Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Özyaşamöyküsünün özünde bin hüzünlü kurgu: Türk kadınının moderniteyle imtihanı




Toplam oy: 2001

Türkçesi özyaşamöyküsü ancak yabancı kökenlisini kullanmak genel tercihimiz: Otobiyografi... İnsanlığın bireyleşme sürecinin önemli bir parçası otobiyografiler. Benlik bilincimiz geliştikçe otobiyografiler kaleme almaya başlamışız, yaşamöykülerimizi yazdıkça bireyselleşme sürecini tamamlamışız. 19.yüzyıldan itibaren romanla atbaşı gitmiş kişisel yaşamöyküleri. Ancak bugün dönüp geriye baktığımızda romandan farklı olarak otobiyografilerin işlevsel bir yönü de ortaya çıkmış: Tarihe ışık tutmak. Ancak hangi tarih, kimin ışığı, diye sorduğumuz noktada, bir yığın çelişik, çapraşık saptamalarla karşılaşmışız. Yaşamöyküsünü yazmak kolay değil, kişinin kendisiyle gerçek anlamda yüzleşmesinden daha zoru mu var... Otobiyografi eleştirmenlerinin hemfikir olduğu iki nokta söz konusu; kim olursak olalım geçmişimizi bugünün bilinci içinde, kendimizi ise görmek istediğimiz şekilde yazıyoruz. Böylelikle de tuttuğumuz ışık kurgusal, işaret ettiğimiz tarih son derece kişisel oluyor. Saptamaların çapraşıklığı tam bu noktadan gelirken bir de üzerine öznenin yani “yazarın ölümü” eklenince otobiyografi dediğimiz tür, edebi metne hızla yaklaşıveriyor, yazarla anlatıcı arasındaki ilişki ikircikli bir konuma oturuveriyor. Ancak ne olursa olsun otobiyografi “kişiliğin bölünmüşlüğüne rağmen bir bütünlük yanılsaması yaratabilecek belki de tek edebi tür.” Ondandır ki özellikle 1990’lı yılların başından beri bunca çok yazılması, bunca çok severek okunması...

Otobiyografilerin tarihe ışık tutan yönünü ele aldığımızda, özellikle kadın elinden çıkanların resmi tarih dışına geçerek “öteki” tarihi işaret ettiklerini görürüz. Kadın otobiyografilerinin bu temel özelliği hem okuru hem de araştırmacıları kendine çeker ister istemez. Batılı kadın otobiyografi yazarları bu alanda feminist eleştiriyle özdeşleşirken, Türk kadın yazarlar Türk modernleşmesine, Cumhuriyet tarihine ışık tutarlar. Türk modernleşmesinin temel meselelerinden birinin kadının değişimi olduğu düşünülürse kadın elinden çıkma otobiyografilerin tarihi açıdan ne kadar önemli bir konuma oturdukları da görülür. İşte Nazan Aksoy’un, kimliğini modernleşme projesi içinde kurmaya çalışan, bu projenin imkanlarından yararlanarak meslek ve kimlik edinmiş Türk kadınlarının hikayelerine odaklanmasının temelinde de bu yatıyor. Bu yazının da çıkış noktası olan ve “Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet” altbaşlığıyla yayımlanan “Kurgulanmış Benlikler” ötekinin gözünden öteki tarihe bakıyor.

İtiraf etme, kamuya açma, ifşa etme, teşhir etme, günah çıkarma, şifa arama, aklanma, meşrulaştırma, gerçeği gizleme, kayıt altına alma, ölümsüzleşme... Hangi sebeple yazılıyor olursa olsun otobiyografiler bir anlamda hayatı metinleştirir, geçmişi kalıcı hale getirir. Kadın otobiyografi yazarlarının da çıkış noktaları bu yönde. Ancak onların çabaları erkek yazarlarınkinden biraz daha fazla ve daha farklı. Çünkü söz, erkeğe aittir, tarihi erkek yapar, bireyselleşen insan yine erkektir... Öyleyse erkeğin açtığı alanda, erkeğin yarattığı tarih içinde, erkeğin diliyle kadına dair ne yazılabilir? Kadın otobiyografileri işte bu çelişik alana gelip otururlar. Bir hüzünlü çabanın ışığının düştüğünü görürüz bu yaşamöykülerine. Kimisi kamusal alanda var olabilmek adına bedeninden, dolayısıyla kadınlığından vazgeçmiştir, kimisi erkeğin çizdiği yolda nasıl da başarılı olduğunu anlatmaya çalışırken aslında büyük bir kaybediş öyküsünü kaleme almıştır bilmeden. Kimi çok güzeldir, varlığını başarılarının ardında güzelliğinin yatmadığını kanıtlamaya adamıştır, çirkindir bazıları gönül kırgınlıklarını daha da erkekleşerek atlatmaya çalışır. Her şeye rağmen kendi bedeninden vazgeçmeyenler de vardır elbet, hafif utançla kadınlıklarını haykırma cesaretini yine çevrelerindeki erkeklerden alırlar.

