Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Aşk var distopya yok



Toplam oy: 1222
Süper Acıklı Gerçek Bir Aşk Hikayesi, yeni edinmeye başladığımız, algı alanı geniş-algı süresi düşük bilgi tüketimini bir okuma deneyimi olarak yaşatma gayretinde.

Arka kapak, Gary Shteyngart’ın son romanı Süper Acıklı Gerçek Bir Aşk Hikayesinin bir distopya olacağını haber veriyor. Bir edebi tür olarak distopyanın artık şaşırtma etkisini yitirdiğini, olası bütün senaryoların çoktan hayal edilip yazıldığını düşünüyorum. Nedir distopya? Karamsar bir gelecek hikayesi üzerinden sistem ve toplum eleştirisi. İyi düşünülmüş bir distopyanın lezzetli yanı, anlatılan geleceğin absürt olduğu kadar, olası olması. Okurun içine tatlı tatlı ya olursa endişesi salması. İyi bir distopyanın kalıcılık adına en büyük sınavı ise, hikayede anlatılan geleceğin gelmesi ve öngörülenlerin gerçekleşmiş olması. Bu nedenle şu George Orwell adamının kahinliğine hayranız. Hayranız değil mi?

 

 

Belki de Margaret Atwood’a daha çok hayran olmalıyız. Hem distopik romanlar yazıyor, hem edebiyat kuramı açısından bu konuyu inceliyor. Tahmin edilebilir, öngörülebilir bilim kurgu diye bir tanımı var Atwood’un. Gelecek denen, insanlığın kaderini belirleyecek kavramı okura ulaştırmanın sorumluluğunu yüklüyor yazara. Bir başka distopya ustası Kurt Vonnegut ise gelecekten çok bugünle, hayalden çok gerçekle ilgili. Kaosu, göze hoş gelen geometrik şekillere bölerek, yeniden bir gerçeklik yaratan kubist bir resim gibidir Vonnegut distopyası. Gerçeğin çirkinliğini, daha iyi ve güzel olabilir umuduyla anlatır. Okurdan istediği bakış açısını değiştirmesidir. Jonathan Swift ise okurun zeki olanını sever, keskin bir mizahla kurar distopyasını. Sistemin kuklası haline geldiğinden bihaber olanları affetmez, yüzlerine güler.

 

 

 

Tüketim toplumunu eleştirip bu hizmetimle sizi bu kitabı satın almaya yönlendirmem halinde ortaya çıkacak alışveriş en başta eleştirdiğim şey olacak ve her şey karmaşık bir meta-eleştiriye dönüşecek.

 

 

 

Bir distopya yaratarak, yazarsal tanrı katından topluma bakan edebiyatın gücü kaldı mı hala? Okurun pasifliğine güvenmeyin. Yazarın işaret ettiği kötüden ve yanlıştan korkma olasılığı çok azaldı. Bu saaten sonra distopya yazmaya kalkışacak yazarlara meydan okuyan bir okur var.

 

 

Gary Shteyngart bu durumun farkında. Bırakın edebiyatı, belli bir düşünce silsilesini aktaran cümlelerin bile yok olduğu, kitapların koktuğu için okunmadığı bir hikaye anlatıyor. İletişim, paylaşım sınırsız. Kişisel özel bilgi diye bir şey kalmamış. Süper akıllı cihazlar ile birbirine bağlı, var oluşu dış görünüş üzerinden matematiksel değerlere indirgenmiş, bireysellikte değil aynılıkta yaşayan bir e-toplum. Alışveriş hayatı sürdürmenin ve güncel kalabilmenin tek yolu. Tabii ki ekonomik kriz var, savaş yakın bir olasılık. Kısacası hayat, bugün yaşadıklarımızın laciverti. O nedenle bu romana distopya diyerek peşin hüküm vermek olmaz. Ne de olsa bazıları lacivert sever.

 

 

Hayatın Amerikan gidişatını eleştiren bu roman yüreğinizi schadenfreude ile doldurabilir. Ya da savunmaya geçebilirsiniz bu hayatı benimsemiş küresel bir vatandaş olarak. Kabul ediniz ki, gelecek de bir gün gelecek ama ilk önce Amerikalıların başına gelecek. Rahat olun siz. Sizin için daha vakit var. Lacivertin keyfini çıkarın.

 

 

 

 

 

Edebiyat çağı yakalayabilir mi?

