Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Pamuk'un Nobel konuşması: Neden yazıyorum?




Toplam oy: 1195

İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.

 

Ödüle layık görülen edebiyatçılar da törenin yapıldığı gün yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?

 

Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, banket konuşmasını yayınlamaya devam ediyoruz.

 

İşte, Orhan Pamuk'un ödül aldığı 2006 yılında yaptığı konuşma:

 

"Edebiyat mutlulukla ilişkili; ya da mutsuzlukla..."

 

Neden yazıyorsun? Bu, yazarlık kariyerim boyunca bana sık sık sorulmuş bir sorudur. Çoğunlukla kastettikleri şudur: Ne anlamı var, neden zamanınızı bu garip ve imkansız eyleme ayırıyorsunuz? Neden yazıyorsunuz? Bir mazaret göstermeli, yazdığınız için af dilemelisiniz. Bu soruyu duyduğum her seferinde, böyle hissettim; her seferinde de farklı bir yanıt verdim... Bazen, "Neden yazdığımı bilmiyorum ama kesinlikle bana kendimi daha iyi hissettiriyor. Umarım beni okuduğunuzda siz de aynısını hissediyorsunuzdur" dedim. Bazen, "Öfkeliyim ve işte, bu yüzden yazıyorum" dedim. Halbuki çoğunlukla amacım bir odada yalnız kalmaktı, bu yüzden yazdım.

 

Çocukken ressam olmak istiyordum. Her gün resim yapardım. Ne zaman yazsam, o çocuksu neşeyi ve mutluluğu yeniden yakalıyorum. Yazarken, o çocuksu mutluluğun peşinden koşuyorum ve bu sebeple edebiyat ve yazmak, benim için ayrılmaz bir şekilde mutlulukla ilişkili; ya da ondan mahrum kalmakla, mutsuzlukla... Çocukluğumda, mutluydum, vaktimin çoğunu resim yapmaya ayırırdım ve yetişkinlerin tamamı, bana sık sık gülümserdi. Herkes nazik, kibar ve şefkatliydi. Tüm bunları İstanbul adlı otobiyografimde yazdım.

 

O kitap basıldıktan sonra bazı insanlar bana şunu sordular: Otobiyografi yazmak için biraz genç sayılmaz mısınız? Sessizliğimi korudum.

 

Edebiyat mutluluk hakkındadır. Demek istediğim, çocuksu yönünü hayat boyu korumak, içindeki çocuğu canlı tutmakla ilişkilidir...

 

Şimdi, o günlerin üzerinden birkaç yıl geçmişken, bu büyük ödüle layık görülüyorum. Bu defa aynı insanlar başka bir soru sormaya başlayacaklar: Nobel Ödülü almak için biraz genç sayılmaz mısınız?

 

Aslında bu ödülün haberi bana geldiğinden beri en çok duyduğum soru şuydu: Nobel Ödülü almak nasıl bir duygu? Onlara "Oh, harika bir his!" diyorum.

 

Yetişkinlerin tamamı, bana sık sık gülümsüyor. Bir anda herkes yeniden nazik, kibar ve şefkatli oldu. Aslına bakarsanız, kendimi bir prens gibi hissediyorum. Kendimi bir çocuk gibi hissediyorum.

 

Derken, bir anda, bazen neden o kadar öfkelendiğimi fark ettim. Bu ödül, bana çocukluğumdaki şefkatli gülümsemeleri, yabancı insanların kibarlığını geri verdi; halbuki bunlar bana bazılarına çok genç gelen bu yaşta (54) değil, çok çok daha önce verilmeliydi; çocukluğumdan bile önce, hatta doğduktan iki hafta sonra.... Böylece çocuk olmanın prenslere mahsus o hazzını tüm yaşamım boyunca keyifle taşıyabilirdim. Haydi bir düşünün...

 

Bu yüzden yazıyorum ve yazmaya bu yüzden devam edeceğim.

 

 


 

 

Çeviren: Gökçe Gündüç

 

* Pamuk bu konuşmayı, 10 Aralık 2006'da tören sırasında İngilizce olarak yaptı. Pamuk'un bunun yanı sıra 7 Aralık 2006 günü Türkçe olarak yaptığı, "Babamın Bavulu" başlıklı bir Nobel kabul konuşması bulunuyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.