Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yüksek terzi: Tomris Uyar




Toplam oy: 951

Bir kitaba değil bir deftere yazmış gibi düşünürüm onu. Kağıda yazsaydı şiir, kitaba yazsaydı roman olurdu belki, araya yazmış, arada kalana/olana yazmış, deftere yazmış ve böylece öykü olmuş yazdıkları diye düşünürüm. Bu söylediklerimin de yanlış anlaşılma payının yüksek olduğunu düşünürüm ama, sözkonusu yazar Tomris Uyar olunca tam da böyle ve bu tehlikeli çizgide/sınırda yazmak isterim. Bir yanını hep sivri tutan, keskin kılan ve acımasızlığı acıya alıştıran, bir yanını ise çoğunlukla esirgediği uzdilini, merhametin merhemdilini belki onu hiç tanımayacak, adını duymayacak, hikayelerini okumayacak olanlara saklayan, hatta yedekdil bile biriktiren, bir sargı bezi olarak hep bulunduran, bir ‘uyumsuz’ uyumu olarak.

 

Bir ülkenin, bir edebiyatın, şiirin ortalaması, düzeyi, zirvesi erkeklere değil, kadınlara bakarak tayin edilir. Ben şimdi böyle tayin ettim. Ülke için değil ama  edebiyat için, bilhassa da hikaye ve roman için bu ölçütün hem kullanışlı hem de faydalı olacağıını düşündüm birdenbire. Olgulardan kişilere değil, kişilerden olgulara doğru gitmek neye sayılır bilmiyorum, ama benim içimi ışıtan, üstelik de gözümü diktiğim ve onları düşününce bu sonuca ulaştığım yazarların bir kadın akrabalığı halinde güzel akışlı nehirler gibi bazen usul bazen coşarak geldiklerini gördüm ve o zaman ‘iyi ki kadınlar var’’ dedim bir kez daha: Kadınlar vardır!

 

Sevgi Soysal’dan Gülten Akın’a, Leyla Erbil’den Birhan Keskin’e, Adalet Ağaoğlu’ndan Latife Tekin’e, Füsun Akatlı’dan Gonca Özmen’e, Füruzan’dan Aslı Erdoğan’a, Lale Müldür’den Sema Kaygusuz’a, Nurdan Gürbilek’e ve elbette hem başta, hem arada, hem de en sonunda yine Tomris Uyar’a, kadınlar vardır. Ve kadınlar, belki de içlerinde en çok ‘kıyıda’ olan, buradaki ‘kıyı’ kara kıyısı değildir ama bir ‘karakıyı’dır, öyle bilinen Tomris Uyar, ele avuca sığmazlığıyla, gürültü çıkarmadan itişmesiyle ve bazen alabildiğine çıplak diliyle illegal bir örgüt şefi gibidir. Görünüşte yaptığı hiçbir şey yoktur, hiçbir eyleme karışmaz, ama suçu kanıtlanamasa da herkes onun şef olduğunu bilir. Tomris Uyar kadın yazarlar içinde yaşının da arada olmasına bakmadan sanki böyledir. Karıştırıcıdır, ne karıştırdığını bilmezsiniz ama varlığı bunun için yeterlidir, doğal lider diyelim, seçimsiz, tartışmasız, itirazsız ve öyle... O yüzden kadınlarına bakarak anlaşılır bir dilin güzelliği, bir edebiyatın birikimi, bir hikayenin inceliği ve elbette bir itirazın sürekliliği, ve yalnızca varolma değil varkalma mücadelesinin, arzusunun da sarplığı, çetinliği. Kadınlar bunu yapmak için tırnaklarıyla mı tutunuyorlar hayata? Öyle de olabilir ama, Tomris Uyar güzel akışlı bir nehir gibi, bunu demiş miydim, öyleyse şimdi yalnızca Tomris Uyar için söylüyorum, uslu, taşkın, dalgın, hülyalı, kızgın, derin, ama her zaman geçtiği yerlere, topraklara, ağaçlara, göklere dokunarak hep yüksekten ama hep kıyıdan gitti: Yüksek bir kıyıdan, iç kıyıdan. Yüksek kıyıların, iz kıyıların yazarıdır bile demem, yazarı değil, gezeridir demek böyle bir nehrin akışını daha da güzel kılar. ‘Kıyıdan Açılmak’ demişti yazı atölyesinin adını, hangi kıyıdan, karadaki kıyıdan karakıyıya, açık kıyıya, tehlikeli sulara doğru elbette, tam da yaşaması, yazması ve hikaye kişilerinin yazgısı gibi.

