Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yetimlik, Güçsüzlük ve Hınç Hakkında



Gayet iyi
Toplam oy: 129
Yetim, yalnızca yetim bir çocuğun hayatından bir kesiti değil; dünyadaki duruşu, duyuşu yetim kalmış, incinmiş ve aşağılanmış, kenara itilmiş ve sevilmemişlerin ve bu sevgisizliğin hınca ve haklılığa dönüşümünün hikâyesini anlatıyor.

Yıllar önce Hatice Meryem’in İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar’ını okuduğumda bir hazineyle karşılaştığımın farkındaydım. Bu romanda “Sıradan Bir Eteğin Harikulade Geçmişi” başlıklı kısacık bir bölüm vardır. Bir eteğin satın alınışından toz bezine dönüşene değin geçirdiği sergüzeşti anlatır. Bir etek üzerinden, bir etekçik üzerinden alt sınıfları, alt sınıfların eşyayla ilişkisini, elti-gelin, gelin-kaynana ve dahi komşu kadın ilişkilerini açık eder. Tüm roman, esasında alt sınıfların dünyayla, gündelik hayat eşyalarıyla ve birbirleriyle kurdukları ilişkilerin, ilişki kurma biçimlerinin ortaya serildiği bir belgesel niteliğindedir. Türk evinde salona, vitrine, borcama yüklenen anlamları, alt gelirli sınıfın yaşamla başa çıkma becerilerini bize öğreten harika bir romandır bu.

 

O zamandan beri Hatice Meryem’in yazdıklarını yakından takip ettim. Meryem’in müthiş bir gözlem gücü var. Gündelik hayatın içine sıkışmış, üzeri örtülmüş, bir imayla belki bir bakışla geçiştirilmiş, söylemlerin ya da ideolojilerin arkasına gizlenmiş ne varsa onu bulup çıkarmayı, tozlarını alıp parlatmayı ve abartısız, kırıp dökmeyen bir dille ifade etmeyi çok iyi beceriyor. Bazı yazarlar öyledir, çok sıradan, alelade bir şeyi anlatıyor gibi yaparlar ama sizi sonsuza kadar değiştirmeyi başarırlar. Hatice Meryem de onlardan biri.

 

BİR RUH HALİ OLARAK YETİMLİK

 

İnsan Kısım Kısım’da alt gelirli sınıfların dünyayla başka çıkma biçimlerini özellikle de eşyayla ve birbirleriyle kurdukları ilişkiler üzerinden okumuştuk.

 

Sinek Kadar Kocam Olsun’da kadının kendiliğini ancak bir başkası- kocası- üzerinden kurabildiğini, varlığının ancak başka bir şeye bitişik olması halinde anlamlı olduğunu görmüştük.

 

Aklımdaki Yılan ise anneliğin girdiği hallerin farklı sosyo-ekonomik düzlemlerde nasıl tezahür ettiğini, gelenek ve modernlik ayrımında kimin ana kimin anne olduğunu bizlere sezdiriyordu.

 

Beyefendi ise ironisi, alayı ve eleştirisiyle erkekliğe bir methiye adı altında onu yeriyor ve mensur bir şiir olmasıyla okuru hızlı, ritmik ve keyifli bir yolculuğa çıkarıyordu.

 

Bu yolculuğun şimdiki durağında ise Meryem’in yeni romanı Yetim ile karşı karşıyayız. Bu roman yalnız yetim bir çocuğun hayatından bir kesiti değil; dünyadaki duruşu, duyuşu yetim kalmış, incinmiş ve aşağılanmış, kenara itilmiş ve sevilmemişlerin ve bu sevgisizliğin hınca ve haklılığa dönüşümünün hikâyesini anlatıyor.

 

Hatice Meryem için yetimlik yalnız bir babasızlık ya da ebeveynsizlik halinin adı değil. Daha geniş bir perspektifle, sevilmemiş, korunmamış, kendini olduğu yere ait hissedememiş, ezilmiş ve örselenmişlik hallerini de kapsayan bir kavram yetimlik. Romanın akışında da bunu görebiliyoruz zaten.

