Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Sezen Tansuğ'un Şenlikname Düzeni




Toplam oy: 134
Tansuğ’a göre, Türk sanatçıları Batı’dan kopya yapmamalı, içinde bulundukları çevrenin ve kültürün kodlarıyla beslenmeli; geleneği ve yerelliği önemsemeli. Bunları yapmazlarsa ürettikleri eserler Batı’nın ucuz birer kopya ve taklidi olacaktır.

Türk sanat tarihinin en önemli eleştirmenlerinden Sezer Tansuğ’un Şenlikname Düzeni isimli eseri uzun bir aradan sonra yeni baskısıyla okurlarla buluştu. Everest Yayınları’ndan çıkan kitabı yayına hazırlayan ve önsözünü kaleme alan Sezer Tansuğ Sanat Vakfı Başkanı Ömer Faruk Şerifoğlu.

 

Sezer Tansuğ’un [19030-1998] makale ve kitaplarına bakıldığında tek bir alanda faaliyet göstermediği, Türk sanat tarihinin farklı alanlarında görüşlerini yazdığı rahatlıkla görülebilir. Buna rağmen Tansuğ’un eserlerinde bazı temalar ön plana çıkıyor: Ulusal sanat, Batı taklitçiliği ve akademiye karşı duruş. Tansuğ’a göre, Türk sanatçıları Batı’dan kopya yapmamalı, içinde bulundukları çevrenin ve kültürün kodlarıyla beslenmeli; geleneği ve yerelliği önemsemeli.

 

Bunları yapmazlarsa ürettikleri eserler Batı’nın ucuz birer kopya ve taklidi olacaktır. Akademiyle olan kavgası ilk eseri olan Şenlikname Düzeni’nden başlayarak sürekli devam etmiştir. Tansuğ, akademi hocalarının yazdığı sanat tarihine hep karşı olmuştur. Bu anlayışa yakın duran sanatçılar da onun için eleştiri konusudur. Tansuğ, Türk sanatını ele alırken daima Batılı bir gözle değil, onun içinden çıktığı ortamla ve yapısal bütünlükle inceler. Tansuğ’u eşsiz kılan özelliklerden biri de budur.

 

Tansuğ, yazın hayatı boyunca sanat tarihi eğitiminde vazgeçilmez olan Wölfflin yöntemini eleştirmiştir çünkü bu yöntem, sanat tarihini gözün ve görenin tarihi olarak nitelendirir.

 

Cemal Kafadar’a göre ise Sezer Tansuğ anlamaya çalıştığı insanları kendi anlam dünyalarının içinde anlamaya çalışıyordu. İşte tam bu yüzden Sezer Tansuğ’a göre Batılı gözle yazılan sanat tarihi, Türk sanat tarihi açısından önemsizdi.

 

KİTABIN ENTERESAN MACERASI

 

Geçtiğimiz günlerde yeniden yayımlanan Şenlikname Düzeni, Tansuğ’un külliyatı içinde son derece önemli bir yere sahip. İlk baskısı 1961 yılında yapılan kitabın hikâyesi aynı zamanda Tansuğ’un duruşunun, orijinalliğinin ve akademi karşıtlığının da hikâyesidir. Bu hikâyeyi Ömer Faruk Şerifoğlu önsözde şu cümlelerle aktarır:

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden 1953’te mezun olur ve aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlar. Doktora tezi olan Şenlikname Düzeni adlı özgün araştırmasını tamamlandığı sıralarda, bir okul arkadaşıyla başlayan tartışmanın hocası Prof. Dr. Mazhar Şevket İpşiroğlu’na intikali ve hocasıyla aralarında oluşan gerilim sebebiyle üniversitedeki görevinden istifa eder.

 

Savunulmak üzere teslim ettiği Şenlikname Düzeni başlıklı doktora tezinin, hocası tarafından savunulmak üzere başka bir öğrenciye verildiği haberi üzerine bir an önce kendi adıyla yayımlanması için elindeki nüshayı Elif Kitabevi sahibi Arslan Kaynardağ’a emanet eder. Kaynardağ’ın kendisini oyaladığını fark edince de, dosyayı zorla alarak bir akşam Memet Fuat’a götürür. Memet Fuat o sırada De Yayınevi’nin başındadır ve Tansuğ’un da sanat kritikleri yazdığı Yeni Dergi’yi yönetmektedir. Durumun vahametini öğrenen Memet Fuat, 4-5 gün gibi bir sürede kitabı hazırlayıp De Yayınları arasından küçük bir cep kitabı boyutunda bastırarak piyasaya verilmesini sağlar ve böylelikle tez olarak savunulma ihtimali kalmaz.

 

Daha sonrasında yapılan araştırmalarda, incelemelerde, makalelerde bu kitabın etkisine dair bir referansı maalesef göremeyiz. Akademi dünyası Tansuğ’un kendi ifadesiyle Türkiye’de sanat tarihi alanının 30-35 yılı bilimsel araştırma serüveni içinde “tek orijinal doktora çalışması” görmezden gelinir. Kitabın 1993 yılındaki genişletilmiş baskısında Tansuğ bu görmezden gelmelere de cevap verir.

 

PEKİ BU KİTABI EŞSİZ KILAN VE ORİJİNALLİK KATAN NEDİR?

 

Üçüncü Murad Surnamesi içinde yer alan minyatürler daha önce Osmanlı ve diğer Batılı minyatürlerine benzememektedir. Uygulanan kompozisyonun eşi benzeri görülmemiştir. Osmanlı toplumsal hayatının âdeta fotoğrafını çeken bu surnamede 52 gün ve gece boyunca süren şenlikler kaydedilmiş, İstanbul’da yer alan bütün loncalar geçit yapmış ve sundukları hediyeler kayıt altına alınmıştır ama daha önce benzer şekilde minyatürler nakşedilmemiştir. Bir sanat eseri yoktan var olamayacağına göre bu anlatım şeklinin bir dayanağı olmalıdır. Tansuğ araştırmasında bu dayanağı bulur. Nasıl ki Osmanlı mimarlık sanatı Bizans’tan etkilenmiştir, bu minyatürlerde de benzer bir etki vardır. Hem de şenliklerin yapıldığı Hipodrom Meydanı’nda bu etki sergilenmektedir. Meydanda yer alan obeliksteki düzen kitaba uyarlanmış ve ortaya Surname çıkmıştır. Sezer Tansuğ bu durumu aşağıdaki sözlerle gayet güzel örnekler:

 

Obeliks kaidesinin her cephesinde, imparator Theodosius ve oğulları Honorius ile Arkadius üstte bir locada, aynı sırada şenlikleri seyreden devlet adamları, kumandanlar ve halktan kişiler, alt sırada ise geçitler, yarışlar ve danslı müzikli eğlenceler yer almıştır. Düzenin çeşitlenen detayları içinde, imparatorun yalnız bir tek cephedeki tasvirinde çelenk atmak üzere ayağa kalktığı görülür. Surname minyatürlerinde de detayları çeşitlenerek tekrarlanan düzen şemasının üst kesiminde bir locada her sahnede yer alan ve oturarak şenlik geçitlerini seyreden sultan, yalnız tek bir sahnede para serpmek üzere ayakta tasvir edilmiştir.

 

 

 

ŞENLİKNAME DÜZENİ
Sezer Tansuğ

EVEREST YAYINLARI 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.