Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

1913: Kalabalık bir fotoğraf karesi



Toplam oy: 1493
Florian Illies
Can Yayınları
Florian Illies'in 1913: Fırtınadan Önce'si, günlüğe de benziyor faydalı bilgilerin yer aldığı duvar takvimine veya eğlenceli bir almanağa da.

Tarih kitaplarını açıp tozun toprağın içine gömülmeyi göze alanlar, belli yıllara odaklanıp ötekileri pas geçebilirler. Bu çok doğal. Ama o büyük kırılmaları yaratan, aslında önceki senelerin hazırladıklarıdır.

 

2014, Birinci Dünya Savaşı'nın yüzüncü yılı. 1914'te başlayan ve dünyanın sonraki otuz yılını allak bullak edecek o savaşın çanları 1913'te çalınıyordu. İşiten oldu, işitmek istemeyen de boldu. İşitip endişelenenler ise insanlığı uyarmayı görev edinmişlerdi. Çoğunu zaten dinlemediler. Bu bir tarafa, Avrupa'da o yıl pek çok insan, hayatına olağan şekliyle devam ederken savaşın homurtusu da yükseliyordu.

 

 

Florian Illies, işte bu homurtular arasında sürüp giden hayatı anlatıyor; birçok ünlü isim satırlarında geziniyor. Bilinen dünyanın sonuna doğru hızla gidilirken Illies, o bir yılın bazen eğlenceli, bazen trajik, bazen de şaşırtıcı olaylarla örülü halinin fotoğrafını çekiyor. Bu kare epey kalabalık; sonradan dünya sahnesine çıkacakların poz verdikleri fotoğraf, sürprizli yarınların da habercisi.

 

Hemen herkese bir tokat atacak ertesi yıl ve sonraki otuz sene, öncesinde görece sakin bir zaman: Aşk acısı çeken Kafka, ilk ezgilerini çalan Louis Armstrong, kafası karışık Thomas Mann, Viyana'da boy gösteren Josef Stalin. Dünyayı sallayacak iki adam, Stalin ve Hitler, ilk ve son kez Viyana'da, Schönbrunn Sarayı'nın parkında sıradan iki kişi olarak karşılaşıyorlar. Onları buluşturan, bu parkta yürümeyi sevmeleri. Illies'in de dediği gibi "aşırılıklar çağı, korkunç yirminci yüzyıl orada, o an başlar." Aslında Viyana büyük bir tiyatro okulu o yıl, yakın gelecekte siyaset sahnesine kim atılacaksa 1913'te orada.

 

Büyüsü bozulacak dünya

 

1913, Freud'un kanepesine uzananların haddinin hesabının olmadığı, Duchamp ve arkadaşlarıyla Picasso'nun boy gösterdiği yıl. Yine Albert Einstein ve Ludwig Wittgenstein da 1913'te ortalığa çıkıyor. Bu arada Kafka'nın ıstırapları sürerken imparatorlukların ve kallavi devletlerin silahlanma giderleri kabarıklaşmaya başlıyor, suluboyaya merak salan Hitler de 20 Nisan günü yirmi dört yaşına giriyor, hemen hemen aynı anda aşk acısı Kafka'yı ince hastalığa sürüklüyor.

 

İnsanlığın hesap yoluyla her şeye hâkim olabileceğine inanan Max Weber de 1913 baharında "dünyanın büyüsünü bozmak" sözünü icat eder. Illies'in anlattığı 1913'ün ardından hızla uçuruma giden insanlığın, bu lafın ne demek olduğunu anlaması uzun sürmez. Büyüsü bozulan ve filizlenen yeni aşklar da tırıs adım yürür bir taraftan. 1913, büyük aşklar ve nefretlerin temellerinin atıldığı yıl da olur böylece; hava soğuk olsa da Avrupa ısınmaya başlar. Ama Norman Angell, bunu bir savaşa yormaz. Çünkü ona göre "küreselleşme bütün herkesi birbirine sıkıca bağlamıştır, bu da dünya savaşlarını engelleyecektir." Elbette yanılır. D.H. Lawrence ise haziranda Oğullar ve Sevgililer'in zaferini kutlar.

 

"İnsan birinci sınıf bir domuzdur..."

 

 

Soğuk geçen yazın ardından Kafka çoktan sevgilisine evlenme teklifi etmiş, Louis Armstrong ilk kez konser vermiş, Charlie Chaplin ilk film sözleşmesini imzalamıştır. Kayıp tablo Mona Lisa gizemini korurken Albert Camus doğar, aynı gün, 7 Kasım 1913'te, Hitler bir suluboya resmini hırdavatçıya satar. Beri yandan günlükler dolmaya, seyahatler yapılmaya ve kafaları karıncalandıran düşünceler bünyelere tebelleş olmaya devam eder.

 

Illies, bir dolu notla 1913'ü anlatırken alttan yürüyen hikâyeler dikkat çekiyor. Örneğin bir türlü bulunamayan Mona Lisa, aşkından kıvranan Kafka, sıkıntılar içindeki Rilke. Kin, öfke ve kompleksten şişen Hitler…

 

Bütün bu notlar ve hikâyeler, 1913'ü absürdlüklerin, tuhaf karşılaşmaların ve dünyayı bambaşka bir yere çevirecek insanların ortaya çıktığı yıl olarak anlatır bize. Illies'in 1913: Fırtınadan Önce'si, günlüğe de benziyor faydalı bilgilerin yer aldığı duvar takvimine veya eğlenceli bir almanağa da. Kitabın içinden bir dolu insan geçiyor: Yazarlar, çizenler, söyleyenler, kaygılı tipler, huzursuzlar…

 

Ha bu arada günlük demişken, Max Beckmann'ın defterindeki Mayıs 1913 tarihli cümleyi anmadan da olmaz: "İnsan birinci sınıf bir domuzdur, öyle de kalır." Bunun, tecrübeyle sabit olacağı günlerin pek yakında durduğunu herkes kısa sürede anlayacaktır. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.