Türk kadınlarının otobiyografileri yakın tarihimize ışık tutan kocaman bir kaybedişin, tarih tarafından yeniden oyuna getirilişin hikayesidir ki, tekrar tekrar okunmaya değer...

Asiye Hatun’un tarihi değiştiren rüyaları

Doğu insanı bireyleşemediği için kendi yaşamöyküsünü de kaleme almamıştır denir, bu nedenle batılı insan doğululardan çok önce otobiyografiler devamında da romanlar yazmaya başlamıştır. Kısa süre önce kökünden değişen bir tarih anlayışına dair bu sözler. Son zamanlarda yapılan araştırmalara ek olarak, bir Türk tarihçinin, Cemal Kafadar’ın arşivlerden çekip çıkardığı dört metin 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı’da gündelik hayatın içinden dört kişinin kendilerine ait dertlerine, umutlarına, rüyalarına, kısacası yaşamlarına dair yazılanlar, Osmanlı tarihine bakış açımızı kökünden sarsıyor. Kafadar’ın “Kim Var imiş Biz Burada Yoğ İken” adlı çalışmasındaki bu dört kişinin içinde yer alan Üsküplü Asiye Hatun’un kaleme aldığı rüyalar ise Türk kadın otobiyografilerini ele alış biçimimizi değiştiriyor. Öyle ki artık; Türk kadın otobiyografi tarihi 17. yüzyılda yaşamış olan Asiye Hatun’un mektuplarıyla başlıyor. Ait olduğu tarikatın şeyhine aşık olmuş ve duygularını rüyaları aracılığıyla kaleme alan mütereddit bir yazardır Asiye Hatun.  Rüyalarındaki simgeler, kadın dünyasının ortak bilinçaltını yansıtır gibidir. Bu ortak bilinçaltında ruhu ve bedeni arasında sıkışan kadın vardır...

Asiye Hatun’un, kaleme aldığı için, tarihi değiştiren rüyaları, kadın otobiyografi tarihimizin de sınırlarını genişletiyor.

Halide Edip AdıvarOsmanlı’dan Cumhuriyet’e Halide Edip’in “Mor Salkımlı Ev”i ve Sabiha Sertel’in “Roman Gibi” geçen günleri

Türk edebiyatındaki kadın otobiyografilerinin ilk örneğini Halide Edip “Mor Salkımlı Ev” ile kaleme alır. Kurtuluş mücadelesinin bu en ünlü kadın figürünün otobiyografisi “bir yandan ulus-devletin kuruluşunda yer alan bir kadının bu süreci içselleştirmesini dile getirirken, bir yandan da aynı kadının iç çatışmalarını, erkek dünyasında var olurken geride bıraktıklarını ortaya döker.” Halide Edip’in geride bıraktığı ya da daha doğrusu bırakmaya çalıştığı en önemli şey kadınlığıdır. Bu kendi deyişiyle pek de güzel olmayan kadının aşk hayatı buruk bir hayal kırıklığıdır ve mücadelenin içindeyken geri itilmesi, bastırılması gerekir zaten. Halide Edip’in hikayesinde devlet feminizminin temellerinin atıldığı dönemi ve özel alandan kamusal alana çıkan kadını açıkça görürüz. Kadınlar Osmanlı’nın son Cumhuriyet’in ise ilk yıllarından itibaren modernleşmenin bir parçası olarak toplumsal hayatta farklı bir varoluş biçimi bulmak ve bunu da erkeklerin istediği şekilde yapmak durumundadırlar.