 

Kısaca bahsedelim, hikaye zaten tanıdık gelecektir: Ailesi tarafından onaylanmayan bir evlilik yapan kadın, şarapçı koca, oradan oraya sürüklenen, hiçbir yere sığdırılamayıp sonunda yatılı okula yollanan bir kız çocuğu. Zengin çocuklarının gittiği bu yatılı okulda kendini ezik hissetmesin diye en pahalı kıyafetlerin, en iyi çikolataların alınmasına rağmen asla onlardan olamayan kız çocuğu. Hafta sonları annesiyle annesinin akrabalarında kalan, gittiği bu varoş evlerinde de garipsenen, hiçbir yere sığdırılamayan bir kız çocuğu. Annenin resimden ayrılmasıyla emanet bir eşya gibi babaanneye bırakılan bir kız çocuğu. Romanda bu kızın yatılı okulda hayatta kalma mücadelesi ile babaanne yanındaki fakir mahalle günlerinde var olma mücadelesini okuyoruz. Okuduğumuz bir hikaye değil, bir psikanaliz esasında: yetimliğin psikanalizi.

 

HAYATLA BAŞA ÇIKMA METODU OLARAK HAKLILIK

 

Hatice Meryem’in bu kız çocuğu üzerinden çizdiği portre hem biz Türk toplumu için tanıdık hem de evrenselleştirebileceğimiz bir insanlık halinin karşılığını veriyor. Sevilmeye, sarılmaya, güvende hissetmeye ihtiyaç duymaktan güçsüz düşen, gardı inen, yaşıtlarının zulmüne, ailesinin ilgisizliğine maruz kalmış bir çocukla karşı karşıyayız. Sevilmemekten kaynaklanan bu güçsüzlükle mücadele etmek için kendince yollar aramaya başlıyor kızımız. Derslerinde en iyi olmayı, elbisesini temiz, tırnaklarını kısa tutmayı, asla yaramazlık yapmayıp uslu durmayı yani kurallara en iyi şekilde uymakla kendine bir meşruiyet alanı, haklı olduğu bu nedenle de kendini güçlü hissettiği bir dünya kuruyor kendine. Sevgisiz bu disiplinden bir haklılık alanı inşa ediyor. Kızımız şimdi hep haklı, hep güçlü ama bu haklılık onun sevilip olduğu yere dahil edilmesine, içinde bulunduğu ortam tarafından kabul edilmesine yaramıyor. Bilakis, babaannesinin yaşadığı mahalledeki ‘fakir’ çocuklar arasında daha da sevilmeyen birine dönüşmesine neden oluyor.

 

Hatice Meryem kız çocuğunun bu yetimlik halinden nasıl bir disiplin devşirdiğini, hayatla başa çıkmak için merhamete değil rasyonaliteye yaslanmasını, sevgisizliğin nasıl olup da hınca dönüştüğünü kızın yatılı okul arkadaşları, fakir mahallesinde yaşadıkları ve özellikle de babaannesi üzerinden okura anlatıyor.

 

 

Metindeki tüm unsurlar ve olay akışı ustalıkla kotarıldığından, masum bir çocuğun bir hınç makinesine dönüşümünü adım adım görebiliyoruz. Aynı zamanda, yetişkinlerin perspektifinden sevgi ve ilgi alameti olarak gösterilen tavır ve davranışların nasıl olup da o kız çocuğunun hıncını ve öfkesini beslediğini de. Bu bakımdan metin farklı sesleri ve perspektifleri de bize duyurm ayı başarıyor. Meryem’in başarılarından biri de, az sözle, gündelik dilin sınırları içinde, sıradan bir anlatımla da olsa farklı sesleri, bakışları ve duyuşları anlatmakta usta olması. Ufak bir sahneyle dramatik bir an kurulabiliyor, bir cümleyle bir travmanın örtüsü kaldırılabiliyor. Bu da Meryem’in gözlemci gözünün başarısı olmalı.

 

Yine de bizi kör kuyularda merdivensiz bırakmıyor Hatice Meryem, o çocuğu sağaltacak, yetimlik halini üzerinden alacak bir çözüm de öneriyor. Ebeveynlerin el birliği edip çocuklara farklarında olsunlar ya da olmasınlar zulüm etmemeleri için çocuğun ağzından bir kompozisyon yazıyor. Sade ama çarpıcı bir metin. Kötülüğün iyiliğe galebe çalmaması için o metni hepimiz okumalıyız sanıyorum.

 

 

YETİM
Hatice Meryem

İLETİŞİM YAYINLARI 2019

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.