Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Anarşizm öncesi bir anarşist



Toplam oy: 760
William Blake
Pinhan Yayıncılık
Vahiy Kitapları, Blake’in özgün bir mitoloji inşa ettiği, bir dizi eser. Her iyi kütüphanede bulunması gereken bir başyapıt.

William Blake (1757-1827) yaşamı boyunca eserleri anlaşılamamış, öldükten sonra uzun bir süre unutulmuş, kıymeti ancak 20. yüzyılda bilinmiş, dünya sanat tarihinin en ilginç ve önemli isimlerinden. Türkçede özellikle Tozan Alkan ve Selahattin Özpalabıyıklar'ın çevirileri değişik yayınevlerince yayımlanmıştı. Pinhan Yayıncılık, çıtayı biraz daha yükseltiyor: Blake'in kendi bulduğu teknik ile ürettiği gravürlerin tıpkı basımlarının bulunduğu, renkli, kuşe kağıda özenli bir baskı ile önemli bir boşluğu dolduruyor. 20. yüzyılın ilk yarısının belki de en önemli felsefe metni olan Heidegger'in Varlık ve Zaman'ını Türkçeye kazandırarak bizlere paha biçilmez bir hediye sunan Kaan H. Ökten, "Türkçe'nin ifade zenginliğinden alabildiğince yararlanmaya, destansı-mistik havayı kendi dilimizde de yakalamaya çaba" göstererek Blake'in nüfuz edilmesi zor imgelem dünyasına sızabilmemiz için bize rehberlik ediyor. Ökten'in Vahiy Kitapları başlığını uygun gördüğü seçkide Thel'in Kitabı, Albion Kızlarının Görüleri, Amerika: Bir Vahiy, Avrupa: Bir Vahiy, Los'un Şarkısı, Urizen'in Birinci Kitabı, Ahania'nın Kitabı, Los'un Kitabı bulunuyor. Okur böylece Alkan veya Ökten'in Türkçeleri arasında bir seçim yapma şansına da sahip oluyor. Masumiyet Şarkıları da Alkan ve Özpalabıyıklar'ın Türkçeleri ile mevcut.

 

Çağdaşları için deli, çılgın, ahlaksız (antinomian); bizim çağdaşımız bir eleştirmen için Britanya'nın şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük sanatçı; BBC'nin 2002 yılında yaptığı "tarihteki en büyük 100 Britanyalı" anketinde ise 38. sırada yer alan Blake'in çağdaş sanatın her alanına nüfuz eden etkisinin yansımaları saymakla bitmez. Türkiye'de tanınmasında da bu etkilerin rolü olduğu muhakkak: Oliver Stone'un Doors filmi, Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar'ında Caulfield'in gömlek cebindeki şiiri, Jim Jarmusch'un Dead Man'i, Bruce Dickinson'un Chemical Wedding albümü, Norveçli Ulver kolektifinin albümü gibi… Ayrıca Byron, Yeats, Poe, Nietzsche, Baudelaire okuyucuları da bu büyük sanatçılarda Blake'in izlerine rastlayabilirler. Aforizma haline gelmiş çarpıcı dizeleri, deyişleri de hayli bilinir: "Politik öteki seni şeytanileştiriyorsa, sen de politik ötekiyi şeytanileştir", "Kendini sınırlamak, korkudan doğan kötülükleri üretirken; başkalarını sınırlamak, zalimlikten doğan kötülükleri üretir... Bütün zalimler korku duyar ve tüm korku duyanlar zalimdir."

 

Blake'i tanımlamak zor; zamanının çok ötesinde bir sanat anlayışını temsil eden bir sanatçı, ressam-illüstratör, kendi tekniğini geliştirmiş bir gravür ustası, şair. Anarşizm öncesi bir anarşist; otoritenin her türlüsüne karşı duran, iktidarın yozlaşmayı ve yolsuzluğu beraberinde getireceğine inanan, cinsel ilişkinin hiçbir türünün günah olmayacağını savunan bir radikal. İçerisinde baskı ve kısıtlama bulunan her türlü oluşumun ve kurumun şiddetle karşısında olan, hayatı boyunca yaşayabilmek için çalışmak zorunda kalarak sayısız gravürler, illüstrasyonlar, suluboya tablolar ve el yapımı kitaplar üretmiş bir insan. (Ne yazık ki ölümünden sonra el yazmalarını ve eserlerini alan takipçisi Frederick Tatham, bunların bir kısmını dini ve politik açıdan sakıncalı bularak yakmıştır.)

