Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Asrın dövüşü



Toplam oy: 709
Norman Mailer // Çev. Ahmet Ergenç
Everest Yayınları
Mailer, Ali-Foreman karşılaşmasının her bir raundunu anbean tasvir ederken, edebiyat tarihindeki en güçlü spor anlatılarından birisini yakalamayı başarmış.

Norman Mailer, Dövüş kitabında, efsanevi boksör Muhammed Ali’nin ünvanını geri almak için George Foreman ile yaptığı -dünya boks tarihinin gelmiş geçmiş en önemli- karşılaşmanın hikayesini anlatıyor. Karşılaşmadan bir yıl sonra, 1975 yılında yayımlanan Dövüş, Mailer’in edebiyat dışı eserleri arasında yer almakla birlikte dili ve kurgusuyla bir röportaj kitabından ziyade romana yakın duran bir anlatı.

Muhammed Ali’yi ve öncesiyle sonrasıyla asrın maçını hikaye ederken kendisini de işin içine katmış Mailer. Doğrusunu söylemek gerekirse boks tarihinin en renkli kişiliklerinden Muhammed Ali’yi ve boksun seyrini değiştiren bu maçı Amerikan edebiyatının en renkli isimlerinden Norman Mailer’in kaleme alması çok iyi bir eşleşme.

Norman Kingsley Mailer, 31 Ocak 1923 tarihinde New Jersey'de doğdu. Brooklyn'de büyüyen yazar, Harvard Üniversitesi'ne girdi. İkinci Dünya Savaşı sonrası eğitimine Sorbonne'da devam eden Mailer, kendi deneyimlerine dayanarak yazdığı ilk romanı Çıplak ve Ölü ile henüz yirmi beş yaşındayken şöhreti yakaladı. Eleştirmenlerce göklere çıkarılan, çoksatar listelerinin başına oturan -ve bugün bile "İngilizce yazılmış en iyi yüz roman" arasında sayılan- kitabı sayesinde Mailer -maddi ve manevi anlamda- “Amerikan Rüyası”na dalma fırsatı buldu. Alçakgönüllülükten hiç nasiplenmemişti Norman Mailer; kendisini Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlarla kıyaslamaktan imtina etmedi. Başından altı evlilik geçen, kadınlara, içkiye ve uyuşturucuya bağımlılığını hiç gizlemeyen, kadın özgürlük hareketine karşı olduğunu sakınmasızca söyleyen Mailer, politik tavırları, evlilikleri, gazeteciliği, eserleri ve aldığı ödüllerle uzun yıllar boyunca ilgi odağı olmayı başardı. 

Türkçeye ilk kez 1971 yılında Çıplak ve Ölü romanı çevrilmişti. Çeviriler 1973’te Seks Meleği Marilyn Monroe adlı inceleme kitabı, yine 1973’te Geyikli Park, 1974’te Körler Körlere Yol Gösteriyor (1974), 80’de Barbarlık Kıyısında, 81’de Celladın Şarkısı, 85’te Sert Erkekler Dans Etmez romanlarıyla sürdü. Sonraki yirmi yıl boyunca Mailer romanları sanki unutuluverdi. Nihayet 2014 yılında Amerikan Rüyası’nın çevrilmesiyle yeniden hatırladığımız Norman Mailer 10 Kasım 2007 günü New York'ta 84 yaşında hayatını kaybetmişti.



Yazar ve röportajcı

 


 

Dövüş kitabının asıl kahramanı Muhammed Ali’nin hayatını özetlemek bu yazının sınırlarını ve niyetini aşıyor. Sadece 1960 yılında -18 yaşındayken- Roma olimpiyatlarında kazandığı altın madalyanın ardından profesyonel boks kariyerine başladığını, 1964 yılında Sonny Liston’ı nakavt ederek Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu ünvanını ele geçirdiğini, aynı yıl Müslümanlığa geçerek Cassius Clay ismini Muhammed Ali ile değiştirip siyah harekete katıldığını, 1966 yılında "Hiçbir Vietnamlı bana zenci demedi," diyerek askere gitmeyi reddettiğini söyleyelim. Bu reddiyesi nedeniyle ünvanı elinden alınmış, ringlere çıkması yasaklanmış ve kısa bir süre hapisle cezalandırılmıştı. 1970 yılında ringlere dönmesi büyük bir heyecan yarattı. 1974 yılında George Foreman ile yapacağı ünvan karşılaşması ise hiç şüphesiz asrın maçı olacaktı.

