Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Başına kubbe geçirilmiş bir kasaba...



Toplam oy: 1069
Stephen King
Altın Kitaplar

Stephen King’in Kubbe’nin Altında (Under The Dome) adlı romanı 2009’un sonuna doğru Amerika’da yayımlanmıştı. Hemen hemen bir buçuk yıl sonra dilimize de kazandırıldı. Kitapla ilgili kulağımıza gelen ilk iki haber, sayfa sayısının bini aşkın olduğu ve kimi okur ve eleştirmenlerce King’in başyapıtı olarak görülen Mahşer’e rakip bir romanla karşı karşıya bulunabileceğimizdi. 

 

Kubbe’nin Altında’yı yazmayı ilk 1976’da denemiş King. İki haftada yaklaşık yetmiş beş sayfa karalayıp vazgeçmiş.  Şimdi elimizdeki kitap o başarısızlığın rövanşı gibi. Otuz bir yıl aradan sonra, 2007’de aynı konuya yeniden dönen yazarın aklında ilk müsveddeden sadece giriş bölümü; Uçak ve Dağsıçanı kalmış ki iki buçuk sayfaya tekabül ediyor. Ama geri kalan yüzlerce sayfayı yeniden yaratmak için bu kısa girişin kâfi geldiğini söylüyor King. 

 

21 Ekim, Kubbe Günü olarak anılıyor romanda. O gün çimenlerin arasında merakla gezinen dağsıçanı ile yükseklerde seyreden uçak aynı kaderi paylaşıyor. Şeffaf kubbe öğlen saat 11.44’te, Richter ölçeğine göre 2,1’lik bir sarsıntı yaratarak Chester’s Mill adlı kasabanın üzerine kapanıp onu dış dünyadan ayırırken dağsıçanı ikiye bölünüyor ve uçak içindekilerle birlikte paramparça oluyor. Kısa sürede kubbenin iç ve dış sınırlarında kubbeye çarparak hurdaya dönen araçlar ve ölü kuşlar birikmeye başlıyor. Bu, başlangıç... Tabi ne ölümler bu noktada duruyor ne de olağanüstü olaylar. King’in büyük bir gösteri hazırladığı açık.

 

Chester’s Mill kuş bakışıyla bir çoraba benziyor. 119 nolu uzun bir yolun etrafında evler, işyerleri, polis merkezi, belediye, kapanmış bir sinema salonu, romanın kritik mekânlarından biri olan market, kasabanın yerel gazetesi Demokrat yer alıyor. 119 sağa kıvrılıp çorabın topuk kısmını oluştururken 117 nolu başka bir yol uzanıyor ileri doğru. Etrafında romanın belki de en önemli karakteri (King çoğu politik söylemini bu karakter üstünden oluşturmuş) Belediye Meclisi İkinci Üyesi Jim Rennie’nin yeri, Kongo Kilisesi, hastane ve bir sağlık merkezi yer alıyor.  

 

Ana caddenin biraz uzağında Kutsal Mesih adlı bir kilise daha ve hemen onun yanında WCIK Radyo İstasyonu bulunuyor. İstasyon, kasabanın gizemli mekânlarından biri ancak romanın sonuna kadar gizemini koruyor. Okur bu ketumluğun hangi amaca hizmet ettiğini anlamayabilir. Çünkü romanın sonunda en derin sırlar bile açığa çıkarken, radyo istasyonundaki tuhaflıklara bir açıklama getirilmemiş olması daha çok kurguya dair bir gedik gibi duruyor. 

 

Çok nüfuslu bir roman

 

Chester’s Mill kasabasının normal bir gündeki insan nüfusu 1152. King elbette herkesle tanıştırmıyor bizi. Ancak sahnenin önüne gelen karakter sayısı bir hayli fazla. Çok nüfuslu bir roman Kubbe’nin Altında. Yazarın Mahşer romanını akla getirmesinin bir nedeni bu ise, diğer nedeni; büyük bir felaketin ardından hayatta kalanların iki grup halinde cepheleşmesi ve esaslı bir arbedenin çıkması. Kubbenin altındaki arbede öyle büyük ki bin küsur kişilik yaşayan sayısı neredeyse on kişinin altına iniyor.  Peki ne oluyor da bu kadar çok insan ölüyor? 

 

Birinin başına sağlam bir poşet geçirildiğini düşünün.  Sanırım sakin sakin naylonun içinden dışarıyı izlemeyecektir. Paniğe kapılacak ve debelenmeye başlayacaktır. Aslında kasabanın durumu kabaca böyle. Belediye Meclisi İkinci Üyesi Jim Rennie, kubbeden dolayı Chester’s Mill tüm ülkenin ilgi odağına yerleşince panikleyen ilk kişi oluyor. Kasabada saklamak zorunda olduğu bazı uğraşları var. Kaldı ki yönetmek, özellikle de mutlak kudretle yönetmek Rennie’nin pek ilgisiz kalamayacağı bir seçenek. Kubbe olgusu hem yasadışı işlerini örtmeye hem de küçük bir tiranlık kurmaya olanak sağlıyor. Etrafı o ne derse yapmaya hazır, insiyatif almaktan ölesiye korkan bir polis şefi ve her gün yeni alınan gençlerle sayısı biraz daha artan güvenlik ekibi ile çevrili. 

