Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Aynı 'sılsel'in altında


Vasat
Toplam oy: 1408
Kutluğ Ataman’ın 18. İstanbul Tiyatro Festivali için ürettiği 'Sılsel: Türkiye’ye yazılmış mektuplar' projesi, katılımcısına bir soru soruyor: Nasıl bir Türkiye istiyorsunuz?

Üzerinde yaşadığımız topraklarda ötekinin farklılığını kabullenebilmek hep zor oldu. Altında eşit yaşam hakkımızın olduğu gökyüzü de, üstünde hır gürle yaşadığımız yeryüzü de hep hoşgörüye, anlayışa, barışa özlem duydu.

 

Özellikle azınlıklar söz konusu olduğunda dimağımız hep zorlandı, üzüntümüz olan biten karşısında hep şaşkınlıkla karışıktı. Bir bireyi sevdiklerinden mahrum bırakmak, dilini konuşmasına engel olmak, ibadetini yapmasına engel olmak... Bunlar çok uzun süredir ülke gündemimizin değişmeyen, rutin olaylarından. Ama birini gökyüzünden mahrum bırakmak... Bu eylem karşısında ötekinin yalnızca sözlerle dışlanması bile normal kalıyor değil mi?

Kutluğ Ataman da böyle düşünmüş olacak ki, 'Sılsel: Türkiye’ye yazılmış mektuplar' adlı özel proje üretti 18. İstanbul Tiyatro Festivali için. Ataman’ın festival kapsamında 12-30 Mayıs tarihleri arasında, Karaköy’deki Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda ziyarete açtığı projesi herkesi ortak bir gökyüzü oluşturmaya çağırıyordu. Ancak bir şartla: Tüm kin ve nefret duygularından, tüm önyargılardan arınarak…

 

Geçtiğimiz ay gerçekleşen performansa vesile olan, güncel sanatçılara son dönemde belki de en çok ilham veren sosyal olaylardan biriydi aslında: Arap Baharı. Ataman’ın bir video art çalışması için hazırlandığı Suriye seyahatinin, Mardin’de tıkanıverişinin sonucu... Suriye’de çatışmaların yoğun olduğu dönemde sınırı geçmemesi salık verilen Ataman’ın, Mardin’de Süryani Nasira hanımın evine götürülmesiyle başlıyor hikaye ve olaylar gelişiyor. Nasira hanımın evinin tavanında da bulunan ve eski bir Süryani geleneği olan ‘Sılsel’le orada tanışıyor Ataman. Sılsel, eskiden Mardin’de Süryani evlerinin tavanlarına yapılmış 'gökyüzü tasviri'nin ismi. İsa’nın da konuştuğu dil olan Aramice’de (Süryanice) 'gökyüzü' demek. Kendi adıma, inanmakta hiç zorluk çekmediğim bir rivayete göre, can güvenlikleri olmadığı için sokağa çıkmaya çekinen Süryaniler gökyüzü özlemlerini bir nebze olsun giderebilmek için evlerinin tavanlarına, gökyüzünü andıran motifler çizip turkuvaz renge boyarlarmış. Kutluğ Ataman’ı çok etkileyen bu hikaye, Güneydoğu seyahatinin ardından bir çağdaş sanat projesine dönüşmüş. 

 

 

Ataman, ortak gökyüzümüzü 'örmeye' 12 Mayıs’ta projenin açılışında, Nasira Hanım’dan aldığı gök rengi kumaş parçasıyla başladı. Ardından Ataman’ın Diyarbakırlı bir Twitter takipçisinin üzerine çokdilli; Kürtçe ve Türkçe bir metin yazıp gönderdiği kumaş parçası Nasira Hanım'ınkine eklendi. Eser, 30 Mayıs’a kadar ortak yapıcılarından gelen parçalarla uzadı, uzadı, uzadı, hiçbir parçası diğerine benzemeyen ama birbirine dikili, kenetli, rengarenk bir gökyüzü çıktı ortaya. Rengarenkliği hepimizin farklılığını temsil etti. Hiç de zor olmadı üstelik kimi çiçekli, kimi çizgili, kimi kareli kumaşların birbirine kenetlenmesi…

 

 

Sılsel'in sorusu

 

 

Kutluğ Ataman’ın interaktif projesi Sılsel, bir soru soruyordu aslında katılımcısına: Nasıl bir Türkiye istiyorsunuz? Kim olduğunuz hiç önemli değil, kadın ya da erkek, sağcı ya da solcu, Alevi, Kürt, Ermeni ya da Musevi, Başbakan ya da Cumhurbaşkanı, herkesi sözünü söylemeye davet ediyordu Sılsel. Kutluğ Ataman’ın da açılış konuşmasında belirttiği üzre, katılımcıların elinde şekillenen, yani bizlerin, sizlerin projesiydi aslında Sılsel. Bizler de üzerimize düşeni yaptık; “nükleere hayır” dileklerimizi, “Cihan Kırmızıgül’e özgürlük” taleplerimizi, “Hrant’ın katilleri cezalandırılsın” isteklerimizi rengarenk kumaş parçalarına yazıp birbirine diktik. Farklı dillerde, resim, yazı ya da işlemeyle; yazarak, çizerek ya da işleyerek bu ortak gökyüzünün oluşmasına katkıda bulunduk. Şimdi, Ataman’ın ortaya çıkan uzunca örgüyü önce Mardin’de akabinde de -bir ihtimal- yurtdışında sergilemek gibi bir fikri de var.

 

 

                                        Kutluğ Ataman, Sılsel'ini dikerken...

 

 

 

Proje, Türkiye için bir 'sivil tarih dokümanı' oluşturması bakımından da ayrıca önem taşıyor. Rengarenk kumaşların, çok farklı taleplere sahiplik ettiği Sılsel, herkesin kendini 'çekincesiz' ifade ettiği bir sivil doküman oldu Türkiye için. Resmi tarih yazımının karşısında duracak, öğrencilerin, işçilerin, ev hanımlarının, toplumun her kesminden insanın ortak bir gökyüzü altında, özgürce, yargılanmadan yaşamak isteği, birinci ağızdan-ya da elden diyelim- bu projeyle gelecek kuşaklara aktarılacak şimdi.


Umarız, Sılsel’i oluşturan tüm dilekler, tek tek, hepsi gerçek olsun. Hem de bir an önce!   

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.