 

Türkçe’de ‘yüz’ yazmanın da ustası olan Cemal Süreya’nın hem bir kaynak hem de tadına doyulmaz bir yazı pınarı olan 99 Yüz adlı portreler kitabında da kadınlar vardır, Nahit Hanım’dan Türkan Şoray’a hemen çoğu da güzel kadınlar, Tomris Uyar yoktur. Yazmak mı zordur onu yoksa onun için en güzel şiirleri Edip Cansever, üstelik de her doğumgününü unutulmaz kılarak yazdığı için mi yazmamıştır Cemal Süreya bilinmez ama, o kitaptaki kanımca en önemli, boşluğunu, yokluğunu en çok hissettiren bir kaç isimden biridir. Gözlerim aradı deriz ya, gözlerim de aradı evet, üstelik o kitabı kaçıncı okuyuşum, elden geçirişim olduğu halde her seferinde sanki kendiliğinden kitabın sayfalarına eklenivermiş olsun istedim Tomris Uyar, hem de vedasından sonra ruhu Cemal Süreya eliyle bir mektup olarak gizlice  o kitabın arasına unutulmuş gibi gelip konmuştur, kondurulmuştur diye sayfalarını kendimden bile gizleyerek çevirdimse de...Boşuna! Sonra şöyle düşündüm, sanırım Edip Cansever’e bıraktı Cemal Süreya bu işi. Öyle ya, zaten Tomris de ‘İkinci Yeni’nin Kraliçesi’ değil miydi ve en çok da Edip’ten etkilenmemiş miydi! Hatta şiir ve öykü kişileri bile, Edip beyle Tomris Uyar’ın şiirleri, öyküleri arasında Gecegezen Kızlar gibi dolaşıp durmuyorlar mıydı günboyu, yılboyu, ömürboyu ve bir şiirboyu, bir öyküboyu! Galiba Turgut Uyar’ın da, Ülkü Tamer’in de, Cemal Süreya’nın da, ama en çok Edip Cansever’in şiirlerini de masaya koymak gerek Tomris Uyar okurken, hayır rakı bardağıyla su bardağının yanyana durması gibi değil, daha çok rakının içine su katılması gibi, olmazsa olmaz gibi, rakıya suyun ilk değdiği an gibi, o süt beyazlığının belirdiği an gibi. Işıma denir, kamaşma denir, yıldızın parladığı an da, şiir ve öykü için de bu minvalden benzetmeleri yapabilirsiniz.... 

 

Şiir coğrafyaları konulu bir yazı yazmıştım ve orada söz İstanbul’un şiirine, şiir kişilerine gelmişti doğal olarak, bu uzun alıntı o yazıdan: “Edip Cansever’in kahramanları, ‘antikahraman’lar ve ‘bohem’lerden oluşur. Nasıl bir ‘bohem?’ Karl Marx’ın sözünü ettiği Paris’in alt proleteryası ve bohemi bu konuda ciddi bir benzerlik oluşturur: “Geçimini nereden sağladığı belli olmayan, kökü bile karanlık züğürt kibarların, maceraperestlerin, kokmuş burjuva döküntülerinin yanı sıra serseriler, başı boş askerler, sürgünden dönmüş forsalar, kaçak kürek mahkumları, dolandırıcılar, şarlatanlar, ayaktakımı, yankesiciler, kumarbazlar, muhabbet tellalları, genelev patronları, hamallar, kötü yazarlar, orgcular, eskiciler, kalaycılar, dilenciler, kısacası, Fransızların ‘bohem’ adını verdikleri karışık, bozuk, avare kütle.” 

 

Şair Ahmet Oktay, Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın Darbesi kitabındaki bu sözlerinden hareketle Edip Cansever’in mekanlarına ve insanlarına yaklaşır. Cansever’in yerleştiği marjinal uzamlarda(mekan), yani şiirine mekan olarak seçtiği meyhaneler ve lümpenlerin çoğunlukta olduğu han, pasaj, atölye gibi yerlerde, emekçi kesimlerin iyice yoksul, yoksun ve düşkün üyelerinin gündelik dramlarını anlatmayı, duyumsatmayı istediğini belirtir. Ve Marx’ın listesine benzer bir ‘Edip Cansever’in Şiir Kişileri Kadrosu’ dökümü yapar: “Kürk tamircisi, cenaze kaldırıcısı, genelev kadını, otel katibi, çiçek sergicisi, garson, dökümcü, fener bekçisi, oltacı, öğretmen, hizmetçi...” Ahmet Oktay, Cansever şiirinin kişilerini böylece saydıktan sonra “Gündelik dramların bu kişileri, tam da Baudelaire’in sözönü ettiği bağlamda anti- kahramanlardır” der, “Baudelaire, modern kahramanımızın eski tragedyalarda karşılaşılan kahramanlar türünden olamayacağını belirtir. Modern kahraman, ‘devasa kentin yeraltına musallat olmuş binlerce köksüz hayatta caniler, fahişeler’(Baudelaire) arasında durmaktadır(...) Suçlular, fahişeler, ezilmişler, yoksullar, mahkumlar arasında bulunan bu modern kahramanlara şöyle seslenir Baudelaire: ‘İlyada’nın kahramanları sizlerin tırnağı bile olamaz.” (“Kimsenin İlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, Ahmet Oktay. O Ben ki: Edip Cansever,İstanbul, Alkım Yayınları-Bilkent Üniversitesi Sempozyum Kitapları 4, 2003, s.18)”

