Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Barışçıl insanlar ve "kötü yazgı"



Toplam oy: 885
Armando Romero // Çev. İdil Dündar
Verita Kitap
Erkeklerin üstünlüğünün bariz olduğu, dedikodunun gırla gittiği ve köle gibi çalışan insanların yer aldığı Cajambre Nehri civarı, Ruperta'nın cesedinin bulunmasıyla hareketleniyor. Peki, katil kim?

Geçtiğimiz yıllarda bir dizi etkinlik için Türkiye’ye gelen ama bugüne dek hiçbir kitabı Türkçeleştirilmeyen Kolombiyalı yazar Armando Romero’nun Cajambre Nehri, İdil Dündar’ın çevirisiyle bizlerle buluştu. 

 

Erkeklerin üstünlüğünün bariz olduğu, dedikodunun gırla gittiği ve köle gibi çalışan insanların yer aldığı Cajambre Nehri civarı, Ruperta’nın cesedinin bulunmasıyla hareketleniyor. Adaletin yerini resmi olarak bulmasının kimse tarafından beklenmediği bu bölgede, hemen herkesin Ruperta’yla ilgili bir tahmini var: Aşk cinayeti, siyasi bir kayıp, toprak paylaşımına kurban giden bir kadın ve intihar… Zaten Cajambre çalılıklarında gerçeğe ulaşmak zorlu bir süreç: Hikayeler birbirine ekleniyor ve herkes her şeyden haberdar oluyor. 

 

 

Peki, Ruperta’nın ölümü neden önemli? Bunu, ancak Romero’nun romanda verdiği tarihi, antropolojik ve insan ilişkilerine dair bilgileri izleyerek anlayabiliriz. Bir kere Cajambre Nehri kıyısında adalet, bölge halkının çabalarıyla sağlanıyor. Bu nedenle tüm ahali, her olaya müdahil. İkincisi, arazi konusu hayati öneme sahip. Üçüncüsü, Ruperta güzelliği ve asiliğiyle isim yapmış biri; peşinde çok erkek var ve buradan türetilen dedikoduların sınırı yok. Ayrıca satırlarda ve arazide gezinen şifacılar ve hikaye anlatıcılarının, “bilgi”lerin oradan oraya taşınmasındaki payı unutulmamalı. Bütün bunları birleştirince Ruperta’nın ölümü ve sonrasında yaşananlar, bölgeye özgü bir biçimde ortaya konuyor yazar tarafından. Ağzını açanlar ve suskunlar, gerçeklerle dedikodular ve halkın ulaşmaya çabaladığı adalet bir arada yürüyor. Cajambre’nin en önemli özelliği, bölgeye barışın hâkim olması; işte biraz da bu nedenle Ruperta’nın öldürülmesi halkı huzursuz ediyor. 

 

Ahali arasındaki yaygın kanı, Ruperta’nın günahkar olduğu yönünde. Bedel ödemeden gittiğini düşünenler fazla. Bunun kaynağı da yine dedikodular. Beri yandan ölü Ruperta’nın, hayattaki pek çok karakterden daha çok öne çıkmasını sağlayan şey, kadınların şiddet kullanmadan sürdürdüğü mücadeleye liderlik edenlerden biri olması. Piangua toplayıcısı kadınlara verdiği destek ve halkına tutkuyla bağlılığı, Ruperta’nın göze batmasına neden oluyor, kendisi gibi göçmen işçi kadınları örgütlemesi de… 

 

Peki, katil kim? Bu soruya ilginç bir yanıt veriliyor... Başka neler var? Romero’nun kitaba kattığı yerel tatlar, rivayetler, bölgede sürüp giden hayatta kalma mücadelesi, yöreye has gerçeklikler… Polisiye bir kurgu var ama işin içinde hiç polis yok. Cinayetle harekete geçen ve arafta kalan Ruperta’nın ruhunu kurtarmaya uğraşan Pasifik Kolombiyası halkı var. Kısacası, Cajambre Nehri, Romero’nun, gerçek bir cangıldan yola çıkarak barışçıl insanlarla “kötü yazgı” arasındaki gerilime dayandırdığı bir roman.

 

 


 

* Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.