Çoğumuz, kafein gibi güçlü bir tetikleyici olmadan çalışmaya başlayamayız. Hatta birçoğumuz o olmadan yataktan dışarı adımını bile zor atar. Edebiyatın sevilen isimlerini yazmaları için tetikleyenler ise şüphesiz ki bundan daha karmaşıktı, yazabilmek ya da yazdıklarının meydana getirdiği deseni görebilmek için değişik yöntemlere başvuruyorlardı. Gelin, başyapıtların arkasında saklanan tuhaflıklara bir göz atalım:
Eudora Welty
Welty’nin birçok farklı kağıda aklına geldikçe kaleme aldığı uzun hikayelerini birbirlerine iğnelediği biliniyor. Başlangıçta sayfaları yapışkanla birbirine tutturup upuzun bir şerit haline getiren Welty, böylece öykülerini bir bakışta bütün halinde görme imkanını buluyormuş. Öyküler odaya sığmayacak kadar uzadığında ise Welty sayfaları iğnelemeye başlamış.
Ernest Hemingway
Hemingway günde ortalama 500 sözcük yazardı ve yazma çalışmasını genellikle sabah saatlerinde gerçekleştirirdi. Bu alışkanlığının sebebi, sıcak bastığında çalışamamasıydı. 1934’te F. Scott Fitzgerald’a yazdığı mektupta yazdıkça iyi bir metin yakalayacağına ilişkin inancını şöyle dile getiriyordu: “Yazdığım 90 sayfanın hepsi çöpe atılacak kadar kötü olabilir ama 91. sayfada bir şaheser yaratabilirim.”
John Cheever
60'lı yıllarda ABD’de birçok öykü derlemesi yayınlanan, geleneksel ve ağırbaşlı bir yazar olarak tanınan Cheever, öykülerini üzerinde yalnızca iç çamaşırları varken kaleme alıyordu. Neticede iç çamaşırıyla yapabileceğin bir şeyi takım elbiseyle yapmaya çalışmak niye?
Flannery O'Connor
Deri veremi hastalığından mustarip olan O’Conner, yazmaya her gün sadece iki saat ayırabiliyordu. Çünkü enerjisi ancak bu kadarına yetiyordu: “O iki saatte, tamamen yazmakla meşgul oluyorum. Her gün aynı saatte ve aynı yerde yazmaya önem veriyorum.” Hastalığı sebebiyle tüm aktiviteleri kısıtlanan yazarın, ahşap dolabın düz yüzeyinden gözlerini ayırmadan ve hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin vermeden yazdığı söyleniyor.
Francine Prose
Blue Angel adlı kitabın yazarı ve PEN Amerika Merkezi Başkanı Francine Prose, bir röportaj sırasında, yazılarını üzerinde kocasının kırmızı siyah çizgili pijama altı ve bir tişört varken yazdığını söylemişti.
T.S. Eliot
Lyndall Gordan, T.S. Eliot: Modern Bir Yaşam kitabında, Eliot'un 1920'lerin başında Chatto & Windus adlı yayınevinin üst katında gizlendiği günlerde, yalnızca Kaptan Eliot adlı bir yabancıyla görüştüğünü anlatır. Charing Cross Road'taki sonraki inziva günlerinde ise ziyaretçilerine Kaptan'la görüşmeleri söyleniyor, Eliot onları yeşile boyalı, kadavrayı andıran yüzüyle bekliyordu. Ne diyebiliriz, yazarın bu esrarengiz dehasını iyiye kullanmanın yolunu bulduğu aşikar.
Vladimir Nabokov
Nabokov, romanlarını genellikle 7,5 x 12.5 santimetrelik kartlara yazıyordu. Ataçlarla birbirine tutturduğu kartları bir kutuda özenle saklıyordu. Yazma saatleri esnek olsa da kullanacağı araçlar konusunda kararlıydı: Çizgili Bristol kartı ve iyi bir kalem açacağı.
Thomas Wolfe
Wolfe, daktilo kullanan yazarlardandı. Her gün katı bir disiplinle mutlaka on sayfa yazan Wolfe’nin asıl tuhaflığı ise, boyu çok uzun olduğu için çalışmalarını buzdolabının üzerine eğilerek kaleme almasıydı.
Truman Capote
Capote’nin yazmak için üç tane “olmazsa olmaz”ı var: Sigara, kahve ve koltuk. Söylenenlere göre, mesele yazmak olunca Capote tam anlamıyla miskinliği seviyordu. Capote’nin yatakta ya da koltukta uzanmış bir şekilde, kahvesi ve sigarasıyla birlikte düşündüğü biliniyordu. Bir elinde İspanyol şarabı, diğer elinde kalemiyle çalışırdı. O kendisini şöyle tanımlıyor: “Tam bir yatay yazar.”
William Faulkner
Faulkner yazarken viski içiyordu. Her şey Sherwood Anderson’la tanıştıklarında başladı. İkisi, bir bara gider ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar içerlerdi. “Eğer yazar olmak için böyle bir hayat yaşamam gerekiyorsa, bana uygun hayat da budur zaten.”
* Kaynak: ShortList
ÖU
* Görsel: Can Çetinkaya
Yeni yorum gönder