Türkiye’de de çok seveni vardı Ali’nin. Kimileri Müslümanlığı seçtiği kimileri ise Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddettiği için Ali’den yanaydı. 1974 yılında Zaire’de Foreman ile yaptığı maç sabaha karşı bir saatte naklen yayımlandığında Türkiye’de pek çok kişi televizyon başındaydı. Şimdilerde boksu spor olarak kabul etmesem bile -itiraf etmeliyim ki- 1974 yılında ben de bu maçı izleyenler arasındaydım. Karşısında durulamayacak bir dev gibi önüne geleni nakavt eden Foreman karşısında Ali’nin nasıl bir strateji izleyeceği, ayakta kalıp kalamayacağı merak konusuydu. Gerçekten de olağanüstü bir müsabaka oldu. 7 raund boyunca savunmada kalan Ali 8. raundda ani bir atakla yumruk atmaktan yorulan rakibini devirmeyi başarmış ve ünvanını yeniden ele geçirmişti.

İşte bu tarihi maçı anlatıyor Mailer. Her iki tarafın kamplarını ziyaret etmiş, Ali’nin ve Foreman’ın antrenmanlarını izlemiş, onlarla konuşmuş, hatta birlikte koşuya çıkmış, sonra karşılaşmanın yapılacağı Zaire’ye giderek maç atmosferini koklamış bir röportajcı kimliği ile sürecin bütün ayrıntılarına hâkim. Ancak Dövüş kitabı bir röportajcının bakış açısından değil müsabakayı takip eden bir röportajcının hikayesini anlatan bir yazarın bakış açısından aktarılıyor. Mailer, yazar ile röportajcının aynı kişi olduğunu gizlememiş ama sürecin içindeyken kendisinde fark ettiği değişimleri de kayda geçmek açısından böyle bir kurguyu daha anlamlı bulmuş: “Müsabakaya dair metninde hangi ismi kullanacağını düşünüyorsa, bu aşırı edebi egodan değil, daha ziyade okurun dikkatine gösterdiği özenden kaynaklanıyordu. Eğer anlatıcı sadece bir soyutlama olarak görünseydi -Yazar, Yolcu, Röportajcı- uzunca bir metni takip etmek pek keyifli olmazdı. Bu insanın aynı kadınla yıllarca yaşaması ve onu eş olarak soyutlayarak düşünmesi kadar tatsız bir şey olurdu. Yine de, Norman New York'a döndüğünde kendini kesinlikle alçakgönüllü hissediyordu ve ilk adını kullanabileceğini düşündü; müsabakadaki herkes öyle yapmıştı. Aslında adı o kadar sıradandı ki, bunun tek alternatifi isimsiz bir metin yazmak olabilirdi. Bilgeliği hiç bu kadar görünmez olmamıştı ve anonim bir ses edinmek için harika bir durumdu bu.”

Edindiği anonim ses sayesinde kendi içine doğru da yolculuk yapıyor Mailer. Böylelikle Ali-Foreman karşılaşmasının bir spor müsabakası niteliğinin dışına taşmasının nedenlerini, bunun siyah hareket ile ilintisini, Amerikalı Marksist bir entelektüel olarak siyahlara bakışını, Zaire özelinde dikatatörlüklerle yönetilen yoksul Afrika halklarının dramını da yakalıyor. Ama son bölümde maç her şeyin önüne geçiyor. Mailer her bir raundu anbean tasvir ederken edebiyat tarihindeki en güçlü spor anlatılarından birisini yakalamayı başarmış. Gözlerimle izlediğim bir maçın çok daha canlı görüntülerle sunulduğunu söylemeli ve Mailer’in kaleminin gücünün hakkını teslim etmeliyim.

 

 

 

 


 

 

 

 

Görsel: Ethem Onur Bilgiç

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.