Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Adabımuaşeret denen zorba!



Toplam oy: 804
Hagop Baronyan // Çev. Ararat Şekeryan, Nivart Taşçı
Can Yayınları
Adabımuaşeretin Zararları, geç Osmanlı döneminin Batılılaşma ve muasırlaşma dalgasından nasibini alan bütün unsurlar gibi Ermenilerin de geçirmekte olduğu dönüşümü gelenek penceresinden bakarak ele alan bir hiciv başyapıtı.

Hagop Baronyan'ın adını ilk kez, bundan birkaç sene önce İstanbul'da Şehir Tiyatroları’nda Engin Alkan rejisiyle izleme fırsatı bulduğum Şark Dişçisi oyunuyla duymuştum. Gerek oyunun sahnelenişi gerekse oyuncuların unutulmayacak performanslarıyla zihnimde yer eden bu oyunun hikayesini ve metnini de çok beğenmiştim. Baronyan'ın kaleminin gücünün bu vesileyle farkına varmıştım.

 

Şark Dişçisi oyunundan...

 

Osmanlı Ermeni toplumunun oldukça hareketli olduğu bilinen basın-yayın faaliyeti içinde Baronyan'ın önemli bir yeri var. Döneminde "Ermenilerin Molière'i" diye anılan Baronyan, bu namını keskin kalemi ve hicivdeki ustalığına borçlu kuşkusuz. Ermenilerin "Büyük Felaket" öncesi toplumsal hayatının tüm yönlerini, yazarın nükteli ve pervasız dilinden izleyebilmek mümkün. Ancak söz konusu metinlerin büyük çoğunluğu Ermenice olarak kaleme alınmış ve daha çok da Ermenileri ilgilendiren ortak meselelere dair "kapalı devre" metinler elbette.

Ne mutlu ki, Türkçe okuyan okuyucunun da yararlanabilmesi adına önemli gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. Hagop Baronyan'ın Şark Dişçisi (Aras Yayıncılık, çev. Boğos Çalgıcıoğlu) ve İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (Can Yayınları, çev. P. Hilda Teller Babek) eserleri Türkçeye aktarıldı. Geçtiğimiz günlerde ise Baronyan'ın Adabımuaşeretin Zararları adlı şahane kitabı da Ararat Şekeryan ve Nıvart Taşçı çevirisiyle yayımlandı. “Baronyan Külliyatı” oluşması yolundaki üçüncü adım da böylece atılmış oldu.

Adabımuaşeretin Zararları, geç Osmanlı döneminin Batılılaşma ve muasırlaşma dalgasından nasibini alan bütün unsurlar gibi Ermenilerin de geçirmekte olduğu dönüşümü gelenek penceresinden bakarak ele alan bir hiciv başyapıtı. Adabımuaşeret denen "zorba”nın toplum hayatını nasıl kendi keyfince eğip bükebilecek görünmez bir güç olduğunu dönemin kabuk değiştiren toplumunu hicvinin merkezine yerleştirerek anlatan incelikli bir eser. Bununla birlikte elimizdeki metni, yalnızca, şimdilerde mazide kalıp eskimiş görünen birtakım mizahi öğeleri bir araya getiren bir gündelik hayat eleştirisinden ibaret olarak görmek de pek doğru olmaz. Baronyan, her şeyden önce bize oldukça ayrıntılı bir panoramik bakış açısı sunuyor. Bu panoramada Büyük Felaket öncesi İstanbul Ermenilerinin sosyal, kültürel ve dinsel hayatının yanı sıra, Osmanlı yaşamının da hassasiyetle işlenerek okuyucuya taşınmış ayrıntıları bulunuyor. Baronyan her bölümde kendine Ermeni toplumu mensuplarından birer "ağa" seçiyor. Ağa deyince feodal bir paye anlaşılmasın, "ağa" burada yalnızca bir hitap, bir saygı ifadesi; "bey" gibi. Baronyan'ın hikayesinin temelini işte bu Ermeni ağacıklarının başına, adabımuaşeret yüzünden gelenler oluşturuyor. Her biri birbirinden komik, karakterlerin ustaca derinleşebildiği, çok güzel anlatılmış güzel hikayecikler.


İnsanın nezaket ve adabımuaşeret kurallarıyla çizilen yapay bir sınır içerisindeki çaresizliklerini içten ve içeriden bir anlatımla yazıya döken Hagop Baronyan, kuşak çatışmasından Ermeni dini kurumlarının toplum hayatındaki yer ve etkisine, zamanın ekonomik-sınıfsal hayatının ana hatlarından bayram ve özel günlerin idrak ediliş biçimlerine birçok başka konuyu da işliyor. Metni ve anlatımıyla hicvetmek istediği konuları birer birer önümüze koyarken aslında hakkında çok az şey bildiğimiz rengarenk bir dünyayı da günümüz okuruna ulaştırmayı başarıyor.

 

 

 

Doğal bir dil

 

 

Baronyan'ın eserini ortaya güzel bir hiciv metni koyması ve dönemin toplumsal hayatını tüm yönleriyle okuyucuya sunması dışında da başarılı kılan bazı başka özellikler var. Bu çalışmada çevirmenler, metinde geçen, Ermenice dışındaki dillerden olan kelimeleri orijinal halleriyle olduğu gibi bırakmışlar. Bu kelimelerin büyük çoğunluğunu Ermenicenin içine sızmış Türkçe ve biraz da Fransızca kelimeler oluşturuyor. Bunun okur açısından bir kazanca dönüşen yanı ise metinlerin tıpkı toplumsal hayatı resmettiği gibi, dönemin dili hakkında da fikir vermesi. Zamanın Türkçesinde yaygın şekilde kullanıldığı halde artık tarih rafına kalkmış kimi kelimelerin yanı sıra, çağın birincil uluslararası dili olan Fransızcanın günlük dil üzerindeki etkisini de bu metinlerden en doğal haliyle izlemek mümkün. Burada, bahsi gelmişken bir şeyi de belirtmekte yarar var. Kitabı Türkiye Ermenilerinin konuştuğu Batı Ermeniceden Türkçeye kazandıran çevirmenler, ortaya çıkan çeviri metinde de dile büyük özen göstermişler. Bu yanıyla metinler Ermeniceden daha bugün çevrilmiş gibi değil de sanki gerçekten o zaman yazılmışlar ve o zamanın Türkçesiyle kaleme alınmışlar gibi doğal bir dil sunuyorlar. Bunu yakalamak konusunda çevirmenlerin hassasiyetle çaba göstermiş oldukları hikayeleri okurken kendini gösteriyor.


Hagop Baronyan, verem illetiyle sonlanan kısa ömrünü yazmaya vakfetmiş bir yazar. Ermenilerin Molière'i namıyla anılan Baronyan, gazete ve mecmua yazılarıyla, kitaplarıyla okurlarına oldukça bereketli bir külliyat bıraktı. Adabımuaşeretin Zararları ile birlikte elimizde Türkçeye çevrilmiş Baronyan eseri sayısı üçe ulaşmış oldu. Her açıdan nefis bir eser olan Adabımuaşeretin Zararları, Baronyan'ın daha nice metniyle karşılaşmak, onlara bir an önce erişmek konusunda okur iştahını oldukça artıran bir eser. Dileğimiz, devamının gelmesidir.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Seda Mit

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.