 

King, Irak’ta yüzbaşı olarak görev yaptıktan sonra askerlikten ayrılmış ve Chester’s Mill’de bir lokantada aşçılığa başlamış Dale Barbara ile Demokrat gazetesinin editörü Julia Shumway’i Rennie’nin tam karşısına koymuş. Roman boyunca Barbara ve Shumway sağduyuyu, Rennie ise birkaç gün içerisinde doruğa ulaşacak bir cinnet halini temsil ediyor. Karakter yaratmak konusunda eşsiz bir yeteneği olduğunu düşündüğüm King, bu iki kutup etrafında çoğalan onlarca yan karakter kaleme almış. Ancak şunu da söylemek gerekiyor ki, o karakterlerin hemen hepsi sadık King okurları için pek de yeni sayılmaz.   

 

Kubbe, yerden on dört bin metrelik yüksekliği (yeraltında ne kadar derine indiği konusunda ise bir fikir edinilemiyor), hiçbir fizik güç tarafından aşılamıyor oluşu (buna iki tane Cruise füzesi ve aşırı güçlendirilmiş bir asit solüsyonu dâhil), radarda görünmemesi, çarpıncaya veya duramayacak kadar yakınına gidinceye kadar orada olduğunun fark edilememesiyle merakımızı baştan ele geçiriyor. Dışarıdaki bilim ekibinin kafası bir hayli karışmış durumda. Uzaylılar, aşırı zeki bir suçlu, bir tür canlı, meteorolojik bir olay şeklinde uzayıp gidiyor ihtimaller. Sadece çok çok az miktarda su ve hava geçebiliyor şeffaf sınırdan ama partiküller örneğin duman içerde kalıyor. King yüzlerce sayfa boyunca bu bilgiler hariç kubbeye dair bir açıklama yapmamış. Peki ne okuyoruz bu arada? Rennie karakteri üzerinden bol bol politikacılara çatmış King. 

 

Politik bilimkurgu

 

En kötü siyasetçi tipi – makamını hak etmekten çok uzak olduğunu göremeyecek kadar benmerkezci, çevresini kuşatan o yapay dünyanın altında korkağın teki. İşler yeterince kötüye gittiğinde kendi canını kurtaracağına inanırsa kasabayı eliyle şeytana teslim eder.”  Bu sözler kasabanın yerel gazetesi Demokrat’ın editörü Julia Shumway’e söyletiliyor.  

 

Amerika’nın iki büyük özelliği demagoglarıyla rock and roll’dur.

 

Koca Jim konuşmaya devam etse de (çoğu politikacı gibi o da cilayla yetinmez sprey boya da sıkmak ister) onu artık bırakabiliriz.” Bu iki cümle ise Kırılma adlı başlığın 16. bölümünde dile getirilmiş. Yalnız bu bölüm enteresan. 1024 sayfalık romanda her şeyi dışardan bir gözle kaleme almış olan yazar, burada sadece bölüme özel birinci çoğul şahıslı anlatıma geçmiş. “Uyuyan bir çocuğun nefesi kadar sessiziz,”  diyerek kasabanın üstünde süzülen ve gözlemlerini paylaşan “biz” sesinin kime ait olduğu meçhul. Ve bunun da WCIK Radyo İstasyonu’ndaki açıklanmayan gizemlere benzer biçimde kurguya dair bir eksik gibi göründüğünü söylemeliyim. 

 

Irak’ta savaşmış Dale Barbara karakteri romanın politik boyutunun diğer ayağı. Barbara kasabadaki panikle baş etmeye, insanlara yardıma çalışırken sık sık Irak’taki geçmişiyle de vicdan muhasebesine girişiyor. İşte bir sessizlik anında içinden geçirdikleri; “Fakat o ne biliyordu ki? Son görevi korkmuş Iraklıları tehdit etmekti. Bazen kafalarına silah dayayarak.” Barbara’nın, Gazeteci Julia Shumway’in ve bir avuç kişinin daha Rennie’ye karşı verdikleri mücadele kasabanın gerçek bir cehennem yerine dönmesini engelleyemiyor aslında. Yazar adım adım bizi bu sona götürüyor. 

 

King, Kubbe’nin Altında ile bir politik bilimkurgu, bir distopya yazmış diyebiliriz. Romanın sonu ve kubbeyi oluşturan nedenler de tam olarak bununla örtüşüyor. Ve kolay unutulamayacak bir son da bekliyor okuru. Yalnız sona kadar sabredebilir misiniz, bundan emin olmak zor. Yüzlerce sayfa boyunca asıl akıl kurcalayan kubbeye dair pek bir şey söylemeden insanlar arasındaki çatışmaları anlatmış King. Öyle çok detay, okura en az altı yedi farklı bakış açısından, tekrar tekrar okutuluyor ki, merak duygunuzun bir yerden sonra isyan etmesi küçük bir ihtimal değil. Tabi bunca uzayan anlatım tarzına rağmen okunabilecek birkaç yazar varsa, onlardan biri de Stephen King’dir.   

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.