Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ahenkli bir bütün


Şahane
Toplam oy: 492
Virginia Woolf // Çev. Esra Çakıruylası
Ayrıntı Yayınları
Hangimiz Mrs. Dalloway’deki Clarissa Dalloway’i, Deniz Feneri’nin Mrs. Ramsay’ini, Gece ve Gündüz’ün Katharine Hilberry’sini ya da Dışa Yolculuk kitabındaki Rachel Vinrace’i Virginia Woolf’un kendiliğinden ayırabilir ki?

Bundan birkaç yıl önce özel bir üniversitede “Benliğim Ne Kadar Benden?” başlıklı bir nöropsikofelsefe sempozyumu olmuştu. (Burada öncelikle başlığın cazibesine kapıldığımı itiraf etmekte bir sakınca görmüyorum.) Psikanalist Bella Habip, “Psikanaliz Kuramları İçinde Benlik Kavramının Serüveni” başlıklı bir konferans vermişti. Freud’un yapıtındaki benliği mercek altına alıp, Freud sonrası benlik kavrayışlarını ele almıştı sunumunda.


Benlik, psikanalizin merkeze aldığı konulardan biri. Bununla ilgili birçok görüş, birçok farklı tanımlama mevcut. Ben(lik), kimlik, kişilik, karakter sözcüklerinin zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılmakta olduğunu ancak tarihsel gelişimleri incelendiğinde bazı anlam farklılıkları taşıdıklarını görüyoruz. Örneğin, “ben” derken genel olarak zihinsel bir yapıdan (“ego”) söz ediyoruz demektir. Ego, “ben”in Latince karşılığı; ve genellikle “egoist”, “egosu yüksek”, “egosuna düşkün” gibi olumsuz anlamlar yüklenerek yanlış kullanılmakta. Oysa, Freud’un yazılarında –Türkçedeki– “ben” anlamında -–Almancadaki karşılığı olan– “ich”i kullandığı biliniyor. Ego, Freud’un metinleri İngilizceye tercüme edilirken, çevirmenin “ben”e Latince bir karşılık bulma düşüncesinden doğmuştur. Benlik ise, zihinsel ve bedensel bir bütün olarak “kendi”mize (“self”) işaret eder. Kendilik (self) bir temsil ya da temsiller bütünüdür; dışarıdaki insanların içimizdeki imgeleri olan nesne temsillerine paralel ve onlarla aynı şekilde kurulan yaşantısal bir yapıdır. Kendilik, içimizdeki ve dışımızdaki nesnelerle etkileşimlerin ürünüdür. Bu yüzden de nefes alıp verdiğimiz sürece sonu yoktur.


Sanatçının diğer insanlardan farkı, yarattığı eserlerle de kendisini yeniden ve sürekli olarak üretmesi. Örneğin bir yazarın yarattığı karakterler onun benliğinin de yansımalarını oluşturacaktır kuşkusuz. Hangimiz Mrs. Dalloway’deki Clarissa Dalloway’i, Deniz Feneri’nin Mrs. Ramsay’ini, Gece ve Gündüz’ün Katharine Hilberry’sini ya da Dışa Yolculuk kitabındaki Rachel Vinrace’i Virginia Woolf’un kendiliğinden ayırabilir ki?

 

 


Rollo May’e göre benlik, gelişen yönünde ona kendini yaratmada yön veren modeller, biçimler, metaforlar, mitler ve diğer birçok ruhsal içerikten oluşmuştur. Benlik dediğimiz kavram hem bilinci hem de bilinçdışını içerir. Bunu Virginia Woolf’un da şu cümlelerinde büyük bir ustalıkla ifade ettiğini görürüz: “Şimdi tek yapman gereken pencerenin kenarına geçip ritmik algını açmak ve kapamak, açmak ve kapamak, cesurca ve özgürce, ta ki bir şeyler başka bir şeylerin içinde eriyene dek, taksiler nergislerle dans etmeye başlayana dek, tüm bu parçalardan bir bütün ortaya çıkana dek... Demek istediğim, tüm cesaretini topla, tüm dikkatini ver, doğanın bahşetmesi tasarlanmış tüm yetenekleri davet et. Sonra bırak ritmik duygun adamların, kadınların, otobüslerin, serçelerin –caddede gelip geçen ne varsa her şeyin– arasına karışsın, girsin, çıksın, ta ki hepsini birbirine bağlayıp tek bir ahenkli bütün oluşturana kadar. “


Benlik Üzerine Denemeler kitabı, Virginia Woolf’un 37-58 yaşları arasında yazdığı bazı denemelerden oluşuyor. Kitaba sunuş yazısı yazan Joanna Kavenna, bu kitabı niçin benlik üzerinde odaklamayı seçtiğiyle ilgili kendisine ve dolaylı olarak da bize cevaplar vermeyi değil, sorular sormayı tercih etmiş: “Neden? Neden kadın haklarını ya da modernlik devrimlerini ya da romanın evrelerini seçmedim? Neden sınırlı, sonlu ve muhtemelen yanıltıcı ‘benlik’le cebelleşmeye başladım? Neden Woolf’u da peşimden sürükledim? Benlik nedir? Ne demektir? Kimin tanımıdır? Sanatçının kendisi mi, yoksa toplumsal benliği midir? Bireyin kurallarca mecbur edilmiş, maskelerin ardındaki benliği midir? Peki maske nerede biter, benlik nerede başlar? Bir tane mi benlik vardır, yoksa hesaplanamayacak kadar çok miktarda mıdır? Değişken midir, yoksa bölünemez bir bütün müdür?”


Woolf, 1919 tarihli “Modern Kurmaca” denemesinde, döneminin romancılarını eleştiriyor. Onları özgün bulmuyor. Biçime fazla odaklanıp içeriği renksiz, ruhsuz bıraktıklarını düşünüyor. Yarattıkları karakterlerin benliğinde, yani iç dünyalarında değil de dış dünyalarında odaklandıklarını söylüyor.

 

Ve hayatın döngüselliği, karşılaşmaların zenginliği, bireyin benliğiyle teması üzerine şu cümleleri kuruyor: “İçinize bakın, ‘hayat böyle olmaktan’ çok da uzak görünecektir. Bir an için sıradan bir dimağı alıp sıradan bir günde değerlendirin. Zihin, sayısız izlenimle dolup taşar; önemsiz ya da olağanüstü, uçup giden ya da çelik sertliğiyle kazınıp kalan.”


Bu derleme teorik anlamda benlik kavramıyla ilgilenmiyor. Kadın haklarını, yazarlığı, edebiyat eleştirisini, romanı ve şiiri Woolf, benlik kavramına bakışıyla ilişkilendiriyor; bu meseleleri benlik perspektifinden inceliyor. Ve hepsinin toplamı da “ahenkli bir bütün”ü oluşturuyor.

 

 


 

 

Görsel: Murat Miroğlu

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.