Sabiha Sertel’in “Roman Gibisi” de hayatını siyasi mücadeleye adayan sosyalist bir yazarın yaşamına ışık tutar. Halide Edip gibi o da kamusal alana çıkarken kadınlığını bastırır. Yaşamöyküsünde özel hayatından, çocuklarından neredeyse hiç söz etmez. Kimliğini kadınsı işlerden ve duygulardan olabildiğince uzak tutmaya çalışır. Sabiha Sertel’in yaşamında ayrıca sol düşüncenin kadına bakışının o yıllarda devletin resmi söylemiyle aynı olduğunu da görürüz.    

Halide Nusret Zorlutuna ve İsmet Kür: Biri muhafazakar diğeri solcu iki kızkardeşin gözünden Cumhuriyet, kadın ve siyaset

Şair, yazar, deneme yazarı Halide Nusret Zorlutuna, otobiyografisine “Bir Devrin Romanı” adını verir. Çünkü yaşamının merkezine koyduğu muhafazakar-siyasi kimliğini yaşadığı dönemle de özdeşleştirmiştir. Bu özdeşleşme diğer yandan Halide Nusret’in sesinin de sözünün de bölünmesine, ikiye ayrılmasına yol açar. “O hem bir kadın yazar olarak hikayesini anlatmak, hatta kendi özel yaşamını okura açmak, hem de otobiyografisini yayımladığı dönemde önemli isimlerinden biri olduğu milliyetçi-muhafazakar kesimin izlenimlerini zedelememek, dahası güçlendirmek ister. Hafızasındaki olayları nasıl anlatmalıdır ki, bu iki kimlik de inandırıcı olabilsin. Böyle bir durum, metinde iki ayrı sesin ortaya çıkmasına yol açar... ” Halide Nusret de döneminin tüm diğer kadın otobiyografi yazarları gibi kendi dünyasını yazmaya çalışırken kendinden ve çevresindeki kadınlardan çok erkekleri, içinde var olmak istediği erkekler dünyasını yazmış, bu dünyaya seslenmiştir. Türk modernleşmesinin kadın kimliği üzerinde bıraktığı bütün izleri Halide Nusret Zorlutuna’da kaleme aldığı otobiyografisi aracılığıyla görürüz.

Halide Nusret’in kızkardeşi İsmet Kür’ün 1995 yılında yayımlanan “Yarısı Roman” adlı otobiyografisi ise hem ablasınınkinden hem de döneminin diğer kadın yazarlarından oldukça farklıdır. İlk defa o gerçek anlamda özel hayata girer, hatta cinsellikle ilgili görüşlerini bile açıkça dile getirir. Türkiye’de kadın olmak, onun yazdıklarının ana eksenini oluşturur. Türkiye’deki kadın sorunlarını otobiyografisi boyunca, kendi hatıralarından hareketle tartışır.
“Yarısı Roman” ile “Bir Devrin Romanı” aynı ailede, aynı ortamlarda yetişmiş iki farklı kadının yaşamına dair karşılaştırmalı hayat hikayeleri. Ve siyasi görüşleri ne olursa olsun, aynı sona yazgılı kaderleri...

Atatürk’ün kızları: Ata’yla “geçen” günlere dair...

Atatürk’ün yanında geçen iki hayata dair son derece ilginç iki otobiyografi: Sabiha Gökçen’in “Atatürk’le Geçen Bir Ömür”ü ve Afet İnan’ın “Geçen Günlerim”i. Sabiha Gökçen’in otobiyografisi adından da anlaşılacağı gibi aslında Atatürk’e adanmış bir anlatı.  Gökçen’in Ata’yla tanışmasıyla başlayıp Ata’nın ölümüyle son bulan hayat hikayesinin merkezi Sabiha Gökçen’in kendisi değildir. O sadece Atatürk’le olan hikayesini anlatmak ve bir ideali gerçekleştirmek üzere gösterdiği çabayı yazmak istemiştir. Türkiye’nin ilk kadın pilotu olmasının temelinde bile elbette ki Atatürk vardır.

