Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

MARGUERITE YOURCENAR'IN DOĞU ÖYKÜLERİ




Toplam oy: 159
Yourcenar, Doğu Öyküleri’nde Batılı bir gözle Doğu’yu yorumlar. Zaman zaman İstanbul’dan, Balkanlar’daki Türklerden söz eder ama özellikle Müslüman Doğu’ya değil farklı bir Doğu’ya bakar.

 

 

Marguerite Yourcenar, Bürüksel’de doğmuş, Amerika’ya yerleşmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamış bir yazar. Hadrianus’un Anıları adlı romanı en tanınmış eseri. Doğu Öyküleri de onun başyapıtlarından. Yourcenar daha çok geçmişteki insanlık durumlarından çağdaş, güncel sonuçlar üretmeyi, insanlığın temel meselelerini hikâyeleştirmeyi seçen bir yazar. Anlatılarındaki felsefi derinlik, dilsel çaba, şiirsellik temel özelliklerindendir.

 

Masallar, efsaneler hiç şüphesiz toplumun inandığı değerlerin yüksek karakterli, büyük kahramanlar üzerinden temsil edilmesi gerekliliği sonucu ortaya çıkar.

 

Dünyanın çeşitli yerlerindeki inanç ve düşünce sorunlarını tartışan Doğu Öyküleri; Çin, Hint, Japon, Balkan masal, balad ve efsanelerinden yola çıkarak çağdaş öyküyle masal kurgusunu kesiştirir. Öykülerin çoğu bilinen efsane, masalların geliştirilmesi, yorumlanması ile oluşur. Öykülerde niçin masalların seçildiği tartışılır. Masallar ve efsanelere kaçış daha çok yaşanan çağa ilişkin bir eleştiridir. “Ölünün Sütü” öyküsünde bu şöyle izah edilir: “Bana bir öykü daha anlat dostum, dedi Philip. Güzel ve gerçekle ilintisi mümkünse az olan, demin rıhtımda satın aldığım gazetelerdeki çelişkili ve vatanseverce yalanları unutturabilecek cinsten bir öykü olsun…” Çünkü “mutsuzlukla yaşlılığa karşı, kılı kırk yaran titizlikle korunan kadınlarımız bundan böyle yaşamıyor artık. İnsanın çocuğu olmaktan gurur duyduğu, o bol sütlü yaratıklara artık yalnız barbar ülkelerin destanlarında rastlanır oldu.”

 

Masallar, efsaneler hiç şüphesiz toplumun inandığı değerlerin yüksek karakterli, büyük kahramanlar üzerinden temsil edilmesi gerekliliği sonucu ortaya çıkar. Bu nedenle destanlar milletlerin ruhunu, inancını, eşyaya ve insana bakışını temsil eder. Dolayısıyla kahramanların temsil güçleri yüksektir ve o toplumun rüyalarına denk düşerler. Toplumun ortak rüyası o kahramanda toplanmıştır ama gerçeklikle de bağları vardır. Başka bir deyişle destan kahramanlarının, o kişilerin, toplumun rüyalarını taşıyacak tarihî bir gerçekliğe de tekabül etmeleri gerekir. Tümü, tarihî bir kişiliği, tarihî bir olayı ya da olayları anlatır ama toplum öncelikle sözlü gelenekte onu çoğaltır, zenginleştirir. Bu aşamada çoğunlukla da gerçeklikle bağları büyük oranda kopar. Çünkü sadece yaşanmış değil idealize edilmiş bir düşünceyi temsil etmeye başlarlar ama her durumda bir değerler bütününü, kültür ve medeniyeti bünyelerinde toplar ve yansıtırlar. Bu anlamda destanlar o milletin fikir yapısıdır.

 

Kitaptaki iki öykü Balkan Savaşları sırasında Türklerle Sırp ve diğer etnik unsurların mücadelesine yaslanır. Balkanların iç içe geçmiş etnik ve kültürel yapısı içinde Türklere olumsuz rol düşer. “Marko’nun Gülümseyişi”, bir Sırp epik şiirinden yola çıkılarak oluşturulur ama öyküde de belirtildiği gibi “Sırp epik şiiri pek öyle adil değildir Müslümanlara karşı.” Öyküde Marko adlı bir Sırp yüceltilirken, merkezde aşk vardır. Öyküde evrensel değer olarak, savaşlarda, kıyımlarda insanlığın destanları anlatılırken bir gülümseyişin eksikliği öne çıkarılır.

 

DOĞU ÖYKÜLERİ
Marguerite Yourcenar
Çev: Hür Yumer
HELİKOPTER YAYINLARI 2018

 

KANLI  BİR EFSANE

 

Diğer bir Balkan efsanesi olan “Ölünün Sütü” öyküsü sert, acımasız, kanlı bir efsaneye dayanır. Bu efsanede de olağanüstü olaylar anlatılır, kahramanlar yaratılır, ait olduğu ulus yüceltilir. Balkan kahramanları anlatılırken, Slavların, Sırpların gözünden efsane oluşturulduğu için Osmanlı/ Türkler olumsuz olarak çizilir. Ulus yüceltmesine dayalı bu efsane gerçeklere denk düşmez ancak bilinir ki her ulus kendi mitini başka ulusun/ ulusların düşmanlığı üzerine kurgular. Gerçek çarpıtılmış ve olaylar abartılmıştır. Efsanedeki evrensel insani değerler öne çıkarılırken daha inandırıcı olur. Bu öyküde annelik duygusunun genelleştirilemeyeceği vurgulanır. Anlatılan masalda ölümü kabullenen anne sadece çocuğunu bir süre daha beslemek için bir ortam isterken, günümüzdeki bir çingene kadın, ömür boyu ekmek parasını sağlama almak için çocuğunu sakat bırakır, kör eder.