 

Edip Cansever ‘kimselerin ilgilenmediği kişilerin şairi’dir evet, Tomris Uyar da geçen yıl arayı fazla uzatmadan buluştukları çok sevgili arkadaşı Füsun Akatlı’nın sözleriyle ‘kimselerin ilgilenmediği kişilerin öykücüsü’ değil midir? “Onun öykülerindeki, her biri insanlık cevherini başka bir katmanında saklayan karakterler kilerdir? Sahip çıkılmayanlar, sahip çıkamayanlar, umarsızlar, yaşamaya özenenler, bir şeyleri kendilerine yediremeyenler, yaşamın köşeye kıstırdıkları, alışkanlıklara tutsak olanlar, kendine yabancılaşanlar, tükenenler, sıradanlığın usul güvenini taşıyanlar, kendini salıverenler, tutunmak isteyenler ve tutunmamak isteyenler...Hepsi bütün bu yaşantılarla baskın verirler Tomris Uyar’ı okuyanlara.” Ve Edip Beyle Tomris Uyar’ın konukları hemen hemen aynıdır, gündüzü birinin öyküsünde, geceyi birinin şiirinde geçirmişlerdir.

 

Tomris Uyar için bir-iki yazı daha yazmıştım, baktım onlarda da hep ikisini birlikte anmışım, ikisinin de vedasından sonra Tomris’in doğumgünlerine kim şiir yazacak diye üzüntüyle yazmışım. Her yıl o şiirleri bekleyenler, sanki kendi doğumgünlerine yazılmış gibi içselleştirdikleri bu şiirlerden mahrum kalacaklar diye düşünmüşüm, insan bir şiirden yetim, bir öyküden de böyle öksüz kalıyor demek ki. Yalnızca yazanın kaybından değil, onun için yazılan şiirlerden, öykülerden doğru da bir yoksunluk bu. Tomris Uyar hem yazdı hem yazdırdı, eh artık o da ‘şair’ sayılmaz mı? Bunu başkaları için değerli bulurdu ama kendisi için önemsemediğine eminim. Şiir gibi olduktan sonra şairliğe ne gerek var?

 

Bazen açık, bazen koyu, bazen kırmızı, bazen gri, bazen dahagri, bazen yaz bazen güz, bazen kış, bazen de bir papatya kılığında bahar, ama o kadar, ve Edip Cansever’i saymazsak, yazısının şiir kardeşi Edip Bey’i, Turgut Uyar’ı da saymazsak, yine de her zaman iki kişi olarak Tomris Uyar. Hem sözcükleri bir çocuk gibi sokağa, bahçeye, geceye salan hem de onlar için kaygılanıp peşlerini bırakmayan, izlerini süren, ellerinden tutan, ayağa kaldıran müşfik bir yazar. Hem bu dünyanın değil ama, bu ülkenin hiç değil ama, bütün yazı ve edebiyat alemlerinin uzağında, ülkenin yaralarının, karanlığının tam ortasında, içinde yaşayan ve içinden yaşayan, giderek ‘içi kuyu’, ‘içi koyu’ gamlı bir yalnıza dönüşen bir aydın. Şiirsel yazmadığı için, tam da böyle yazmadığı için okuyanların şiir gücüne hayran kaldıkları öykülerin hem sahibi, hem şiiri hem de kimsesi. 1998’de yazdığım “Tomris’e, ‘Aramızdaki Şey’ler İçin” başlıklı yazımın sonuna doğru şunları  demişim: “Aramızda çok vefalı bir kelime var: Hikaye. Çok müşterili konfeksiyon romancılarına, turistik yazıcılara, yazının kıymetini unutanlara karşı elbette bir ‘haute couture’ vardı bizim edebiyatımızda. Sayıları pek azalsa da, şöhretleri şimdiki hafifliklerin yanında pek ağır kalsa da, onlar her zaman ‘yüksek terzilik’ yaptılar. Ellerinden başka türlüsü de gelmezdi çünkü.”

 

Tomris Uyar 70 yaşında. Edip Cansever’in şiirleri onun 100. doğumgününü de kutlayacak elbet. Öyleyse Edip Cansever’in çok çok çok güzel şiirinde yazdığı gibi “Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı / Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene” dediğini hiç unutmadan, bu yazının başlığı da ‘yüksek terzi’ olsun.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.