Afet İnan’ın geçen günleri ise Gökçen’inkinden çok farklıdır, o Atatürk’le tanışmadan önceki günlerini çocukluğunu ve gençlik yıllarını kaleme alır. Amacı milli mücadele günlerini yazıya dökerek okurlarına yurt sevgisi aşılamaktır. Atatürk manevi kızları aracılığıyla Cumhuriyetin yeni kadınlarının ilk örneklerini yaramıştır. Bu projenin izlerinin açıkça görüldüğü bu iki yaşamöyküsü Türk modernizminin kadın üzerindeki temel etkisini anlamak bakımından çok faydalı iki okuma sunuyor bizlere.

Bireyselleşmeye başlamış femnist-kemalist kızlar, Onlar Cumhuriyetle doğanlar...

Türkiye’de anıları en çok okunan kadın: Mina Urgan. “Bir Dinozorun Anıları” ve “Bir Dinozorun Gezileri” olarak iki kitapta kaleme aldığı otobigrafisi Türkiye’de türün önünü açtı, pek çok kişinin otobiyografisini yazmasına vesile oldu. Urgan, unutulmamak, arkasında bir iz bırakmak ister, ülke insanının olan biten her şeyi hızla unutma eğilimden şikayetçidir. Kadın haklarını savunur, Türkiye’de kadın olmayı anlatır tıpkı diğer kadın yazarlar gibi o da. Yine diğerleri gibi Urgan’a göre de kadın hakları Mustafa Kemal’le başlamıştır, onun ardından gelen siyasetçiler Ata’nın yarattığı altın yılları sürdürememişlerdir. Nazan Aksoy’a göre Urgan’ı diğer tüm kadın otobiyografi yazarlarından ayıran iki temel özellik vardır:  Anlatısında didaktik bir dil kullanmaması ve diğer otobiyografilerdeki başarı hikayelerinin yerini onun anlatısında birey olmanın hikayesinin almasıdır.

Nermin Abadan-Unat, Mübeccel Kıray, Süreyya Ağaoğlu, Türkan Saylan ve diğerleri. Hepsi kamusal alanda başarı kazanmış, ancak kadınlıklarını bu başarılarının gerisinde bırakmış, bırakmak zorunda kalmış kadınlar. “Kadınların kamusal hayatın her alanında erkeklerin yanında yerini aldığı, Atatürk’e büyük bir hayranlık ve minnet duyulan Cumhuriyet’in ideallerini gerçekleştirmek için “seçilmiş” olan bu kadınların hayatında Cumhuriyet bir dönüm noktası olarak görünür. Toplumun köklü bir değişimden geçtiği bir dönemdir kadın otobiyografilerinde anlatılan. Ulus-devletin inşası bu kadın kimliklerinin kuruluşu süreci ile baş başa ilerler.”


“Gözlerimi sana bakarken görmek ilgilendirdi beni yalnız”: Ötekinin gözünden yakın tarihimiz bakmak

Nazan Aksoy’un son derece sağduyulu bir bilim insanı olarak kaleme aldığı “Kurgusal Benlikler” ve bu çalışmanın bizi yönlendirdiği otobiyografik okumalar, yakın tarihimizi anlamak adına ötekinin gözünden kendimize bakabilmeye yönlendiriyor bizleri. Her şey bir yana kadın elinden çıkma otobiyografiler işte bu yüzden çok mühim. Cumhuriyet’in bireyselleşmesini istemediği kadınların giderek bireyselleşmelerini görmek kadar mühim.

Kadın Otobiyografi Okumaları
Kurgulanmış Benlikler, Nazan Aksoy, İletişim Yayınları
Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken, Cemal Kafadar, Metis Yayınları
Mor Salkımlı Ev, Halide Edip Adıvar, Can Yayınları
Bir Devrin Romanı, Halide Nusret Zorlutuna, TimaşYayınları
Roman Gibi, Sabiha Sertel, Belge Yayınları
Bir Dünyadan Bir Dünyaya, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Neşriyatı Yayıncılık
Bir İmparatorluk Çökerken, Cahit Uçuk, Yapı Kredi Yayınları
Yarısı Roman, İsmet Kür, Everest Yayınları
Atatürk’le Bir Ömür, Sabiha Gökçen, Altın Kitaplar
Prof. Dr.Afet İnan, Arı İnan, Remzi Kitabevi
Bir Dinozorun Anıları, Mina Urgan, Yapı Kredi Yayınları
Kum Saatini İzlerken, Nermin Abadan-Unat, İletişim Yayınları

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.