 

Genel olarak öykülerde ölüm, savaş, iktidar gibi olgularda insanın aldığı tavırlar, sınanışlar özellikle aşk olgusundaki seçimleri hikâye edilir. Kahramanlar, krallar aşkla sınanır. Aşkın nasıl pozisyonları, milliyetleri aşan bir duygu olduğu örneklenir. “Prenses Genci’nin Son Aşkı” öyküsünde Prenses Genci’nin gönüllü sürgünlüğünde ölümü beklerken, aşkı, vefayı, insani erdemleri keşfedişi hikâye edilir.

 

Kitaptaki diğer önemli vurgulardan biri de kesin inançlıların düştüğü hatalar. “Kırlangıçlar Meryemi” öyküsünde ise, inançlı bir keşişin, toplumu düzeltmek ve şeytandan uzaklaştırmak için dağ başındaki mücadelesi anlatılır. Öyküde, kesin inançlıların çoğu kez kendi inançlarına da aykırı hareket ettikleri öne çıkarılır. Diğer öykülerde de bilge ile fahişe, kral ile köylü karşı karşıya getirilerek kesin inançlar sorgulanır.

 

Yaşlı ressam Wang-Fo eşyaların kendilerini değil, imgelerini sever, dünyada, fırçaların, çini mürekkeplerinin dışında hiçbir şeyin sahiplenilecek kadar değerli olmadığını düşünmektedir.

 

EŞYALARIN İMGELERİ


“Wang-fo Nasıl Kurtarıldı” sadece kitabın değil, öykü sanatının da başyapıtlarından biridir. Öyküde, yaşlı ressam Wang-Fo ile çırağı Ling’in sanat yolculuğu ve önlerini kralların bile kesememesi hikâye edilir. Öyküde gerçek ve düş karşılaştırılması yapılırken, gerçek iktidarın maddi değil manevi olduğu ortaya konur. Sanatın ne olduğunu anlatan bu emsalsiz öyküde, gördüğümüz şeylerin arkasından bir başka gerçek olduğu vurgulanırken, sanatın, edebiyatın gerçek konumu da gözler önüne serilir. Yaşlı ressam Wang-Fo eşyaların kendilerini değil, imgelerini sever, dünyada, fırçaların, çini mürekkeplerinin dışında hiçbir şeyin sahiplenilecek kadar değerli olmadığını düşünmektedir. Sanat ve hayalleri hayatının merkezindedir. Onunla tanışan Ling’in hayata bakışı değişir ve çırak olur. Ling onunla tanıştıktan sonra yepyeni bir algı ve ruha kavuşur ve ölünceye kadar onun yanından ayrılmaz. Wang- Fo işinde ustadır; son bir fırça darbesiyle resimlere can verir. Sonunda kral, ressam ve çırağını saraya getirterek, Wang-Fo’yu suçlar. Küçükken sadece Wang-Fo’nun resimleriyle dünyayı algılayan kral, gerçek dünyayı gördüğünde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. O resimde çizilen hiçbir şey gerçek dünyada yoktur. Kral: “Han krallığı, krallıkların en güzeli değil, ve ben imparator değilim. Hüküm sürmeye değer tek imparatorluk, senin Bin Renk ve Bin Eğri yollarından geçerek, kapılarından içeri girerek hükmettiğin yerdir.” diyerek onu cezalandıracağını söyler. Ressamın gözleri dağlanacak, elleri kesilecektir: “Çünkü gözlerin Wang-Fo, senin krallığına varan yolda iki büyülü kapıdır. Ellerin de senin imparatorluğunun merkezine götüren on geçitli iki yol olduğuna göre, ellerinin de kesilmesine karar verdim.” Ama son kez yarım kalmış bir resmi tamamlamasını ister. Bu arada çırak Ling de öldürülmüştür. Wang-Fo öylesine güzel, inandırıcı, büyülü bir resim çizer ki, o resmin içine girer, yanında çırağı Ling’i de alarak bir daha görünmemek üzere kaybolurlar.

 

Marguerite Yourcenar, Doğu Öyküleri’nde Batılı bir gözle Doğu’yu yorumlar. Zaman zaman İstanbul’dan, Balkanlar’daki Türklerden söz eder ama özellikle Müslüman Doğu’ya değil farklı bir Doğu’ya bakar. Bir süre Yunanistan’da yaşaması ve Yunan kültürüne sıkı sıkıya bağlılığı onda kimi kabullenilemez bakışın oluşmasına neden olmuş gibidir. Ne var ki tüm bu eksik, hatta çarpık bakışa rağmen kitap sadece “Wang-fo Nasıl Kurtarıldı” öyküsüyle bile bir başyapıt olma değeri taşır.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.