gündüz güneşe, geceleyin aya ve yıldızlara açık perdesiz pencerelerinin içinden, bir şehir kaçkını olsa da, ülke gündemi hunharca sızıyor besbelli, rüyalarını ele geçiriyor, rüyalarıysa en muhalifinden dili…  

Unutmaya yüz tuttuğumuz, edebiyatın özgürleştirici gücünü, yazarın tabulara dokunma hakkını, pırıltısını daimi eleştiriden ve muhalif olmaktan alan edebiyatın acı lezzetini bir kez daha hatırlatıyor “Rüyalar ve Uyanışlar Defteri”.  Latife Tekin’in yazarlık gelişimine dair de önemli ipuçları içeriyor üstelik. Yazar bu çalışmasına dair verdiği röportajlarda en çok şu cümlenin altını çiziyor: “Dile dolanmıyorum artık, elim hafifledi”, sanki kadının dille olan mücadelesinden yeni bir sözle çıktığını okurlarına müjdeler gibi…

 

  

"Öteki"lerin göç yolları üzerinde, bir Latife Tekin külliyatı…


Gövdemden bir ateş geçti ve yazdım… Böyle diyordu yıllar sonra Latife Tekin,  ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm için… Onun içinden geçen ateş Türk okurunun avucunun içine düşmüş, kor olmuştu roman yayımlanır yayımlanmaz, tür olarak karşılığını “büyülü gerçekçilik”te bulan Sevgili Arsız Ölüm’ün, Türk edebiyatında önceli yoktu zira. Edebiyatımızda bugün bile egemenliğini sürdüren geleneksel anlatı çizgisinin dışına çıkıyordu Tekin, sözcüklerinin sesi vardı, ki roman boyunca git gide büyülü bir şarkıya dönüşen. Huvat ailesinin köyden kente göçüşünün, yoksulluk içinde kente tutunma çabasının hikayesinde kentte köylü olmayı, köyde kadın olmayı anlatıyordu Latife Tekin, kahramanı Dirmit damlara çıkıp komşu evlerin pencerelerini ve gökyüzünü seyrettikçe, evinin bahçesindeki kuyuyla dostluğunu ilerlettikçe kadınlığın gözü açılıyor, kadınlığın dili çözülüyordu.  Bütün bunlara kapı eşiklerinde, sandık içlerinde, ağaç diplerinde duran cinler, insanların omuzlarında yaşayan melekler de eklenince, Sevgili Arsız Ölüm’de her anlamda “öteki” olanın dili kuruluyordu.

“Sevgili Arsız Ölüm”den bir yıl sonra 1984 senesinde yazdığı ikinci romanı “Berci Kristin Çöp Masalları”nda bu dili daha da derinleştirerek yoksullara, yoksulluğa mal ediyordu Latife Tekin. Kentin tam kıyısındaydı bu sefer, gecekonduların, çöplerin, fabrika atıklarının içinden yazıyordu. Ve “Berci Kristin Çöp Masalları”ndan başlayarak insanlığı yoksullaşmaya, yoksullaştıkça özgürleşecekleri yeni dünyaya çağırmaya başlıyordu bir anlamda.

Neredeyse baştan sona –di’li geçmiş zamanla yazılan bu romanda yazarın kendisi hikayenin tüm kahramanlarına bilinçli olarak “dil”le uzak, gönülle yakın durur. Çiçektepe’nin kuruluşunun ve büyümesinin hikayesinde Türkiye’de yaşanan büyük göçün, ülkenin şehirlerini geri dönülmez bir şekilde değiştiren o büyük evrimin de hikayesi vardır. Ve bu romanından sonra Latife Tekin, tıpkı şehirlerimiz gibi geri dönülmez bir şekilde yoksulların yazarı olur.

1986 yılında yayımlanan “Gece Dersleri”, hiç şüphesiz yazarın en tartışmalı en sansasyonel romanıdır. Köyden kente göçün ayak izlerini bu defa devrimci evlerinde sürer Latife Tekin ve bir yandan da sol hareketle hesaplaşır, baskın siyasi kimliklerin ruhlarda açtığı deşiklere çevirir dilini. Özellikle de dişil yanımızda açılan delik deşiklere… Sevgili Arsız Ölüm’de Dirmit’e, bu biçare ergen kıza üzerine hiç vazife olmayan bir şeyi, evreni gözleme işini yaptırtan Latife Tekin, Gece Dersleri’nde de devrimci Gülfidan’a kendini ve kadınlığını arattırır, buldurduğu yanıtsa zaten kimseyi hoşnut etmeyecektir: “Ah hayatım, hiç benim olmadın…”  Aşk İşaretleri ve Buzdan Kılıçlar’da da göçün, yoksulluğun ve her türden “öteki”liğin izini sürmeye devam eder Tekin, “pılık pırtıklar”ın dilinden “pılık pırtıklar”ın dilini yazar. Ve edebiyat dünyamıza dille işaretlenmiş bir tuhaf  anti-kahramanı armağan eder, Nezir’i… Bir çelişkiye, yanıtı olmayan bir soruya yazgılıdır bütün bu romanlar; kadının dille kirlenişine. Hemen bütün romanlarında görülen bu çelişkide Latife Tekin, kadınlığa atfedilen dilsizliğe başkaldırırken, kendi dilini yaratan kadının temelde karşı olduğu iktidarın, eril düşüncenin türlü yaratımlarına bizzat ortak olduğunun da fena halde farkındadır. Ondandır ki sözden çok sese meyleder yazar, hemen her romanına dair şarkılı bir fısıltı bırakmayı başarır okurunun kulağında…

