Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

BaşkaDünyalar // Dünyanın grameri uğruna


İyi
Toplam oy: 554
Murat Başekim
Olasılık Yayınları
Karanlık Çağ, tıpkı yazarın bir önceki romanı İskit gibi, yerel değerlerin evrensel değerlerle, bildiğimiz dünyanın ve yaşamın bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz bir varoluşla bütünleştiği bir öykü anlatıyor.

Karanlık Çağ, tarihsel kurgunun ve fantastik edebiyatın sentezlendiği bir öykü anlatıyor. Kitabın önemli bir bölümü geride kaldıktan sonra doğaüstü unsurları anlatısına dahil eden Murat Başekim, bize halihazırda bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız tarihsel bir öyküyü anlatacakmış gibi başladığı romanında, yüzleşmekten kaçındığımız gerçekleri göstermeye başladıktan sonra ortaya çıkarıyor bu sentezi. Karanlık Çağ, tıpkı yazarın bir önceki romanı İskit gibi, yerel değerlerin evrensel değerlerle, bildiğimiz dünyanın ve yaşamın bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz bir varoluşla bütünleştiği bir öykü anlatıyor. Bu dünyadan bir öyküye davet edip gizlice başka dünyaların öyküsüne sokuyor okurlarını, ne var ki öykünün bittiği yer yine bu dünya oluyor. Tarihini, coğrafyasını çok iyi bildiğimiz, üzerinde yaşadığımız bu dünyanın gramerini biliyor muyuz? Bu soruyu aydınlatmak için başka dünyaların ışığından faydalanıyor Başekim.


Elli yaşına gelmiş, yiğit bir Avar savaşçısı olmasına rağmen artık gücünün zayıfladığını hisseden bir kumandanın, Alp Çungar’ın öyküsü bu. Hem kendisinin hem de halkı Avarlar’ın güçten düştüğünü gören Alp Çungar, öykülerden, destanlardan hoşlanan bir kahraman değil. Gerçek dünyaya ayak basmayı tercih eden, sihirli kılıçlara inanmayan biri. Artık, yaşının da yarattığı bunalımla, ölüme doğru yaklaştığını gören Çungar, Doğu’yu doğumla, Batı’yı ise ölümle özdeşleştiriyor. Günün birinde Asaf’ın önderliğindeki bir Arap kafilesi gelip Batı’daki Franklar’a karşı akın düzenlemek için Avarlar’dan yardım istediğinde, Alp Çungar’ın ölüme ve Batı’ya doğru uzun yolculuğu da başlamış oluyor. Bu uzun sefere çıkarken Çungar’ın içinde karanlık bir his belirmeye başlıyor; dünyanın sonuna ya da kendi sonuna dair bir his…


Bunun bir yandan yeniden doğum veya ikinci bahar niteliğinde, gençleştirici bir yolculuk olacağına dair umut beslemeye çalışıyor Çungar, ama diğer yandan da Batı’yı keşfettiğinde kendi içinde de bir karanlık keşfedeceğini biliyor. Düşmanının gözüne yakından baktığında kendini göreceğinin farkına varıyor. Batı, roman boyunca karanlık, tekinsizlik, uğursuzluk ve ölüm timsali olmayı sürdürüyor Çungar’ın öyküsünde. Bilinmeyene doğru çıkılan bu seferin gecikmiş bir doğum öyküsü mü yoksa erken bir ölüm öyküsü mü olacağını, henüz yolculuğun başında düşündürüyor yazar. Batı’nın özdeşleştirildiği karanlık anlamlar kümesine karşı Doğu’nun sürekli beraber anıldığı yeniden doğuş, geçmişe özlem gibi temalar, romanın finaline kadar sık sık tekrarlanıyor Başekim tarafından. Öykünün merkezinde kılıçlı ve büyülü fantastik bir macera anlatısından ziyade, geçmiş ile gelecek arasında sıkışan, sıradan olmak ile kahraman olmak arasında gidip gelen bir yolcunun öyküsü yer alıyor.