 

 

Shteyngart’ın açtığı yoldan ilerleyip sosyal medyanın ve dijital yaşamın insan ilişkilerini robotlaştırdığına, insanları yalnızlaştırdığına dair eleştirel yorumlar yapmak kendimi sosyal medyadan önceki nesle dahil ederek, yeni nesle parmak sallayan bir ebeveyn-eleştirmen bakış açısı verecek bana. Üstelik bu eleştirileri dijital ortamda sizlerle paylaşarak çifte standart tuzağına düşürecek beni. Bitmedi, tüketim toplumunu eleştirip bu hizmetimle sizi bu kitabı satın almaya yönlendirmem halinde ortaya çıkacak alışveriş en başta eleştirdiğim şey olacak ve her şey karmaşık bir meta-eleştiriye dönüşecek.

 

 

Beyhude işler bunlar.

 

 

 

 


Gary Shteyngart, bırakın edebiyatı belli bir düşünce silsilesini aktaran cümlelerin bile yok olduğu, kitapların koktuğu için okunmadığı bir hikaye anlatıyor.

 

 

 

 

Oysa bu yeni dijital iletişim kurma şekillerinin dil, gramer ve kelime haznemize olan yadsınmaz etkisi beni heyecanlandırıyor. Dil, kendini eğip büküyor ve ortodoks dilcilere inatla, üstelik viral bir hızla hayatımıza yerleşiyor. Değişen sadece yazma değil. Okuma eylemi de değişiyor. Okumaktan ziyade, sözcükler ya da klavye sembolleri üzerinden eş zamanlı bir bilgi tüketimine dönüşüyor bu eylem. Ergen argosu, sokak dili dediğimiz dile yeni bir hayat katıyor olamaz mı? Bu dilin, karakterlere ait olduğunda, edebiyatta yer bulmasını sevindirici buluyorum. İleriye yönelik bir yatırım. Aforizmalar, felsefe cümleleri, altı çizilesi cümleler dışında da edebiyat mümkün. Türkçe elden gidiyor çığlıklarına biraz mola versek ve insan iletişimindeki dönüşümü kitaplara not düşmeye başlasak. İletişimi harflere, noktalama işaretlerine indirgeyerek tanrı parçacığına ulaşıyoruz belki. Edebiyat ya bu hıza yetişecek ve bu değişime ayak uyduracak ya da… Ya da bu yeni iletişim dilini, kendini rahat hissettiği dijital ortamdan alıp, edebiyatın er meydanı romanın sayfalarına yerleştirerek, bir kalıcılık ve geçerlilik sınavı verecek.

 

 

Süper Acıklı Gerçek Bir Aşk Hikayesi, bu yolda bir deney aslında. Shteyngart, kurgu bilim yazmadaki ergen heyecanını, ağırbaşlı toplumsal hiciv metaforlarıyla birleştirmeye kalkışıyor. Romanda üç farklı dil var. Kitap okumayı seven, kendini dijital iletişim dünyasına ait hissetmeyen orta yaşlı Lenny yazdığı eski nesil günlük üzerinden; sosyal medyada yaşayan genç Eunice ise yeni icat dijital iletişim platformları üzerinden iletişim kuruyorlar. Kurmaca karakterler olarak sesleri, seçtikleri iletişim mecrasının dili üzerinden çıkıyor. Üçüncü dil, güncel kavramlara yeni isimler takan sistemin kolektif sesi olan bir tekno e-dil. Süper Acıklı Gerçek Bir Aşk Hikayesi, yeni edinmeye başladığımız, algı alanı geniş-algı süresi düşük bilgi tüketimini bir okuma deneyimi olarak yaşatma gayretinde.

 

 

 

Aşk

 

 

 

Kitabın distopya olmadığına karar verdikten sonra işim kolaylaştı ve bir değil birden fazla acıklı aşk hikayesi buldum romanda. Zamanların en iyisi, zamanların en kötüsünde yaşanan. Aşk hikayelerini acıklı kılan zamanlama hatası, zamane olma halleri arasındaki fark. Lenny iye Eunice arasındaki aşk, dijital e-kültür ile tüketim arasındaki aşk, yazarla yarattığı kurmaca karakterler arasındaki aşk, geçmişle gelecek arasındaki aşk, insanla para arasındaki aşk, yalnızlarla yaşadıkları şehir arasındaki aşk. Hepsi acıklı. Şarkıdaki gibi hala insan olduğunuzu hissetmek için, kalbinizi kıracak bir kitap arıyorsanız, distopyalara veda etmenin zamanı. Hayat bu. Gerçek ve acıklı.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.