 

Catherine Boucher ile evlilik kararı Blake'in kişisel yaşamındaki en doğru hamlelerden birisidir. Blake karısına yazı yazmayı öğretecek, o da zamanla Blake'in sağ kolu haline gelecek, kitaplarını kendisi üretmeye başladığı zaman da ona asistanlık yapacaktır. Blake'in dehasına inanan az sayıdaki insandan birisi olarak, onun sıradışı inanç ve düşüncelerini paylaşacak, bir yandan da kısıtlı, yetersiz bir bütçe ile evi idare etmeye çalışacaktır. Blake'in cenazesini ancak aldığı borç para ile defnedebilecek, Tatham'ın evinde çalışarak hayatını sürdürebilecektir. O da Blake gibi sanrılar görecek, ölümünden sonra Blake'in onunla iletişime devam ettiğine inanacaktır.

 

Tanrının yüzü

 

Blake, Londralı idi ve kısa bir süre dışında hayatı boyunca Londra'da yaşadı. Çocukluğunda bir pencereden Tanrının yüzünü görmüştü, başkalarının kendi gördüklerini göremiyor olması ona inanılmaz geliyordu. Blake'in sanrıları ile baş edemeyen, onu sıradan insanların seviyesine çekme çabalarının nafile olduğunu anlayan ailesi onu uzun bir çıraklık dönemi geçireceği bir gravürcünün yanına vererek, Blake için en olumlu kararı almıştı.

 

O dönemin Londra'sı Avrupa'yı kasıp kavuran Fransız devriminin etkilerini derinden hisseden, sanayi devriminin ortasında, modernleşmenin tüm sancılarıyla alt üst olmuş bir kenttir. Blake de 1780 ve 1790'larda Londra'nın radikal çevreleri ile içli dışlıdır. Kurumsallaşmış dine, baskıya ve köleliğe karşı durarak Amerikan devrimini coşkuyla selamlar, dünyanın ihtiyaç duyduğu özgürlüğün Amerika'da gerçekleşeceğine inanır, ancak devrimin köleliği ortadan kaldırmaması onu hayal kırıklığına uğratır. Blake kimi şiirlerinde 18. yüzyıl sonu İngiltere'sinin toplumsal eleştirisini yapar. "Londra" ve "Baca Temizleyicisi" gibi şiirlerinde resmettiği Londra, sokaklarında yoksulluğun ve korkunun kol gezdiği, özellikle çocuk sömürüsünün ayyuka çıktığı, insanlık dışı bir devlet ve din baskısının egemen olduğu, çarpık bir cinselliğin, çocuk fahişelerin bulunduğu bir kenttir. 

 

Hayatı boyunca açabildiği ilk ve son sergi görmezden gelinecek, bu sergiden bahseden tek bir eleştirmen de onu kendini beğenmiş bir deli olarak niteleyecekti. 1800'de yazdığı "Milton" şiirinin girişi adeta bir sanat manifestosu gibidir. 

 

Vahiy Kitapları, Blake'in özgün bir mitoloji inşa ettiği, bir dizi eser. Fakat bu kitaplara nüfuz edebilmek, Blake'in dünyasına sızabilmek, sembolizmini deşifre edebilmek için öncelikle bu mitolojinin karakter ve isimlerinin çözümlenmesi gerekir. Bu yüzden Ökten'in kitabın başında aktardığı küçük Blake sözlüğünün şiirlere geçmeden önce mutlaka çalışılması gerekiyor. Her iyi kütüphanede bulunması gereken bir başyapıt. Baskı ile ilgili olarak aklımıza takılan tek husus şu: Acaba mat kağıt kullanılsa sonuç daha mı iyi olurdu?

 


 

* Görseller: Kitaptan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.