 

 

Harfleri silinmiş bir kitap


Kitabın ilk üçte birlik bölümünde Doğu’nun Batı’ya karşı giriştiği savaş seferinin yanında gözden düşmüş kahraman Çungar’ın tarihsel öyküsünü okumaya başlıyoruz. Yolculuk öyküsünün başlamasının ardından yavaş yavaş Batı’ya yaklaşıldıkça, anlatıda gotik bir atmosfer oluşmaya başlıyor. Romanın başından beri sözü edilen “karanlık,” dışarıdan ve uzaktan baktığımız bir şey olmaktan çıkıp içinde adım attığımız bir şeye dönüşüyor. Tarihsel kurgu unsuru olarak öykünün başında kastedilen karanlık, roman gotik bir atmosfere büründükçe artık katedilen bir şey haline geliyor. Daha önceki gotik eserlerinden, korku edebiyatına ne kadar hâkim olduğunu bildiğimiz Murat Başekim, burada birikimini yaratıcı bir şekilde kullanıp gotiğin klişelerini epik bir macera öyküsüne yerleştiriyor. Doğu’nun, Batı’nın, birbirinden farklı halkların toplumsal hesabını tutarken, Çungar gibi “anti-kahraman” diyebileceğimiz bir bireyin öyküsünü anlatmak için gereken dengeyi kurmayı başarıyor. Olay öyküsü ile durum öyküsü arasında, sürükleyici bir serüven anlatmak ile atmosfer yaratmak arasındaki kırılımları aynı rotada, bir meseleyi dert edinerek, dünyanın grameri uğruna anlatıyor Murat Başekim. İşte o mesele, yani “dünyanın grameri”, bizim hayatın anlamı dediğimiz şey aslında, yani ölüm.


Batı’yla özdeşleştirilen ölümden şöyle bahsediyor kahramanlarımızdan biri: “Şarlman, dünyanın alfabesini yeniden yazıyor! Kavimlerin makamlarını, öznelerini, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini değiştiriyor. Batı’nın kipini, Doğu’nun kipinden daha farklı kılıyor; Batı’yı, şimdiki zaman ve gelecek zaman kipine taşıyor… Öropa’yı yeni bir dil bilgisi ile yeniden yazıyor. Anlamıyor musun? Bütün mesele Gramer!”


Adım adım gerçek ve fantastik arasındaki hesaplaşmanın öyküsünü okumaya başlıyoruz. Başekim, finale kadar işin serüven kısmına daha fazla ağırlık veriyor ama yine önceki romanı İskit’te yaptığı gibi, edebiyatın kendisine bakan, hikaye anlatıcılığına dair çözümleme yapan bir anlatı sunuyor bize.  Fantastik serüvenleri neden anlatmaktan bıkmadığımıza dair bir metne, belki de edebiyat kuramıyla ilgilenenleri daha çok cezbedecek bir öyküye evriliyor metin. Dünyanın grameri, öyküde karşımıza çıkan gizemli bir kitapla birlikte somutlaşıyor. Bu andan itibaren romanın yeni kahramanı oluyor bu ölüm kitabı. Klişe tabiri kullanarak “kitap içinde kitap” diyeceğimiz türden bir şey değil bu, ama her şeyin zaten içinde olduğu, dışarıda kalamadığı bir kitap; romandaki adıyla “Kara Gramer.”


Kara Gramer’in öyküsü Çungar’ın serüveniyle bütünleşiyor son bölümlerde. Oraya kadar tam anlamıyla bir erkek dünyasında geçen romanda, dişi bir kahramanın ortaya çıkması ve dünyanın grameri uğruna mücadeleye girişmesi, tüm öykünün kırılma noktasını oluşturuyor. Batı mitolojisiyle ilgilenenlerin tanıyacağı bir kahraman bu. Karanlığın yüreğinden çıkıp gelen gizemli kahramanın, Doğu’nun ve Batı’nın kaderinin en belirleyici unsuru olduğunu öğreniyoruz nihayetinde.


Harfleri silinmiş bir kitapla birlikte, düşmanının gözüne yakından baktığında kendisini gerçek bir kahraman haline getirecek kararı veriyor Çungar; cümlesini bitiriyor. Herkesin içinde kendisinden bir parça bulacağı o uğursuz kitapla birlikte, Karanlık Çağ’ı başlatıyor. Dünyanın gramerini öğretiyor bize ve imla hatalarımızı gösteriyor.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Murat Miroğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.