Ve gelelim “Ormanda Ölüm Yokmuş”a. Her şeyden önce ikircikli bir ifadeydi bu, bir bilişten ziyade sezişi ima ediyordu besbelli. Artık zamandan tamamen azadeydi Tekin ve mekansa ormanın en kuytu yerleri… Sıra dışı bir dostluğu, ormanın kuytu köşelerinde birbirlerine acılarını, aşklarını, rüyalarını fısıldayan bir kadını ve bir erkeği anlatan Ormanda Ölüm Yokmuş, Latife Tekin’in edebiyatında bir dönüm noktasını oluşturur, artık şehrin dışına meyletmiştir…  Bu romanın ardından gelen “Unutma Bahçesi”nde ise  tamamen doğayla baş başadır yazar, orman onu getirip bir bahçeye, unutma bahçesine bırakmıştır. “Bir kitaba başlamak uzun bir yolculuğa çıkmak gibidir, bir nokta gelir o yolculuk biter ve kitapla vedalaşırım, ama her kitabın beni bıraktığı bir yer var. Bir önceki kitabım 'Ormanda Ölüm Yokmuş', beni ormandan tekrar kente dönen karakterlerin hüznüyle bırakmıştı. Ondan sonra olsa olsa bir unutma kitabı yazabilirdim. Ve zaten 'Ormanda Ölüm Yokmuş'un sonlarına doğru unutma üzerine düşünmeye başlamıştım. 'Sevgili Arsız Ölüm', beni vahşi bir gecekondu vadisinin yamaçlarına bırakmıştı 'Berci Kristin Çöp Masalları'nı yazdım, 'Ormanda Ölüm Yokmuş' ise bir unutma sahiline, unutma bahçesine bıraktı, 'Unutma Bahçesi'ni yazdım.” Unutma Bahçesi’ne dair yaptığımız söyleşide böyle dile getirir Latife Tekin bahçeye gelişini.

Muinar”, yazarın son romanı…  Noktaları cümlelerinden ayırmış gibidir burada artık yazar, virgüllerle ayrılmış sözcükleri, kesik kesik, sayıklar gibi var oluşundan bugüne kadın-oluşu dile getirir. Bin yaşından büyük kocakarı Muinar, günümüz Türkiyesinde Elime’nin içinde uyanır bir kez daha ve ona içinde uyandığı diğer kadınların hikayelerini aktarır. “Ormanda Ölüm Yokmuş”, “Unutma Bahçesi” ve “Muinar” son zamanlarda ekofeminizm adıyla kavramlaştırılan yeni bir damara yönlendirir bizi. Rüyalar, yapraklar, taşlar, kuşlar; bu romanlara damgalarını vururken;  başta kadın olmak üzere, yeryüzündeki tüm “öteki”lerin bir vakitler unuttuğu, nice acılardan geçtikten sonra huzuru ve umudu buluşu ve bir tür yeniden doğuşu simgeler. Kadınlığın karanlık, kaotik, gizlerle dolu dölyatağında belli ki Tekin’in yeniçağa doğru yazacağı daha nice roman, nice söz saklıdır…



Göçle başlayan yazarlık özgeçmişi
Kendini  anarşistlere, ekososyaliste ve ekofeministlere yakın hissettiğini söyleyen Latife Tekin’in yazarlık özgeçmişi belki de ta dokuz yaşına,  ailesiyle birlikte Kayseri’den İstanbul’a göç etmesine uzanır. 1957 yılında doğan yazar  ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm’ü henüz 25 yaşındayken kaleme alır. Bu romanın hemen ardından yayımlanan “Berci Kristin Çöp Masalları”nı, “Gece Dersleri”(1986), “Buzdan Kılıçlar” (1989), “Aşk İşaretleri” (1995), “Ormanda Ölüm Yokmuş” (2001),  “Unutma Bahçesi”(2004), “Muinar” (2006) adlı romanları izler. Şehirden kaçıp doğaya yerleşmeye çalışan insanların hikayesinin anlatıldığı “Unutma Bahçesi”, yazara 2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü getirir. 1997 yılında Ahmet Filmer’le birlikte Gümüşlük Akademisini kuran Tekin halen Gümüşlük’te yaşamaktadır. 

Eleştirel yanına dair eleştiriler
Görülür ki Latife Tekin’e yöneltilen eleştiriler en çok onun eleştirel yanına dairdir… Yaklaşık bir yıl önce hükümetin enerji politikası eleştirdiği için Karabük Belediye Başkanı tarafından azarlanması ve geçtiğimiz Mart ayında Gümüşlük Akademisinde yapılan bir panelde, “Tarih ve kültür hazinesi ülkenin ortak mirasıdır. Kamulaştırılması gerekmez mi?”  diye sorduğu soruya, üzerine yürünerek cevap alması, onun muhalif yazar kimliğine dair yöneltilen son iki eleştiridir diyebilirim. Edebiyatına dair ise dil ve kadın üzerine kurduğu eksende, yapıtlarına damgasını vuran temel çelişki: Kadının yarattığı dille ancak erilliğe varabileceği düşüncesi, en çok tartışılan yönü olur.        

 

  

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.